Bu haftaki yazımın başlığı tırnak içinde, çünkü başlığı oluşturan sözler DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’a ait. Pazar günü Halk TV’de yayınlanan Liderler Özel programına katılan Ali Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu anda kendisine görev teklif etmesi halinde ne yanıt vereceğinin sorulması üzerine şu cevabı vermiş: “Asla kabul etmezdim. Sayın Erdoğan işin başında olduğu sürece bu ülkenin ekonomisi düzelmez. Ben değil 10 tane Nobel ödüllü iktisatçı gelsin onlar da bir şey yapamaz.”
Recep Tayyip Erdoğan’ın kurduğu hükümetlerde 13 yıl görev yaptıktan sonra 2020 yılında Demokrasi ve Atılım Partisi’ni(DEVA) kurmuş olan Ali Babacan, birçok kimsenin gördüğü ama ifade etmekten çekindiği gerçeği açıkça ifade etmiş. Bütün dünyanın bildiği bu gerçeği artık bizim de kabul etmemiz ve Sayın Erdoğan’ın sergilediği yaklaşımın Türkiye ekonomisini büyük bir çıkmaza sürüklediğini görmemiz gerekiyor.
Sayın Erdoğan’ın ilk hükümetlerinde ekonomiden sorumlu devlet bakanı olarak görev yaparken Türkiye’nin tutarlı politikalar uygulayarak rekor miktarda yabancı sermaye çektiği, enflasyonun tek haneli rakamlara indiği ve fert başına gelirimizin 10,000 doların üzerine çıktığı dönemde ekonomiye yön veren Sayın Babacan şimdi ülkeyi dolaşan ve halkın dertlerini dinleyen bir siyasetçi olarak söylüyor bunları. Ali Babacan şimdi kötü yönetim nedeniyle çöküşün eşiğine gelen Türkiye ekonomisinin bu durumundan duyulan rahatsızlığın toplumda nasıl yaygınlaştığını gördüğü için kaygılı.
Son günlerde sonucu açıklanan kamuoyu yoklamaları da Türkiye ekonomisinin kötü yönetildiğini düşünenlerin oranının hızla yükseldiğini gösteriyor. Metropol adlı araştırma kuruluşunun son bulgularına göre Türkiye ekonomisinin kötü yönetildiğini düşünenlerin oranı %80.6. AKP seçmenlerinin %61.4’ü ekonominin kötü yönetildiğini belirtirken bu oran CHP seçmeninde %98.8’i, İyi Parti seçmeninde %96.6’yı, HDP seçmeninde % 98.2’yi, MHP seçmeninde de %90’ı buluyor. Avrasya Araştırma kuruluşunun bulgularına göre ise “ekonomi kötü yönetiliyor” diyenlerin oranı % 62.1’yi bulurken “iyi yönetiliyor” diyenler %21.1’de kalıyor, kararsız olanlar ise %16.8.
Son 50 yılda yaşadığı acı deneyimler nedeniyle bir ülkenin enflasyona teslim olmasının ve parasının aşırı değer kaybetmesinin nelere yol açtığını en iyi bilmesi gereken ülkelerden biri olan Türkiye’nin şimdi yeniden bu çıkmaza sürüklenmekte olması büyük bir gaflet ve sorumsuzluk örneği. Böyle bir kısır döngüye girilmiş olmasının Türkiye’nin finans piyasalarındaki itibarını düşürerek risk primini tırmandırdığı ve ülkenin ihtiyaç duyduğu dış kaynağı bulmasını zorlaştırdığı da bir sır değil.
Türkiye’de tasarruf açığını kapatacak ve üretim kapasitesini artıracak reformları yapmadan ekonominin kaynaklarını aşırı şekilde zorlayarak büyüme hızını yüksek gösterme çabası ekonomiyi çıkmaza sürükledi. İş dünyasının bir bölümünü, öncelikle de iktidarın kayırıcı desteklerinden yararlanan kesimini bir süre memnun eden bu uygulama, ekonominin kanseri olan enflasyonun başını alıp gitmesine ve Türk lirasının dolara karşı en çok değer kaybeden paralardan biri haline gelmesine yol açtı.
Şimdi pandemiden çıkış sürecinde yıllık enflasyonun yıllardır % 2’dolayında olduğu ABD gibi gelişmiş ülkelerde enflasyonun %5’e doğru yükselme eğilimi göstermesi bile adeta paniğe yol açarken ve 19 ülkede merkez bankaları faizleri yükseltme kararı alırken TC Merkez Bankası’nın enflasyonun %20’lere tırmandığı Türkiye’de yukardan gelen talimata uyarak faiz düşürmeye devam etmesiyle ekonominin geleceği bir kez daha siyasete kurban edilmiş oluyor.
Sayın Erdoğan’ın talimatına uymak için Türkiye’yi dünyadan ayrıştıran faiz indirme politikasını sürdürmek zorunda kalan TC Merkez Bankası, bu uygulamaya kılıf bulmak için karakuşi bir çözüm formülü buldu. İktidara yaranmak isteyenlerin büyük bir keşif olarak sunmaya çalıştığı bu kurguya göre, TCMB yüzüne gözüne bulaştırdığı enflasyon hedeflemesinden vazgeçecek ve faizleri düşürerek ihracata yönelik sektörleri teşvik edecek. Türkiye düşük kur ve ucuz kredi sayesinde ihracat patlaması yaparak içine düştüğü kısır döngüyü kıracak. Bu süreçte Türk lirasının değer kaybetmeye devam etmesi de Türkiye’deki emeği daha da ucuzlatarak, halkın yoksullaşması pahasına sanayimizin rekabet gücünün artırılmasına hizmet edecek.
TCMB’nin karakuşi çözüm formülü hak ettiği cevabı İstanbul Sanayi Odası(İSO) Başkanı Erdal Bahçıvan’dan aldı. Gazetemiz Dünya’nın haberine göre, İSO Meclisi’nin Ekim ayı toplantısında konuşan Bahçıvan, TC Merkez Bankası’nın “temel amacından uzaklaştırıldığını ve finansal istikrarın risk altında olduğunu” belirttikten sonra şunları söylemiş: “Geçmiş yıllarda paramızı devalüe ederek ihracatı artırmaya çalıştığımız, yüksek enflasyonla yüksek büyüme yakaladığımız, fiyat istikrarını büyümeye feda ettiğimiz dönemleri birlikte yaşadık. 2021 Türkiye’sinde eski günlerin ‘yap devalüasyonu, arttır ihracatı’ zihniyetiyle yaşayan, finansal istikrardan uzaklaşıp devalüasyonlardan medet uman sanayicisi, ihracatçısı olmak istemiyoruz artık.”
Bu gidişle iş dünyası da Ali Babacan’ın attığı başlığa katılacak noktaya gelirse fazla şaşmamak gerekecek galiba.
Bu makale ilk olarak Dünya Gazetesinde yayımlanmıştır