Yıllarını ülkemizin önde gelen şirketlerinde ve bankalarında yöneticilik yaparak geçirmiş olan dostlarla konuşurken, ya da halen yönetici pozisyonunda bulunanların yaptıkları açıklamaları okurken ve dinlerken derin bir kaygıya kapılıyorum. Türkiye ekonomisi şu anda, insanları ekonominin çok iyi yönetildiğine inandırmaktan başka bir hedefi olmayanların keyfine göre alınmış günlük kararlarla yönetiliyor. Piyasa ekonomisinin kurallarına, iş insanlarının, yöneticilerin, deneyimli ekonomistlerin uyarılarına itibar eden kimse yok bu kararları alanlar arasında.
Piyasa ekonomisi şu anda yerini, başta faizler olmak üzere hemen her konuda kendi doğru bildiğini herkese empoze eden muhterem zatın keyfine göre yönetilen bir komuta ekonomisine bırakmış durumda. Sayın Erdoğan işçilere, memurlara, emeklilere yapılan zamları açıklarken, halkını en fazla düşünen kişi ya da başkan baba olarak zam oranını bizzat ne kadar artırdığını da ilan ediyor.
Özellikle bankalar üzerinde büyük bir baskı var. Türk Lirası'nı sağlam para işlevini yapamaz hale getirenler, şimdi "liralaşma" adı altında TL mevduatı özendirmek için her gün yeni bir icat çıkarıyorlar. Bu kararları alanların tek amacı, ekonominin yolunu şaşırmış keyfi bir yönetim altında büyük bir çıkmaza doğru sürüklendiğini seçime kadar gizlemek. Seçimden sonra bambaşka bir gerçekle yüzleşmek gerekeceğini herkes biliyor aslında.
İş dünyasının gerçekleri gören kesimi kaygılarını dile getirmeye başladı. Enflasyon sorununu çözmeden ekonomide sağlıklı bir büyümeye geçmenin olanaksız olduğu da vurgulanıyor.
Türkiye ekonomisinin şu anda nasıl yönetilmekte olduğunu anlamaya çalışırken en uygun tanımın "Keyfi korumalı komuta ekonomisi" olabileceğini düşündüm ve eski günler geldi aklıma. Türkiye'de piyasa ekonomisine geçiş sürecinin ilk sinyali sayılabilecek olan 24 Ocak 1980 kararları sonrasında günlük ekonomi sayfası editörü olarak Cumhuriyet Gazetesi'nde göreve başladığımda gazetelerde ekonomiyle ilgili tek bir veri yayımlanırdı, o da altın fiyatlarıydı. Hisse senedi borsası henüz kurulmamıştı, ezeli ve ebedi derdimiz olan enflasyon üç haneli rakamlara tırmanırken tek çare olarak akla gelen önlem fiyat kontrolleri ve market baskınlarıydı.
Kontrollü ekonomiden piyasa ekonomisine geçiş süreci hayli sancılı oldu. Bakanından bürokratına, iş adamından gazetecisine kadar hemen herkes pek çok şeyi yaparken öğrendi. Faiz serbestisine geçilirken bankalar bocaladı, banker krizleri yaşandı, dışa açılma ve ihracata yönelme seferberliği sonunda serbest piyasa kuru rejimini gündeme getirdi.
Bu süreçte, farklı iktidarlar döneminde birçok kriz yaşandı ve siyasi sonuçlar doğurdu. Şimdi "Keyfi korumalı komuta ekonomisi"ni uygulamakta olan Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP) iktidarı da 2001 krizi sonrasında kuruldu ve ertesi yıl iktidara geldi. İlk iktidar döneminde geçmişten ders almış görünen AKP yönetimi piyasa ekonomisinin kurallarına uyarak Türkiye'nin fert başına gelirini ilk kez 10.000 doların üzerine çıkartmayı başardı.
Ancak şimdi siyasetçi kimliğiyle muhalefet cephesinde yer alan Ali Babacan'ın ekonomi bakanı olarak katkıda bulunduğu o dönem çok uzun sürmedi. Avrupa Birliği ile bütünleşme süreci de kesintiye uğradı.
İktidardaki ilk döneminde Batı'ya yakınlaşma ve piyasa ekonomisini benimseme yolunda adımlar atarak Batı dünyasında umut yaratan AKP'nin ve Erdoğan'ın daha sonra gündemini değiştirerek Türkiye'deki iktidar savaşına odaklanması halkımızın iç boş hayallerle oyalanmasının yolunu açtı. Güven Sak'ın önceki günkü Nasıl Bir Ekonomi gazetesinde yer alan yazısında hatırlattığı, AKP'nin 2011 seçim beyannamesinde yer alan 2023 hedefleri bu aldatmacanın çarpık bir kanıtı niteliğinde. Bu hedefler gerçekleşmiş olsaydı 2023'de Türkiye'de enflasyon tek haneye inecekti, ihracatımız 500 milyar doları aşacaktı, Türkiye ekonomisi dünyada ilk ona girecekti, kişi başına milli gelir 25.000 doları aşacaktı, Türkiye orta gelir tuzağını aşıp yüksek gelir grubuna terfi edecekti.
Kısmet değilmiş, bu hedeflerin hiç biri tutmadı ama siz moralinizi bozmayın keyfi korumalı komuta ekonomisi bütün hayallerimizin gerçekleşmesini sağlayacak.
Osman Ulagay kimdir?Osman Ulagay, İstanbul'da sanayici bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Robert Kolej Lisesi'ni ve daha sonra Boğaziçi Üniversitesi'ne dönüşen Robert Kolej Yüksek Okulu'nun ekonomi bölümünü bitirdi. İngiltere'de, Manchester Üniversitesi'nde "Kemalizm ve Ulusal Kalkınma" konulu tez çalışmasıyla siyasal bilimler dalında master derecesini aldı. İngiltere'de bulunduğu dönemde Cumhuriyet gazetesine gönderdiği "İngiltere Mektupları" ile gazeteciliğe ilk adımını atan Ulagay, Türkiye'ye döndüğünde Cumhuriyet gazetesiyle ilişkisini sürdürdü. 1981'de Ekonomi Servisi Şefi olarak Cumhuriyet'te çalışmaya başladı, ekonomi sayfasını yönetmenin yanı sıra, haftalık söyleşilerle ve köşe yazılarıyla ekonomi gazeteciliğinin gelişme sürecine katkıda bulundu.1992 yılında Cumhuriyet'ten ayrıldıktan sonra köşe yazarı olarak Sabah gazetesine geçti. Köşe yazarlığını 1993'ten itibaren Milliyet gazetesinde sürdürdü.2013 yılında Dünya gazetesinde ekonomi yazılarına başladı. Bir dönem T24'te de yazdıktan sonra Mayıs 2016'da, 24 yıl aradan sonra Cumhuriyet gazetesine döndü, ancak kısa bir süre sonra ayrıldı. Bu süreçte Dünya gazetesindeki yazılarına devam etti.Osman Ulagay, gazete yazılarının yanı sıra çok sayıda kitap çalışmasına imza attı. "Küreselleşme Korkusu ve 2001 Krizi" adlı kitabıyla 2001 yılında Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü'nü kazandı. Kitapları - Küreselleşme Korkusu ve 2001 Krizi- 24 Ocak Deneyimi Üzerine- Özal Ekonomisinde Paramız Pul Olurken Kim Kazandı Kim Kaybetti?- Özal'ı Aşmak İçin- Enflasyonu Aşmak İçin- Krize Adım Adım / Günah Sayılan Kehanet- Aklınla Uçur Beni - Küreselleşme Korkusu- Quo Vadis? Küreselleşmenin İki Yüzü - Küresel Çöküş ve Kapitalizmin Geleceği- Hedefteki Amerika / 11 Eylül Şoku- Tepki Cephesi / Piyasa İmparatorluğuna Karşı AB-Türkiye Yol Ayrımı- AKP Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu- Türkiye Eskisi Gibi Olmayacak - Türkiye Kime Kalacak / Başbakan'ın Yazdırdığı Kitap- Dünya Trump'a mı Kalacak? |