Adalet ve Kalkınma Partisi(AKP) 30 Mart’ta seçim zaferlerine bir yenisini ekleyince “Erdoğan neden hep kazanıyor?” sorusu bir kez daha popüler oldu. Bu soruya cevap aranırken yapılan değerlendirmelerde, bir yandan Başbakan Erdoğan’ın siyasi rakiplerine fark atmasını sağlayan liderlik nitelikleri, diğer yandan Türkiye’deki seçmen kitlesinin özellikleri üzerinde duruldu, AKP’nin bu özellikleri rakiplerinden çok daha iyi algılayan ve değerlendiren parti olarak seçim kazanmaya devam ettiği vurgulandı.
Bu değerlendirmelerde, doğal olarak Türkiye’deki gelişmelere ve dinamiklere odaklanıldı, süregelen başarının kerameti Erdoğan’da arandı. Ancak Erdoğan’ın son yıllarda vurgulu biçimde uygulamaya başladığı yönetişim modelinin bu başarıya katkısı üzerinde fazla durulmadı. Bu yönetişim modelinin özgünlüğü ve nelere yol açabileceği de pek tartışılmadı.
Ben bu yazıda, Erdoğan’ın son seçim başarısında da önemli rol oynayan bu yönetişim modelinin yalnızca Erdoğan’ın uyguladığı bir model olmadığını hatırlatacağım ve bu modele sarılan siyasi liderlerin ülkelerini ve dünyayı nereye götürebileceğini tartışacağım. Bu tartışmanın Erdoğan iktidarının gücü ve kalıcılığı konusunda bize bir fikir verebileceğini de düşünüyorum.
Erdoğan’ın benimsediği yönetişim modelini uygulayan ve şu an için başarılı görünen diğer siyasi liderlerin başında, son aylarda dünyada adından en çok söz ettiren lider olan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin geliyor. Onun yanı sıra, iki hafta önce ezici bir seçim zaferi daha kazanan Macaristan Başbakanı Victor Orban da Avrupa Birliği’nin kurallarını zorlama pahasına bu modeli benimsemiş olan bir diğer siyasetçi.
Son dönemde farklı nedenlerle dünyanın gündemine gelen Putin, Erdoğan ve Orban’ın cüretkar söylemine, tepkilere aldırmadan attıkları adımlara ve uyguladıkları yöntemlere baktığımızda aralarında şaşırtıcı benzerlikler bulunduğunu görüyoruz. Her üç liderin de, seçim sandığına itibar etmenin dışında, Batı’da uygulanan demokrasi modelinden giderek uzaklaşan bir yaklaşımı, farklı bir yönetişim modelini benimsediği görülüyor. Bir adım daha ileri giderek, bu üç liderin benimsediği modelin, Batı’nın demokrasi modeline karşı bir alternatif olarak geliştirildiğini de söyleyebiliriz.
Evet, Rusya’nın, Türkiye’nin ve Macaristan’ın koşulları birbirinden çok farklı ama her üç liderin, Batı’nınkinden farklı bir yönetişim modeline yönelmeleri benzer nedenlere dayanıyor. Her üç liderin de, Batı’nın demokrasi modelini izleyerek başarılı olma şanslarının azaldığını hissettikleri noktada, Batı’nınkinden farklı bir modeli uygulamaya başlamanın kendileri için daha avantajlı olacağını düşünerek bu yola girdiği görülüyor.
Putin ve Erdoğan’ın serüvenine baktığımızda, iktidarlarını konsolide etme sürecinde, Batı’nın yönetişim modelini benimsemiş görünerek küresel oyuna katılan ve bu sayede ekonomilerini büyütme şansını elde eden her iki liderin, ekonomide kalıcı atılım için gerekli olan reformları gerçekleştiremeyince, seçmen desteğini korumak için farklı bir modele yönelme gereğini duyduklarını görüyoruz.
Bu farklı modelin kısa vadede Batı’nın modeline karşı gerçekçi bir alternatif oluşturduğu ve bu modeli uygulayan liderlerin şu an için başarılı göründüğü bir gerçek. Bu nedenle güçlü ve otoriter lidere dayanan bu modelin halen uygulanmadığı ülkelerde de ilgi çekmeye başladığı görülüyor. Örneğin köklü bir demokrasi deneyimi olan Hindistan’da bile, muhalefetin başını çeken Narendra Modi’nin, “ülkeyi disipline sokacak otoriter lider” profilini öne çıkartarak halen sürmekte olan seçimi kazanma şansını artırdığı belirtiliyor.
Bu model, Batı tipi demokrasinin vazgeçilmez unsurlarını, kuvvetler ayrılığı ilkesini, yargının bağımsızlığını, düşünce ve ifade özgürlüğünü hiçe sayabilen güçlü ve popüler bir liderin her konuda son sözü söylediği, gereğinde kuralları ve kurumları hiçe sayarak ülkeyi fiilen tek başına yönettiği bir yönetim biçimini öngörüyor. Modelin başarısı ve sürekliliği için, güçlü ve karizmatik liderin olağan dışı nitelikleriyle anılır hale gelmesi, adeta efsaneleştirilmesi gerekli.
Bunun gerçekleşmesi için, güçlü liderin ülkesinin tek hakimi haline gelmekle kalmayıp, gereğinde dünyaya da kafa tutabilen bir tavır sergilemesi çok önemli. Putin’in dünyayı sarsan son Ukrayna hamlesi bunun çarpıcı bir örneğini oluşturdu. Putin bu hamlesiyle Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya’nın küresel oyunu etkileyecek bir güç olduğunu herkese hatırlatırken ülkesinde kahraman haline geldi. Şu anda Rusya’da Putin’i destekleyenlerin oranının yüzde 80’leri bulduğu belirtiliyor. Bu destekle Rusya’da her istediğini yapabilecek durumda Putin.
Başbakan Erdoğan’ın Davos’taki ünlü “one minute” çıkışı ve çeşitli uluslararası forumlarda İsrail’i ve Batı’yı hedef alarak yaptığı çıkışlar da “dünyaya kafa tutabilen lider” imajını güçlendirmeyi amaçlayan girişimler olarak önemliydi. Erdoğan’ın son dönemde sürekli olarak dış düşmanlardan, ülkeye ve kendisine yönelik dış kaynaklı komplolardan söz ederek “yeniden milli mücadele” çağrıları yapmasını, Batı’yı ve küresel finans sistemini hedef alan bir söylemi benimsemesini de bu çerçevede değerlendirebiliriz. .
Küresel hiyerarşinin silah gücüyle değil ekonomideki üstünlükle ve “yumuşak güç” ile belirleneceği bir yeni dünya düzeni oluşturma çabasında olan ABD ve Avrupa’nın yeni bir savaşı göze almaya hiç hazır olmadığını görerek Ukrayna hamlesini yapan Putin’in eli şu an için güçlü görünüyor. Ayrıca Avrupa’nın doğal gazının önemli bölümünü Rusya’dan alması ve Rusya ile güçlü ticari ilişkileri bulunması Rusya’ya karşı katı ekonomik yaptırımlar uygulamasını zorlaştırıyor.
Putin bu hamlesiyle şu an için önemli bir başarı elde etmiş durumda ama bu, Rusya’nın ciddi ekonomik sorunlarla karşı karşıya bulunduğu gerçeğini değiştirmiyor. Sırtını dev boyutlardaki petrol ve doğalgaz gelirlerine ve bu sayede biriktirilmiş 450 milyar dolarlık döviz rezervine dayayan Putin, muazzam bir gelir ve rant dağıtma ağını kontrol ediyor ve ekonomi bu sayede ayakta duruyor. Ancak Putin, Rusya ekonomisinin yeni teknolojilerden yararlanılarak modernize edilmesi ve çeşitlendirilmesi konusunda hiç başarılı olamadı. Putin’in özgürlükleri kısıtlayan otoriter yönetim tarzı, ülkenin en yetenekli insanlarının Rusya’yı terk etmesine yol açıyor ve nitelikli insana dayalı bir atılımın yolunu tıkıyor.
Öte yandan Putin’i bir milli kahraman haline getiren Ukrayna hamlesi bu yılın ilk üç ayında Rusya’dan 50 milyar doların üzerinde sermeye kaçışına yol açtı. Putin’in eski maliye bakanı bu rakamın yılın bütününde 160 milyar doları bulabileceğini ileri sürüyor. Dünya Bankası’nın olumsuz senaryosuna göre Rus ekonomisinin bu yıl %2 küçülmesi mümkün görünüyor. Finans kesimi büyük ölçüde küresel sisteme bağımlı olan Rusya’nın yeni yaptırımlardan ötürü ek sıkıntılar yaşaması da uzak bir olasılık değil. Derecelendirme kuruluşu S&P’nin Rusya’nın kredi notunu düşürmesi de bu süreci hızlandırabilecek gelişmelere yol açabilir.
Bütün bunlar şu an için halkının gözünde büyük bir zafer kazanmış görünen Putin’in kendi iktidarını güvenceye almak için attığı cüretkar adımlar yüzünden Rusya’nın bir süre sonra ağır bir bedel ödemek zorunda kalabileceğini düşündürüyor.
Putin’in sahip olduğu jeopolitik kozlara ve nükleer silahlara, enerji kaynaklarına ve döviz rezervlerine sahip olmadığı halde, özellikle son bir yıl içinde hızlandırılmış adımlarla Putin’in yoluna girmiş görünen Başbakan Erdoğan’ın Türkiye’deki destekçileri, kahramanlarının yeni başarılara doğru koştuğuna çok emin. Putin, Kırım’ı ilhak ederek kahraman oldu, Türkiye’de ise Erdoğan’ın partisinin yerel seçimde %45 dolayında oy alması onun kahraman mertebesine yükseltilmesine yetti.
Erdoğan’ın benimsediği model ve kullandığı söylem nedeniyle Batı’nın ve küresel finans çevrelerinin güvenini kaybetmiş olması, tasarruf üretemeyen Türkiye ekonomisinin 2002-2007 döneminde tutturduğu büyüme hızlarına yeniden erişmesinin olanaksız görünmesi, Erdoğan tarafından körüklenen kutuplaşmanın ülkedeki gerilimi tırmandırması olasılığı gibi faktörler Erdoğan hayranlarının hiç umurunda değil. Erdoğan yakında Cumhurbaşkanı olup şu ya da bu yöntemle Putin’in sahip olduğu tüm yetkilere de kavuşursa sorun kalmayacak onlara göre. Türkiye nurlu ufuklara doğru yol alacak.
Putin – Erdoğan modeli şu an için bu liderleri başarıya götüren bir model gibi görünüyorsa da bu modeli benimseyen Putin’in Rusya’yı ve dünyayı, Erdoğan’ın da Türkiye’yi nereye doğru götüreceğini bugünden kestirmek kolay değil. Batı’nın dünyaya örnek gösterdiği modelin ciddi sorunlarla karşı karşıya bulunması ve ABD ile Avrupa’nın şu an için küresel düzene yön verecek bir liderlik kapasitesine sahip görünmemesi, Batı’nın modelini reddederek bu yeni modele sarılan liderlerin cüretini artırıyor. Kendilerini dev aynasında görmeye başlayan bu liderlerin pervasız davranışları yalnızca kendi ülkeleri için değil, dünya için de bir tehdit oluşturuyor.
Öte yandan her iki liderin de ülkelerinde sürdürülebilir büyümeyi ve kalıcı refah artışını getirecek adımları atıp küresel rekabet gücüne sahip modern bir ekonomi yaratmayı başaramadıkları için bu yeni modele sarıldığını unutmamak gerekiyor. Şimdi girdikleri yol ekonomide başarı kazanmalarını ve ülkelerini parlak bir geleceğe taşımalarını daha da zorlaştırıyor. Erdoğan iktidarına alternatif aranırken tüm bu faktörlerin hesaba katılmasında yarar var.