Bütün yetkileri kendilerinde toplayarak ülkelerini yönetmeye kalkışan siyasi liderlerin en büyük korkusu bir gün şu ya da bu şekilde bu ayrıcalığı kaybetmek ve iktidardan düşmek. Anayasayı değiştirerek ülkenin tek hakimi haline gelen bu liderler hukuku ayaklar altına alarak yaptıkları şaibeli uygulamaların hesabını veremeyeceklerini bildikleri için her yöntemi kullanarak iktidara tutunmak zorundalar. Tahttan düşmeyi göze alamadıkları için de her türlü yönteme başvurarak olası rakiplerini etkisiz hale getirmek istiyorlar. Yalnızca kendi yandaşlarını zenginleştiren ve halkın geri kalanını perişan eden uygulamalar nedeniyle oy kaybettiklerini bildikleri için de dandik seçimler yaparak tahtlarını korumaya çalışıyorlar. Buna rağmen seçimi kaybederlerse darbe yaparak iktidarda kalmayı bile göze alabiliyorlar. ABD’de ‘Tek Adam’ yönetimi kurmaya heves eden Donald Trump’ın seçimi kaybedince darbe yapmaya kalkıştığını unutmayalım.
‘Tek Adam’ların iktidarda kalmak için her ülkede farklı uygulamalara başvurduğunu ve farklı yöntemler kullandığını da unutmamak gerekiyor. Örneğin Çarlık döneminden beri tek bir adamın buyruğu altında yaşamaya alışmış olan Rusya’da 2000 yılında Devlet Başkanı olan Vladimir Putin kendisine rakip olabilecek siyasetçileri birer birer ortadan kaldırtarak sorunu kökünden çözmeyi adet haline getirdi. Rusya’da geçen Pazar yapılan seçimde Putin’in kendisine rakip gördüğü tek aday olan Navalny de geçen yıl Putin’in ajanları tarafından zehirlendiği halde ölümün eşiğinden döndü ve ülkesine dönünce hapse atıldı. Taraftarları ise seçimden önce her türlü baskıya uğradı ve Putin’e karşı etkili muhalefet yapılamadı.
Bu ortamda yapılan dandik seçimin ilk sonuçlarına göre Putin’i destekleyen Birleşik Rusya Partisi oyların %45’ini alarak iktidarda kaldı, en yakın rakibi olan Komünist Partisi ise oyların %21’ini alabildi. Bundan önceki seçimde oyların %56’sını alan Putin’in partisinin bu kez ancak %45 oy alabilmesi sonuçta hiçbir şeyi değiştirmeyecek gibi görünüyor. Putin’in bundan sonraki ilk hedefinin kendisine ömür boyu devlet başkanı olma hakkını verecek bir düzenlemeyi hayata geçirmek olduğu ileri sürülüyor.
Bir zamanlar yükselen ülkeler olarak algılanan BRIC ülkeleri arasında yer alan Brezilya’da, ülkenin yolsuzluk skandallarıyla sarsıldığı ortamda ateşli popülist söylemiyle devlet başkanı seçilen Jair Bolsonaro’nun da başı dertte şimdi. Aynen Başkan Trump gibi, pandemiyi alaya alan Bolsonaro’nun ihmali nedeniyle 580,000’den fazla Brezilya’nın hayatını kaybetmesi, ülkede işsizlik oranının % 14’ü, enflasyonun %9’u bulması ve yönetimin de yolsuzluk iddialarıyla sarsılması Bolsonaro’nun gelecek yıl yapılacak seçimleri kazanmasını iyice zorlaştırmış görünüyor.
Bu arada ülkenin yükseliş döneminde Brezilya’nın adını dünyaya duyuran ancak yolsuzluk iddiaları nedeniyle hapse mahkûm olan eski başkan Lula’nın yıldızının yeniden parlaması da Bolsonaro’nin moralini fena halde bozmuş durumda. Brezilya’da başkanlık seçiminin gelecek yıl yapılacak olması Bolsonaro’nun telaşını daha da artırıyor. Bu ortamda yüksek yargının kararlarını tanımamaya başladı, sarpa saran her konuda şuçu başkalarına atarak kendini kurtarmaya çalışıyor.
The Economist dergisi, çaresizlik içinde kıvranan Bolsonaro’nun iktidarda kalmak için son çare olarak polisteki ve silahlı kuvvetlerdeki yandaşlarını örgütleyerek iktidarda kalmanın yolunu aradığını ileri sürüyor. 1964 ile 1985 arasında Brezilya’yı yönetmiş olan askeri yönetimlere övgüler düzen Bolsonaro’nun 6000 subayı çeşitli devlet kademelerinde görevlendirerek bunun ön hazırlığını yaptığı belirtiliyor. Eski bir yüzbaşı olan Bolsonaro’nun tahtını korumak için son umudunu askeri darbeye bağladığı anlaşılıyor.
Türkiye’de ise parlamenter sistemden başkanlık seçimine geçişi sağlayan ve cumhurbaşkanı olarak bütün yetkileri kendinde toplayan Recep Tayyip Erdoğan, “Başkanlık Sistemi” adı altında kendine özgü bir ‘Tek Adam’ yönetimi kurdu. Bu yönetimin başta ekonomi olmak üzere hemen her alanda çok başarısız olduğu apaçık ortada. Sayın Erdoğan da, aslında bunu çok iyi bildiği için, son zamanlarda yaptığı konuşmalarda hep Ak Parti’nin ilk iktidar yıllarındaki başarılarına gönderme yapıyor. Geleceğe dönük vaatlerinin ise hiçbir inandırıcılığı yok.
Geçenlerde yaptığı bir konuşmada Türkiye ekonomisinin 2023’deki toplam büyüklüğünün 1 trilyon doları aşacağını müjdeledi Sayın Erdoğan. Oysa 2014 yılında açıklanan 10. Beş Yıllık Kalkınma Programı 2023 hedefini 2 trilyon dolar olarak belirlemişti. Şimdi 7 yıl sonra %50’lik iskonto hedef gibi gösteriliyor. Ak Parti yönetimi 2004 yılı sonunda Türkiye’de enflasyonu 1970’lerden beri ilk kez tek haneli rakamlara indirmeyi başarmıştı, şimdi %20’nin altına çekmeye çalışıyor ve bununla avunuyor.
Türkiye’de gelir eşitsizliği görülmemiş boyutlara eriştiği için birçok firmanın ucuz ürünler üretmeye yöneldiği görülüyor. Bekir Ağırdır’ın Oksijen’de yazdığına göre ülkenin yarısı borçlu ve 10 kişiden 8‘i borcunu ödemekte zorlanıyor. Konda’nın sonuçları Temmuz 2021’de açıklanan araştırmasına göre “Başkanlık sistemi daha doğru” diyenlerin oranı %41.6, “Önceki sistem daha iyiydi” diyenlerin oranı %58.4. “Türkiye’de son zamanlarda yaşananlar ciddi bir kriz belirtisi” diyenler %63.1, “Her şey normal, bir problem görmüyorum”, diyenler ise yalnızca %16.4. Bekir Ağırdır iktidar blokunun Haziran 2023’de yapılması gereken genel seçimi 2022 sonbaharında yapmak zorunda kalabileceğini belirtiyor. Bakalım bir kez daha son dakikada bir joker bulup iktidarını koruyabilecek mi Sayın Erdoğan ?
Bu makale ilk olarak Dünya Gazetesinde yayımlanmıştır