AKP’ye yeniden üyelik müsamerenizi TV’de izlerken, “Ağlayıp sızlayanlara acımayın, acırsak acınacak hale geliriz” dediğinizi duyunca, size gerçekten acıdım. Belki farkındasınız belki değilsiniz; dünyayı kaybederken ahretinizi de kaybetmekte olduğunuz için zaten acınacak haldesiniz AKP’nin ve Cumhurun Yarısının Sayın Başkanı.
Çevrenizdeki “sevdalılarınız”, “aşıklarınız”, yalakalarınız ve soytarılarınız size bunları söylemezler. Ben yine de insanlığımı yapayım…
Biz vicdanlı, izanlı insanlar; acınacak hale geleceğimizi bilsek de mağdura, ezilene, darda olana, hele de kapımıza gelene, acırız. Üstelik siz inançlısınız; hangi kitap, hangi din “acımayın” der, hangi inanç adaletsiz ol, acımasız ol buyurur; sizinki mi?
Baştan söyleyeyim: Kimseye, size bile, kötülük dilemem; hiç temenni etmem ama, Allah korusun bir gün acınacak hale gelirseniz ben acırım, fırsat bulduğunuz anda beni acıtacağınızı bile bile.
Bugün size, Dr. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun “Engelli aylığına engel” yazısını hatırlatarak mağdur yüzbinlerin sesine kulak verin diye seslenecektim az daha. İyi ki yapmamışım. Bir an, belki size iletilmiyordur, belki haberiniz yoktur diye düşünme safdilliğine kapılmıştım. Konuşmanızı dinleyince, artık kime vuracağı belli olmayan; kimseyi gözetmez, kimseyi ayırmaz, esirgemez boyuta varan mağduriyet dalgasının sizin emrinizle olduğunu kavradım. Demek ki yargıçlar, savcılar, mahkemeler, polisiniz, jandarmanız acımayın emrini sizden aldıkları için bu kadar pervasızlar. Göz göre göre hak ihlalleri yapmaktan, adaletsiz kararlarla yüzbinlerce günahsız insanı hapislere tıkıp, işinden atıp, maaşına malına el koyup çoluğunu çocuğunu perişan etmekten çekinmiyorlar.
Siyasî değil; hukukî, vicdanî, ahlakî bir konudan söz ediyorum. FETÖ imiş, IŞİD’miş, PKK’ymiş, gazeteciymiş, yazarmış; suçu yargı önünde delilleriyle kanıtlanmadan, iddianame hazırlanmadan, mahkemeye çıkartılmadan, dokuz on aydır hapishanelerde, hücrelerde tutulan on binlerce insan var. Üstelik sanki hüküm giyip ağır mahkûmiyetler almışlarcasına görüş hakları, mektup alma, haber gönderme hakları bile yok. Hele de FETÖ yaftası yenmişse (ki bu kötücülleştirdiğiniz toplumun çürüttüğünüz insanlarının asılsız ihbarlarıyla, sanılarla, hatta bazen yanlışlıkla olabiliyor) dışardaki eşleri, çocukları, aileleri de mağduriyetten muaf tutulmuyor. Soyadı yüzünden okula kaydedilmeyen çocuklar, ev sahibi korktuğu için evden atılan aileler, maaşları, ödenekleri kesilen eşler biliyorum; intihar edenleri hatırlatmıyorum bile.
İnsanlar seslerini duyurabilmek, mağduriyetlerini anlatabilmek için yazan, çizen, konuşan, hâlâ sesi çıkan kim varsa onlara yazıyor, çığlık atıyorlar. Çünkü başvurucakları merci yok. Şikâyetleri, yakınmaları, feryadları mektup kutularımızı, e-postalarımızı, sosyal medyayı, ulaşabildikleri her yeri dolduruyor. Az sayıda kurunun yanında binlerce yaşın yanmasını engellemek, mağduriyetleri gidermek için sözde bir araştırma komisyonu kurulacaktı. Ocağa kadar kurulacağı konusunda millete de AB’ye de söz vermiştiniz. Nerede, hani? Umurunuzda mı bu haksızlıklar, adaletsizlikler, mağduriyetler! “Acımayın yoksa acınacak hale düşeriz” dediğinizde, adaletsizliklerin ve mağduriyetlerin bütün günahının, bu dünyada da, inandığınızı söylediğiniz öteki dünyada da üzerinize yükleneceğinin farkında değil misiniz?
Zaten hiç ayrılmadığınız partinize şeklen geri dönüş törenindeki konuşmanızı alkışlayan cemaatinizi seyrederken, inanıyorlar mı sözlerinize diye düşündüm? Hele de “Bunlar (ki Avrupa Birliği oluyor “bunlar”) OHAL ilan ettik diye saldırıyorlar, Fransa da OHAL ilan etti” dediğinizde…
Fransa terör saldırılarından sonra OHAL ilan etti, doğru. Ama sizi, OHAL ilan ettiğiniz için değil, meşum darbeyi Allah’ın lütfu sayıp özgürlüklerin, demokrasinin, insan haklarının zerresini bırakmadığınız için eleştiriyorlar. Bilmiyorsanız danışmanlarınıza sorun; Fransa’da OHAL’de kaç kişi tutuklanmış; kaç gazeteci, kaç muhalif mahkeme önüne bile çıkarılmadan aylarca hapislere atılmış, kaç kuruma kayyum atanmış, kaç medya kuruluşu kapatılmış, kaç ev basılmış, vb.. vb… Ben size söyleyeyim: Bu soruyu Fransızlara sorduğumda, uzun uzun düşündüler bildikleri tek bir basın mensubu vardı tutuklanan, o da kaçakçılık falan gibi bir suçtan. Bir de IŞİD’cilerin yuvalandığı bir cami, kendi talepleri üzerine kapatılmış.
Siz bütün demokratik değerleri ayaklarınız altına alın, AB’nin bütün ilkelerini, kırmızı çizgilerini hiçe sayın, üstelik bir de tehdit edin, sonra da bize düşmanlar diye feryat edip, kendileri bilirler diye posta koyun! Cemaatiniz ve bizler elimiz mahkûm, yiyoruz bu lafları, ama onlar yemezler.
Uzayacağı için tek tek saymıyorum; öyle çarpıtmalar vardı ki konuşmanızda (makama saygıdan ve korkudan yalan diyemiyorum) şahsiyetli, onurlu bir İçişleri Bakanı, bir Başbakan, bir danışman sizi hemen uyarırdı.
Taç üstüne taç giyiyorsunuz, daha doğrusu kendi tacınızı başınıza kendiniz takıyorsunuz. İşte tek adam oldunuz, muradınıza erdiniz, güçlüsünüz. Artık mağdur değil alabildiğine mağrursunuz. Beklenirdi ki yarımızın değil hepimizin, cumhurun tamamının başı olasınız. Beklenirdi ki yeni bir sayfa açalım diyesiniz. Beklenirdi ki toplumdaki acılara, “biz”- “onlar” ayrımı yapmadan sahip çıkasınız. Nerdeeee…
Konuşmanızı dinleyince, taçlanan başlarla ilgili özdeyişi hatırladım. O eski zamanlarda, eski padişahlar için söylenmiş demek ki! Günümüze uymuyor artık.