Tayyip Erdoğan’ın iktidardaki ilk yıllarıydı. Kendi deyişiyle: çıraklık dönemi. Musa Kart arkadaşımız bir karikatürünü çizmişti: Yumağa dolanmış bir kedi. Kıyametler koptu. Tayyip Bey hakaret davası açtı. Musa yargılandı. İş büyüdü. Karikatürdeki kedi Türkiye dışında da ünlendi. Batılılar hem güldüler halimize hem de şaşırdılar. Kedi, biraz da iç ve dış demokratik kamuoyunun tepkisiyle beraat etti.
Bizim evde hayvana, hele de kediye benzetilmek iltifattır, sevgi belirtisidir. Sabahları, günaydın yerine miyav, mırnav dediğimiz çok olur. Bazen bir soruyu kedi dilinde sorar, kedi dilinde cevap alıp pekâlâ da anlaşırız. Oğlumla telefonda ilk bir kaç dakika mav, miyav, mırnav, pıss diye konuşuruz. Hele de bir sorun varsa, “kedice”, ilişkiyi yumuşatmak için birebirdir. Lafın kısası kedi donunda çizilmek, kediye benzetilmek sevimli, hoş birşeydir bana göre.
Erdoğan’ın o karikatüre verdiği tepki, sonraları çok daha iyi tanıyıp öğreneceğimiz karakterinin aynasıydı. Neme lazım! Nasıl bir karakter yapısı olduğunu yazıp da başımı belaya sokmayayım. Kedinin beraatinden cesaret alıp fazla açılmayayım. Bakarsınız KCK davaları dizisinde PKK’li kediler ve kediciler dalgası başlatılır, kendimi bu sıcakta içerde buluveririm. Mav miyav kâr etmez, en az birkaç yıl yatarım.
Şimdi düşünüyorum da, yumağa dolanmış kedi karikatürü biraz erken çizilmişti. O günlerde Başbakan yumakla oynuyordu henüz. Yavru kediler, genç kediler oyuncu olurlar, bilirsiniz. Henüz masumiyet çağıydı. (Evet; kızmayın ama Tayyip Beyi’in bile bir masumiyet çağı oldu) Yumağa dolanmak değil, yumağı çözmekle meşguldü karikatürün çizildiği günlerde. Bugün, ülkenin içinde debelendiği hayati sorunlar karşısında, yumağa dolanmış kedi karikatürünün şimdi tam zamanı olduğunu düşünüyorum. Birkaç rötuş veya değişiklik yapmak kaydıyla: Kedinin dolandığı ipler çok daha sıkı, çok daha kuşatıcı, içinden çıkılamayacak gibi çizilmeli. Bir de kediyle birlikte ve onun marifetiyle, Türkiye de o iplerle kıskıvrak bağlanmış görünmeli.
Arap Baharı ile başlayan, Libya ile süren, Suriye’deki krizle yükselen, son gelişmelerle (özellikle Suriye Kürtlerinin ve Suriye PKK’sinin Kuzey Irak Kürt özerk bölgesi/devleti benzeri bir yapı kurmaya yönelmeleri) doruk noktasına varan süreç Tayyip Erdoğan Hükümetini, AKP’yi ve bütün Türkiye’yi çözülmesi son derece güç, sancılı ve korkulu bir noktaya getirmiş bulunuyor. Ortadoğu’da ve Sünni İslam âleminde yıldız gibi parlayıp bu âleme hükmetme ihtirası (bu kof emperyal düş) sınırımıza dayanan, -kimyasal silah kullanımının bile söz konusu olduğu- bir savaşta Türkiye’yi taraf yapıyor. Stratejik derinlik kitapları yazan harika çocuklar, suları akıtmak için söylenmesi gereken büyülü sözü öğrenmiş ama suları nasıl durduracağını öğrenememiş acemi büyücü çırağı misali, bölgede her an yeni patlamalarla gelişen son derece karışık, karmaşık ilişki-çelişki selleri karşısında çaresizler. Kendileri ne kadar farkındalar bilemem ama tam da yumağa dolanmış, debelendikçe daha da fazla dolanan kedi durumundalar.
Bugüne kadar, AKP’nin, Erdoğan’ın, Hükümetin doğru gördüğüm adımlarını desteklemiş; ilk dönemlerdeki Avrupa Birliği heyecanına, askeri vesayetin belinin kırılması iradesine, komşularla sıfır sorun siyasetine, Kıbrıs’ta (statükoya pek çabuk teslim olunan) çözümden yana tavra, Kürt sorununda açılamadan sona eren açılıma, 12 Eylül Anayasası’nda gedik açabilir, sivilleşmeyi kolaylaştırabilir düşüncesiyle Anayasa referandumuna destek vermiş (o gün bugündür de vizyonlarını ve kimliklerini AKP karşıtlığı ve korkusu üzerine inşa etmiş vesayetçi ulusalcı kesimlerden görmediği hakaret, zumzuklama kalmamış) biri olarak, şimdi kendimde rahat konuşma hakkını görüyorum: Başınız belada Sayın Başbakan, ne var ki bu belaya bizi de sürüklüyorsunuz. Yumağa dolanmış kedi karikatürüne kızan zatı âliniz şimdi tam da o fotoğrafı veriyorsunuz.
Kediyi tanımayan, kediliği hakaret sayanlar belki bilmezler; kedi yumaktan kurtulmaya çalıştıkça büsbütün dolanır. Kurtulması için yardım etmeye çalışanlara da çaresizlik ve panik içinde saldırır, tırmalar. Son zamanlarda hem sizin hem de yakın kadrolarınızın hali biraz ne yapacağını şaşırmış bu kediyi andırıyor.
Eski sözdür: Dün Halep’te yenilen hurmalar, şimdi biryerleri tırmalar, denir. Dün Kürt sorununda atmadığınız¸ atmayı deneyip de ilk kuru sıkıda korkup geri çekildiğiniz adımlar bugün çıkmaz bir noktaya vardırdı bizi. Yurt içinde biraz hot zotla, yağıp gürlemeyle, havuç ve sopa politikasıyla, biraz çoğunluk diktatörlüğü pervasızlığıyla işleri bir süre daha idare edebilirsiniz ama Dünyada işler sizin emriniz, sizin lütuflarınız, sizin öfkeniz, sizin aklınızla yürümüyor. Bugün Ortadoğu’da yaşanan ve çok daha beteri yaşanacak gelişmeler, “şuraya seksen sekiz minareli bir cami oturtun, heykelleri yıkın, tiyatroları kapatın, dindar kindar nesiller yetiştirin, üç çocuk yapın, içki içmeyin, kürtaj cinayettir, ölün de olmayın”, vb. gibi buyruklarla yönlendirilemiyor. Evdeki hesaplar başkalarının hesaplarına uymuyor, kısa görüşlü vur kurtulcu politikalarla sorunlar çözülemiyor. İktidarların sınandığı asıl alan, hele de günümüzde dünya sahnesidir, dış siyaset alanıdır. Bu alanda her gün biraz daha batağa gidiyoruz.
Son örnek: Körüklediğiniz, sonra da acemi büyücü çırağı gibi söndürmeyi başaramadığınız, dört bir yana sıçrayan Suriye krizi nur topu gibi bir Suriye Kürdistanı’na gebe. Bence hiçbir mahzuru yok. Bütün halkların, -Türkiye Kürtlerinin de- kendi kaderlerini tayin hakkına sonuna kadar inanıyorum. Halklar yanlış yapıyor da olsalar, kendi tercihleri, kendi yanlışlarıdır. Keşke Suriye’de de barışçı bir doğum olabilse. Keşke bizde de ister özerklik, ister federatif yapı içinde, Kürt halkının bütün hakları, eşit yurttaşlık temelinde tanınabilse. Ama kendi Kürtleri ile böylesine kanlı bıçaklı olan, Kürt yumağına dolanmış debelenen bir iktidar, kapısına bırakılan bu bebeği ne yapacak? İster yok saysın, ister yok etmeye çalışsın, ister desteklesin; ne yaparsa yapsın yumağa biraz daha dolanmaktan başka sonuç alamayacak. Çünkü kamburu var: Çözemediği, çözmeye yanaşmadığı kendi Kürtlerinin sorunları. Daha açık bir ifadeyle Türkiye Kürtlerinin gaspedilmiş hakları.
Türkiye Kürtleri bu haklarına kavuşmuş olsalardı; bırakın özerkliği, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi bile tabu konu sayılmasaydı; Kürt halkının haklarını Kürtlerle birlikte savunanlar yok PKK, yok KCK, yok BDP diye mahkemelerde hapishanelerde süründürülmeseydi, bu gün Türkiye gerçekten de haklı ve güçlü konumda olurdu. Suriye Kürdistanı, Irak Kürdistanı Türkiye Kürtlerine örnek olmaz, aksine Türkiye Kürtlerinin özgür ve eşit yaşadıkları bir ülke, onlara model olurdu.
Basiretsiz Kürt politikasının ve basiretsiz dış politikanın vardırdığı nokta ortada. Şimdi aşağı tükürsen sakal yukarı tükürsen bıyık. İki seçenek var: Birincisi, sınır ötesi operasyonlar, Kandil’i bombalamak vb. türünden alışılmış nakıs çözüm girişimlerini Suriye-Türkiye sınırındaki Kürt bölgesine de yöneltmek. Korkarım buraya doğru sürükleniyorsunuz. Aman dikkat! Oralarda dağ, taş ve de PKK kampları değil, 80-100 bin nüfuslu şehirler var!
İkinci seçenek: şimdilik Barzani’nin önayak olduğu anlaşılan Suriye Kürt özerk bölgesini desteklerken Türkiye kürtlerine de hak ve özgürlüklerini tanımak. Bunun için de Kürt hareketinin bütün muhataplarıyla müzakerelere oturmak. Hiçbir çözüm yolunu ve biçimini baştan reddetmeden, cesaretle ve açık yüreklilikle... Bu seçeneğe yanaşmazsanız, en azından yarısı sizlere güvenen halkı da ikna ederek çözüm yolunda acil adımlar atmazsanız, bir süre sonra işler sizinle veya sizsiz yine olacağına varacak: Irak Kürdistanı, Suriye Kürdistanı derken Türkiye Kürdistanı da devreye girecek. Arada geçecek nafile zamanda ise yine insanlar ölecek; üstelik bu defa ölüler üçle beşle değil elliyle yüzle hesaplanacak. Ve asker sivil gencecik ölülerin vebali günahı sırtınızda olacak.
Felaketten önce son çıkış noktası çoktan aşıldı. Şimdi son anda kurtulabilmek için hızlı bir U dönüş yapmak gerekiyor. Oslo sürecine, Kürt açılımına, Öcalan’la görüşmelere dönmek, Suriye politikasını komplekse kapılmadan gözden geçirmek, özerk Kürdistan bölgelerini kucaklayıcı politikalar üretmek, kendi Kürtlerinden korkmamak gerekiyor. Çabaladıkça dolandığınız yumaktan kurtulmanın, ipin ucunu bulup çözmenin tek yolu bu.
Yumağa dolanmanın ne demek olduğunu bilen bir kedi olarak, size bir çift sözüm var Sayın Başbakan: Mi yavv!
Umarım “bilinmeyen bir dille” konuşmamışımdır. Gelecekte Kürtçe gibi Kedice öğrenmek de gerekebilir, aklınızda bulunsun.