Anlamaya, yorumlamaya, nedenlerini kavramaya çalışıyorum.
Sosyal medyadan, gazete köşelerinden, televizyonlardan, yetmedi Meclis oturumlarından, grup toplantılarından, siyasal atışmalardan, sokaklardan, meydanlardan çevreye saçılan bu kin ve nefret insanlarımızın beynine, yüreğine nasıl oturmuş böyle! Kavga, tartışma, çatışma, hırs, öfke, kıskançlık, haset: hepsi insanî zaaflar, hepsi insana dair. Ama bir süredir toplumu saran, dalga dalga yayılan bu saldırganlık, bu kötücüllük!.. Kendi cephesinde yer almıyor, kendisi gibi düşünmüyor, kendisi gibi yaşamıyor diye tanımadığı, görmediği insanların ölmesini, işkence görmesini, hapishanelerde sürünmesini isteyen, bu isteğini küfür ve hakaretlerle açık açık ilan eden… Ya da düşman saydığı kişinin onurunu, haysiyetini, kimliğini, kişiliğini en ağır ithamlar, hakaretler, tehditlerle açıkça ya da sinsice ayaklar altına alan bir kin ve nefret tufanıyla karşı karşıyayız.
Sosyal medyada Ak troller olarak bilinen koyu iktidar yanlıları kin ve nefret saçmakta başı çekiyor. Geçen yazımda sözünü ettiğim genç kadın örneğin: Ciddi sağlık sorunlarıyla hastaneye yatan Kadir İnanır için “gebersin, çıkmasın o hastaneden, bir PKK sevicisi eksik olur” türünden tweet’ler atabiliyor. Yine aynı kadıncağız, CHP Genel Başkanı’nın askerliğini yapmakta olan oğlunun ölümünü istiyor, “o Alevi, şehit olmaz ondan, kaçarken vurulsun,” vb. gibi, insanın içini acıtan, midesini bulandıran, utandıran şeyler yazabiliyor. Ve bu tür tweet’ler öyle sanıldığı gibi üç beş trolden değil on binlerce, belki yüz binlerce hesaptan boca ediliyor. Öte yandan iktidar yandaşı köşe yazarları, televizyon figürleri, siyasetçiler muhalif saydıkları herkes için benzer hezeyanlarda, kin ve nefret söyleminde bulunmaktan çekinmiyorlar.
En tepeden kaynaklanan, bilinçli olarak topluma dalga dalga yaygınlaştırılan kin, nefret, düşmanlık söyleminin cepheleştirici etkisi altında kalan güruhu anlamak mümkün. Kendilerini Reis’leriyle özdeşleştiren, onun sayesinde ezilmişlikten, mağduriyetten kurtulup iktidara yükseldiklerini ve iktidar nimetlerinden yararlanabileceklerini sanan; kültürel, sınıfsal aşağılanmışlık duygularını hedef gösterilen ötekilere kin kusarak tatmin etmeye çalışan, çoğu tümüyle cahil, bir bölümü okumuş da olsa çıktığı çevre, yetişme ortamı, itaat ve biat kültürü bagajları yüzünden kafa ve yürek cehaletinden kurtulamamış insanlar bunlar. Büyük altüstlük dönemlerinin ve despotik rejimlerin kaçınılmaz değer bunalımının kurbanları ve cellatları.
Kin, nefret, düşmanlık söylemi, kendilerini solda gören/gösteren bir kesimde de, belki biraz daha rafine (incelmiş, kibarlaşmış) bir dille ama aynı kötücüllük ve saldırganlıkla çıkıyor ortaya. Sayıları az ama gürültüsü fazla bu kesim kendilerinden farklı düşünen, farklı siyasal-ideolojik tercihleri olanları paralamayı, hırpalamayı, itibarsızlaştırmayı, haysiyet cellatlığı yapmayı, üstelik de devrimcilik, ulusalcılık, solculuk adına meşrulaştırıyor. Son örnek; Murat Belge’nin bu kesimin hedef tahtasına oturtulması.
“Vurun Murat Belge’ye” kampanyası bir bakıma Ak trollerin ruh halini tersten yansıtıyor: Hegemonik konumunu ve nostaljik hayallerini kaybetmiş olmanın yenilgi duygusu, ilaveten de kıskançlığı aşan haset…
Murat Belge benim kuşağımın önemli aydınlarından biridir. Fikirlerine, üslubuna, tarzına, yazıp çizdiklerine katılmayabilirsiniz; ama ne kadar çabalarsanız çabalayın onu toplumun kültürel hafızasından silip yok edemezsiniz. Murat siyasî amaçları, siyasî eylemi olan biri değil, medyatik bir kişi hiç değil. Uluslararası planda da adı ünü bilinen bir akademisyen, muhalif, sol bir aydın.
Bir kitap yazmış: “Şairaneden Şiirsele, Türkiye’de Modern Şiir”. Kitabın başlığı “Tanıdığım şairlerden anılar” gibi bir şey olsaydı, sorun yoktu ama Türkiye’de Modern Şiir dediniz mi, kitap eksik-aksak kalıyor. Söyleşilerde Belge de kabul ediyor bunu. Konu; edebiyat eleştirmenlerini, edebiyat çevrelerini, okurları ilgilendirecekken, (ki, doğrudan metinle ilgili değerli eleştiriler çıktı) birden Belge’nin siyasal duruşuna, kimliğine, kişiliğine saldırıya dönüşüyor. İlk taşı kimin, nasıl attığını bilmiyorum. Ama Murat Belge’nin Oxford Üniversitesi’ne gitmek üzere başvuruda bulunduğu haberiyle birlikte sosyal medyada ve gazete köşelerinde başlayan saldırı büyük ölçüde ulusalcı sol’dan geliyor.
Neden, diye soruyorum kendime. Yapılmak istenenin kof ve kıskanç bir öfkeyi kusmak, kendi varlığını ötekini itibarsızlaştırarak, aşağılayarak ortaya koymak (ki psikolojide yeri olan tipik bir aşağılık kompleksi belirtisidir), Belge’nin şahsında bu ülkenin gerçek (sol) demokratlarını “dövmek”, böylece kendi bağnaz, tek doğrucu haklılık mitini güçlendirmek olduğunu düşünüyorum.
Hiçbir yere kıpırdamayacak olmamın rahatlığıyla sorayım: Yurt dışına gitmek, başka bir ülkenin saygın bir üniversitesinde ders vermek ne zamandan beri günah oldu? Murat Belge’ye saldıranlardan, zamanında askerî darbelere karşı çıktığım için bana da saldırmış olan bir kişi, Ergenekon-Balyoz davaları sırasında hiçbir tehdit altında olmadığı halde soluğu Amerika’da almıştı. Bugünlerde ise Tayyip Erdoğan’ın savaşçı, milliyetçi politikasını alkışlayan tipik yandaş yazılar yazıyor.
Murat Belge Oxford Üniversitesi’ne başvurdu mu, gidecek mi, bilmiyorum. Ama insanlar ülkelerinde kendilerini güvende hissetmediklerinde yurtdışına çıkmakta sonuna kadar haklıdırlar. Ayrıca sağdan soldan kusulan bu kin ve nefret bazen havayı öyle bir kirletir, öyle boğucu hale getirir ki, nefes alabilmek ve temiz kalabilmek için de başka ufuklara yönelir insan.
Bu ülkede sağıyla soluyla, Ak trolü sol trolüyle bir sevgisizlik, anlayışsızlık, kötücüllük cephesi var. Siyasal mücadele sandıkları şey, ötekine saldırmaktan ibaret. Kendilerinden farklı düşüneni, kendi doğrularından farklı doğruları olanı yok etmeye, susturmaya, itibarsızlaştırmaya çalışan; haysiyet cellatlığından, ihbardan, linçten çekinmeyen “yerli ve millî” antidemokratik cephe.
Sağ’dan ya da sol’dan, tümünün ortaklaştığı nokta: herkes için demokrasi, herkes için özgürlük, herkes için adalet isteyen; kim olursa olsun, hangi siyasal hattan, hangi görüşten, hangi etnik kökenden, hangi inançtan olursa olsun herkesin hakkını, hukukunu, onurunu, özgürlüğünü siyasal-ideolojik ayrım yapmaksızın savunan gerçek demokratlara, milliyetçilik mikrobundan arınmış barışçılara, çatışmayı değil uzlaşmayı yeğleyenlere saldırmak.
Hukuğun h’sinin, kanunun k’sinin, bağımsız yargının y’sinin kalmadığı şu günlerde ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm edilen Nazlı Ilıcak, Ahmet Altan, Mehmet Altan ve diğerleri için “Oh olsun” diyebilen, Cumhuriyet gazetesine operasyonda iktidarın muhbiri, tanığı, destekçisi olmaktan utanmayan, düşünce ve ifade özgürlüğünü kendilerinden başkalarına tanımayan, faşizme doğru dolu dizgin giderken demokratik birliğin yaşamsal önemini hiç anlamayan ve bilerek bilmeyerek Ak trollerle ittifak kuranlar…
Bu kadar kin ve nefretle, öfke, haset ve habasetle nasıl yaşayabiliyor bu insanlar diye soruyorum kendime. Onlar adına da, ülkemin geleceği adına da kahroluyorum. Yine de biliyorum ki hepsinin derununda bir insan, köreltilmiş de olsa vicdan var. Hiçbiri için kötülük dilemiyorum. Ve yarın devran başka türlü döndüğünde onların haklarına da sonuna kadar sahip çıkmayı kendi ahlâk sınavım olarak görüyorum.