Bekleniyordu. 7 Haziran-1 Kasım 2015 süreci, “Erdoğan-Bahçeli-derin odaklar” ittifakının iktidarı kaybetmemek için neleri göze alabileceklerini herkese göstermişti. Toplumda huzursuzluk, korku ve tepki yaratacak terör eylemlerinin ilk kurşunu, Mersin Mezitli’de polisevine atıldı. “Bu dönemde, bu ortamda Kürt siyasî hareketine, HDP’ye, demokrasi mücadelesine büyük zarar verecek böyle bir saldırıyı PKK yapmış olamaz” diye düşünenler yanıldılar, PKK eylemi üstlenmekte ve yüceltmekte gecikmedi.
Selahattin Demirtaş da gecikmedi, şiddet eylemini anında kınadı. Edirne’deki hücresinden gönderdiği mesajda, “Mersin’deki silahlı saldırıyı kınıyorum. Siyasetin sorumluluğu şiddet dışı çözümlerde ısrarcı olmaktır, ölümleri durdurmaktır. Şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağız. Demokratik siyasette ısrarcı olacağız, Bunun herkes tarafından bilinmesini isterim.” diyordu. Hemen ardından da HDP yönetiminin aynı mealdeki açıklaması geldi.
İçişleri Bakanlığı koltuğunu işgal eden zatın, şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağını bildiren Demirtaş’a cevabı, “Katil Demirtaş, o kadar iğrenç ve aşağılıksın ki birlikte fail olduğun PKK’yi temize çıkarıyorsun” oldu. Kişiliğini ayna gibi yansıtan üslubuna, son zamanlarda ipin ucunu iyiden iyiye kaçırmış ruhsal durumuna alışık olduğumuzdan yadırgamadık.
Ama Soylu, Demirtaş’a saldırmakta yalnız değildi. PKK’nin Demirtaş’a ve HDP yönetimine cevabı: “Kürt halkını ve değerlerini korumak için kendisini feda eden fedaileri, hangi gerekçeyle olursa olsun düşman diliyle kınamak ancak sindirilmişlikle ifade edilebilir” oldu. Türkiye Cumhuriyet’nin İçişleri Bakanı ile PKK; terörü, silahı, şiddeti reddeden, demokratik siyaseti savunanlara karşı birleşmişlerdi. Çünkü iktidar da PKK şefleri de kendi bekalarına tehdit olarak gördükleri demokratik çözümden, demokratik sivil siyaseti giderek daha kararlı savunan HDP’den rahatsızlardı. Ne kadar derin kaos, ne kadar şiddet; o kadar iktidar!
PKK yönetimi, çözüm sürecinin siyasî ayağı olarak kurulan HDP’deki ağırlığının zayıflamasından, Parti’nin kendi güdümünden çıkma olasılığından her daim huzursuz oldu. Parti’de Demirtaş’ın Türkiyelileşme ve demokratik siyaset çizgisinin ağırlık kazanmasını kendi amaç ve stratejisinin karşısında engel olarak gördü.
PKK’nin; 7 Haziran seçimlerinde barajı aşarak beklenenin üstünde bir oy oranıyla Meclis’e üçüncü parti olarak giren HDP’nin zaferini küçümsemesi, bu sonuca rağmen “gereğini yapamadığı” için sert eleştiriler yöneltmesi hatırlardadır. Bu konuda birkaç yazı yazdığımı hatırlıyorum. Bu türden yazı ve görüşler şahinler tarafından Kürt hareketine dışardan müdahale, “Türk milliyetçiliği”nin tezahürü olarak algılanırdı. Anlamak istemedikleri ya da umursamadıkları, Kürt meselesinin barışçı, demokratik çözümünün demokrasinin ön şartı olduğu, Kürtler kadar, hatta daha fazla Türkleri ilgilendirdiğiydi.
Aradan geçen sancılı ve karanlık yedi yılda, Kürt silahlı hareketi dünya ve bölge koşulları gereği sınır ötesine yaygınlaşıp farklı boyutlar kazandı. Türkiye’de 1980 sonrasında Kürt özgürlük hareketinin örgütü olarak gelişen, devletin ağır baskı, zulüm, şiddet politikalarından beslenen PKK Suriye savaşıyla birlikte ulusal sınırları aşıp uluslararası bir kimliğe büründü. Bu süreçte HDP’de adım adım değişim geçiriyor, Kürt sorununun çözümüne yönelik bir geçiş partisi olmaktan, demokrasi mücadelesinin ayrılmaz parçası olan Kürt sorununun çözümünü önceleyen bir Türkiye partisine doğru evrilme sancıları çekiyordu.
Tabanın talepleri, bölgenin değişen koşulları ve zamanın ruhunun etkisiyle tetiklenen, ifadesini Selahattin Demirtaş çizgisinde bulan bu evrim süreci savaştan, terörden, şiddetten nemalanan iktidarı (Cumhur İttifakı, şoven Türk milliyetçiliği, çevrelerindeki çıkar grupları) Erdoğan, Bahçeli, Soylugiller’i doğal olarak ürkütüyordu. Onların tercihi “terör örgütü”yle özdeşleştirebilecekleri bir HDP’ydi.
Ve PKK, Mezitli eylemiyle yardımlarına koşmakta gecikmedi.
Bir polisin yaşamını yitirmesine, bir diğerinin yaralanmasına neden olan Mezitli saldırısı aslında ucuz atlatılmıştı. Saldırılan nokta bir karakol değil, onlarca insanın, polis ailelerinin oturduğu bir poliseviydi. Sivillere, masum insanlara yönelmiş bu saldırının bir terör eylemi olduğunu dile getirmekten, eşyayı adıyla çağırmaktan kaçınmamak gerekiyor.
(Yeri gelmişken: Korku, panik yaratmak, halkı sindirmek, sivil toplumu destabilize etmek için bir savaşın veya çatışmanın tümüyle dışındaki sivillere, genç ihtiyar, çoluk çocuk halka yönelen şiddet terör eylemi olarak adlandırılır. Mesela PYD Kuzey Suriye’de, herhangi bir silahlı örgüt başka bir yerde bölgesini, halkını savunurken de şiddet eylemleri gerçekleşir. Her savaş özünde şiddettir zaten. Ama şiddet, tek amaç olarak korku, yılgınlık yaratmak için masum sivil halka yönelirse bunun adı terördür. 90’larda ordu, özel kuvvetler, her neyse, bir köye girip köyü yaktığında, köy halkını meydana toplayıp işkenceden geçirdiğinde, insanları kaçırdığında veya öldürdüğünde, bu da devlet terörüydü.)
PKK’nin üstlendiği saldırının zamanlaması, şu ağza sakız deyimle “manidar”ın ötesinde bir mesaj taşıyor. Kapatma davasının sona yaklaştığı, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın ilan edildiği, önümüzdeki muhtemel seçimlerde kilit parti olacağının anlaşıldığı, Kürt meselesinin 6’lı Masa’nın aşil topuğu olduğunun iyice ortaya çıktığı bir dönemde, saldırı Türkiyelileşme ve demokratik siyaset çizgisine oturmaya çalışan HDP’ye yöneliyor. Böylece de iktidarın “terör=PKK=HDP” şeytan denklemi doğrulanırken, başta CHP, demokratik muhalefet de zora sokuluyor, 6’lı Masa’nın Kürt fobili şoven milliyetçi ortağına koz veriliyor. Böylece, dolaylı da olsa, seçmenler terörize edilerek iktidarın ağına düşürülüyor. İşbirliği dediğin bu kadar olur!
CHP’yi Mezitli saldırısıyla bağlantılı göstermek için önce yalana dolana başvurup, sonra gerçek ortaya çıkınca büsbütün saçmalayan Soylu, olayı şöyle açıklıyor: “…..ondan sonra da o ilâ cehenneme zümera, cehennemin dibine gittikleri eylem ABD merkezli. Münbiç’ten hareket ettiler, önceki akşam saat 20.00 itibariyle tam 12-13 saat paramotorla, paraşütlü motor var ya, motorlu paraşüt hani, Tarsus’a geldiler, ondan sonra akşama kadar orada kaldılar, birilerinin arabalarına binerek gelip eylemi gerçekleştirdiler…”
Bir içişleri bakanı çok önemli bir olayla ilgili açıklama yapıyor. Dil bu, üslup bu, kötü bir çocuk macera filminden beter bir saçmalama. Ama üzerinde önemle durulması gereken bir gerçek var: Kaç numara ayakkabı giydiklerini bile bildiğiniz, adım adım takip ettiğinizi söylediğiniz bu “teröristler”, icabında MİT’in gidip nokta atışı adam kaçırdığı, ajanlarınızın cirit attığı o bölgeden 12-13 saat havada süzülerek gelirken, Tarsus’ta akşama kadar kalırken, arabalara binip Mezitli’ye varırken nasıl haberiniz olmamış?
15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsü konusunda her şeyi bilmiyoruz ama kuşku götürmeyen gerçek, iktidarın başındakilerin darbeden haberdar oldukları. Belki işin bu noktaya varacağını hesaplamamışlardı ama sonradan Allah’ın lütfu olarak niteleyecekleri kalkışıma o lütfa kavuşmak için bile isteye yol verdiler.
Soylu’nun açıklamalarını (hezeyanlarını demek daha doğru) duyunca ilk aklıma gelen 15 Temmuz oldu. Açıklamaya bakılırsa, PKK’nin eylemine ya bilerek yol verdiler, yani işbirliği yaptılar. Ya da, ordusuyla, istihbaratıyla, MİT’iyle, İçişleri Bakanlığı’yla devlet kurumları tümüyle çökmüş, işlevsiz ve yetersiz durumda.