Sadece muhalefete değil AKP'lilere de sesleniyorum. Çakıcı nâm kişinin CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'na yönelik hakaret ve tehditleri, lümpen mafya raconunun müptezel bir örneği olmanın çok ötesinde anlam taşıyor. Vatanına, milletine, Devlet Bahçeli'ye bağlı "organize suç örgütü" reisi (eşyayı adıyla çağırıp mafya bile diyemiyoruz), başbuğu ve hâmisi Bahçeli'ye selam çakıyor.
Yirmi küsur yıl sonra yeniden ve bir kez daha, "Ülkücü mafya-devlet-siyaset" üçgeninin ayan beyan açığa çıktığı Susurluk günlerindeyiz. Üstelik bu defa suçun ortaya dökülmesi için Susurluk'ta kamyona çarpmaları gerekmiyor, iktidardan aldıkları güçle devletin kilit noktalarına yerleşmiş durumdalar.
Bir süre önce yayımlanan bir fotoğraf aslında çok şey anlatıyordu. Aile albümünde kalması için değil dostun düşmanın görmesi için çekildiği sosyal medyada dolaşıma sokulmasından da belliydi. Susurluk'un sembol kadro üyeleri fotoğrafta beşuş çehrelerle bizlere bakıyorlardı. Çatlı'nın yerini aynı kadrodan Çakıcı almıştı. Ötekiler, en başta Mehmet Ağar, bilinen kişilerdi.
Gözlerim, özel af niteliğinde bir operasyonla Çakıcı'nın tahliyesini sağlamış, onu makamında kabul ederek iade-i itibar eylemiş (daha önce de hapishanede ziyaret etmişti zaten), bu mutlu tablonun mimarı Devlet Bey'i ve Ağar'ın yetiştirmesi Soylu'yu da aradı ama herhalde geri planda kalmayı, aynı fotoğrafta görünmemeyi tercih etmişlerdi.
O fotoğrafı gördüğüm gün ülke adına, halk adına, kendi adıma bir kez daha endişelendim. Çünkü bu kadronun simgesel anlamını geçmişten de biliyordum. Bu fotoğrafa, Bahçeli ve Soylu'nun uzun süredir izlemekte olduğumuz tarz-ı siyasetleri, zihniyetleri, söylemleri ve edimleri eklenince "Nereye götürülüyoruz?" sorusunun cevabı büsbütün yakıcı hâle geliyordu.
Devlet Bahçeli'nin, bencileyin kötü niyetli "hain"lerin gözünde "mafyacıyı kodesten çıkaran adam" sıfatını göze alacak kadar önemsediği Çakıcı'nın Kılıçdaroğlu'na yönelttiği, "ulan dürzü", "köpeklik yaptığın vatan hainleri", "seni bakla kazığı ile tanıştırırım", "sana akıllı ol diyorum" türünden mafya jargonu ile bezenmiş tehdit mektubunun, kendini bilmez bir meczup veya bir fanatik tarafından Sayın Bahçeli'ye, İçişleri Bakanı Soylu'ya ya da Cumhurbaşkanı'na hitaben yazılmış olduğunu düşünün bir an.
Neler neler olurdu? Anında tutuklanır, terör örgütü mensubiyeti saptanır, başına gelmedik şey kalmazdı. Bir keresinde "…Ezmek, yıkmak, öldürmek, idam, savaş, düşman, hain, vb. söylemini yüzü nefretle tekallüs etmiş şekilde bağıra çağıra dillendiren, herkese tehditler savuran Devlet Bey" diye yazdığım için hakkımda kamu görevlisine hakaretten dava açılmıştı. Yağmur yağacak deyince, "Vay sen bana ördek dedin" derekesinde hassas ve burunlarından kıl aldırmayan yöneticilerimiz böyle bir küfürnâme-tehditnâme alsalardı ne olurdu? Düşünürken bile insanın korkudan dudakları uçukluyor.
Ama Çakıcıgiller'in korkması için bir neden yok. Onlar devletin derinliklerinin koruması altındalar. Orwell'in Hayvan Çifliği'ndeki Domuz'un (Aman yanlış anlaşılmasın, Orwell'in kitabının kahramanından söz ediyorum) koyduğu "Çiftlikteki bütün hayvanlar eşittir ama bazıları daha eşittir" ilkesi geçerli onlar için.
Sadece CHP, sadece muhalefet partileri değil Cumhur İttifakı'nın büyük ortağı AKP (yoksa küçük ortağı mı demeliyim, çünkü siyasî gidişata yön verenin aslında Bahçeli-Soylu çizgisi olduğunu artık herkes görüyor) Çakıcı'nın mektubunun kendilerine de yönelen bir tehdit olduğunu görmüyorlar mı? Erdoğan'ın kendi iktidarının beka'sını sağlamak için yapıştığı MHP/Bahçeli ipinin ülkeyi de partiyi de nerelere sürüklediğinin farkında değiller mi? Mafya takviyeli derin güçlerin devletine dönüştürülmeye çalışılan Türkiye'de kendilerine de siyaset alanı kalmayacağını, gıklarını çıkarsalar kendilerinin de "hainler" kervanına katılacaklarını düşünemiyorlar mı?
Son günlerin kargaşası, gittikçe derinleşen ekonomik, toplumsal, siyasal kriz, faşizan güçlerle emirlerindeki çetelerin etki gücünü büyütüyor. AKP'nin içindeki çalkantılar, partinin ve liderin kriz karşısıdaki zaafıyla birleşince kendi iktidarından başka şey düşünmeyen, tek adam rejimi sürdükçe Susurluk devletinden rahatsız olmayan, aksine o kadroları kendi beka'sının teminatı olarak gören Erdoğan, ortağına büsbütün teslim oluyor.
Bütün muhalefete, hepimize, demokrasiye tehdit niteliğindeki bu son olayda CHP'den gelecek açıklamalar, tepkiler, suç duyuruları yetmez. Eşeğini dövemeyince semerini dövmekle yetinen muhalefetin Çakıcı'yı muhatap almasının anlamı yoktur. Muhatap, o tehdit mektubunu yazıp açıklamaya cüret eden kişi hakkında anında soruşturma açmayan, anında gözaltına almayan İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, ilgili savcılar, mahkemelerdir. Siyaset ahlâkı açısından da -kişinin aidiyeti cihetiyle- en azından bir açıklama yapması ve Kılıçaroğlu'ndan özür dilemesi gereken Devlet Bahçeli'dir.
Kılıçdaroğlu'na yönelik bu son saldırı, bir türlü buluşamayan, birleşemeyen, birlikte görünmekten çekinen muhalefet partilerinin ortak bir ses çıkartmaları, yan yana durmaları için bir fırsattır. Tek tek kınamak yerine, hiç değilse bu olayda bütün muhalefet liderler aynı karede görünüp faşizan saldırılara karşı bir set oluşturduklarını dosta düşmana gösterebilseler Susurlukçular gerileyeceklerdir.
Muhalefet liderleri, "Vallahi de billahi de birlikte anayasa çalışması yapmadık" diyerek defansa çekilmek yerine, "Ne yazık ki böyle bir çalışma yapmadık ama görevimizi savsakladığımız için halkımızdan özür dileriz, tez zamanda toplanıp yapacağız" diyebilselerdi meydan mafyacılara, Susurlukçulara kalmazdı.
Bugün daha "sakıncasız" bir konuda yan yana gelip "Mafya devletine, Susurluk özlemine geçit vermeyeceğiz" türünden tek bir cümleyi birlikte söylemek, birlikte imzalamak bile yeter. Yoksa bugün Kılıçdaroğlu'na yönelen tehditler ve saldırılar çok geçmeden bütün muhalefete yönelecek, hatta AKP bile saldırılardan kendini kurtaramayacaktır.