Ben mi yanlış duydum diye yine kendimden şüpheye düştüm. Önce Başbakan’ın telekonferansla katıldığı AKP İstanbul Gençlik Kolları Genel Kurulu’ndaki konuşmasını dinlerken, sonra da Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü bir adamın tüyler ürpertici sözlerini televizyondan duyduğumda...
Cümlesine “Modern, dindar bir gençlikten söz ediyorum” diye başlayan Erdoğan, hitabet gücünün şehvetine kapılıp “Dilinin, dininin, kininin davasına sahip çıkan bir gençlik” dediğinde, gerçekten de yanlış duyduğumu sandım. Aynı konuşmanın verildiği bir iki kanala zaplayınca, aklımın ve kulaklarımın sağlam olduğunu anlayıp kendi adıma ferahladım ama ülke adına, gençlik ve gelecek kuşaklar adına, hatta Başbakan’ın adına aynı ferahlığı duyduğumu ve rahatladığımı söyleyemem. Ertesi günkü (benim görebildiğim) gazetelerde cümledeki “kin” sözcüğü yoktu. Onun yerine ya beyninin diye yazılmıştı, ya da o sözcük atlanmıştı. Haberi servis eden ajanslar da benim gibi irkilip Başbakan’ı koruma refleksiyle mi sansüre başvurdular, AK Parti metni basına böyle mi geçti bilemem. Eskiden, söz uçar yazı kalır denirdi, şimdilerde buna da güvenmemek gerek, söz de kalıyor, tekrar dinlemek mümkün oluyor.Bugüne kadar, “Başbakanımız, konuşmasında ‘kin’ dememiştir” diye bir düzeltme gelmediğine göre, muhtemelen de Erdoğan’ın şiir sandığı hamasi manzumelerden bir mısra olan bu sözleri veri sayıyorum. (Bu arada Bayburt Belediye Başkanı da Erdoğan’a atfen aynı sözleri tekrarladı.)
Başbakan’ın özlediği “Dilinin, dininin, kininin davasına sahip çıkan gençlik”, önderinin gösterdiği hedef doğrultusunda ne yapacak?
Önce, sahip çıkılması önerilen kinden başlayalım. Kin ve nefret duyguları ahlâken olduğu kadar dinî açıdan da olumlanmayan insanî zaaflardandır. Kin ve nefret kâmil insana yakışmayan ilkel duygulardır. Kuşkusuz, içinde yaşadığı koşullar, baskı ve zulüm, haksızlıklar, adaletsizlikler mağdur olanda kendisini mağdur edene karşı kin, nefret ve intikam duyguları doğurur. Anlaşılabilir ve insanî bir durumdur bu. Ama anlaşılabilir olması şairane ifadelerle ve retorikle süslenerek teşvik edilmesini haklı göstermez. Bir başbakanın yapması gereken, kininin davasına sahip çıkmayı öğütlemek değil mağduriyet koşullarının ortadan kaldırılmasını sağlamaktır. “İçinizdeki kinden ve düşmanlıklardan kurtulun; herkesin dinine, inancına, diline, özgürlüğüne kendi inancınız, kendi özgürlüğünüz, kendi diliniz gibi sahip çıkın” demektir.
Ahlâk da din de hoşgörüyü, tevazuyu, affı, şefkati yüceltir; kini değil. Lafını bilmez, sıradan biri değil debir lider “kininizin davasına sahip çıkın” diyorsa, durum vahimdir. Çünkü “kimlere karşı kin?” ve “ hangi kinin davasına, nasıl sahip çıkılacak? soruları gelir gündeme. Gençlikten hangi kinin davasını gütmesini istiyor Başbakan? Mayasında ve genetik kodlarında yeterince kin birikmiş/biriktirilmiş; milliyetçi-faşizan önyargıların ve katli vaciptir anlayışının yaygın, cepheleşmelerin derin olduğu bu ülke çocuklarına kininin davasına sahip çıkmayı öğütlemek ne anlama geliyor? Bir dil sürçmesi kabul etsek bile, düzeltilmedikçe, istemeden de olsa kimler kimlere karşı kışkırtılıyor?
Kininin davasını bir yana bırakıp gelelim dilinin ve dininin davasına sahip çıkmaya... Yine, hangi dil ve hangi din diye sormadan edemiyorum. Örneğin, dillerine sahip çıkmak için mücadele eden Kürtlere, hem de bu konuda elinde güç ve yetki olduğu halde Başbakan hiç sahip çıkmıyor; anadilde eğitimin lafını bile duymak istemiyor. Örneğin, Sünni Müslümanlarla eşit haklara sahip olmayı talep eden Alevilerin davası da kurultay murultay diye oyalanıp bir adım öteye gitmiyor. Zorunlu din derslerinin kaldırılmasını isteyenlerin inanç özgürlüğü davaları da pek makbul sayılmıyor. Çağdaş/ modern gençlik peşinde olan Başbakan ve benzerlerinin hiç hatırlamadıkları, belki akıllarına bile gelmeyen, zihin dünyalarında yer bulmayan düşünce: çağdaşlığın internet kullanımı ve neoliberal piyasa özgürlüğüyle değil inanç, ifade, kültür, dil, din, vb. konularında mutlak özgürlük ve haklarla tanımlandığıdır. Burada kine hiç yer yoktur; dillerin ve dinlerin davası da her birinin mutlak özgürlük içinde ve ötekine saygı göstererek kendini geliştirmesi, derinleştirmesi, zenginleştirmesinden ibarettir. Özetle, söz sanatı adına kurulduğunu düşünsek bile yeterince sorunlu olan bu kof ve savaşçı cümle, siyasal bakış açısından ele alındığında tek sözcükle vahimdir.
Tayyip Erdoğan’ın sözlerinden Dumlupınar İlköğretim Okulu Müdürü adamın, “Emniyette suçluların kanını alıp gen haritası çıkarsınlar. Çocuk doğduktan sonra analizi yapılsın; vatana millete zararlıysa yürümeden yok edilsin” sözlerine atlamam, kimilerini yadırgatabilir. Birincisi: iki söz peşpeşe geldi ve ikisi de yüreğime, vicdanıma lök gibi oturdu. İkincisi, derinine inildiğinde her ikisi de otoriter, milliyetçi, buyrukçu, devlet tapınçlı ve mutlakçı bir düşünce ikliminden kaynaklanıyor. Belki psikolojik sorunları da bulunan okul müdürünün sözlerini ilk bakışta Başbakan’ın kin davası sözüyle karşılaştırmak hele de aynı kefeye koymak mümkün görünmüyor. Ama, kininin davasına sahip çıkma çağrısı ile vatana millete zararlı olacak çocuğu yürümeden yok etme önerisi savaşçı, eril, faşizan dil noktasında kesişiyor.
Nefret söylemi falan diyoruz; nefret söylemi yasası çıksın diye uğraşıyoruz. Ötekine karşı nefret; kişinin kendi değerlerine, kendi diline, dinine, inancına, düşüncesine uymayanlara, yabancı gördüğüne, farklı olana duyduğu kinden kaynaklanır. Hem siyasî liderin hem de eğitimcinin görevi, bir yandan yasalarla, öte yandan verdiği örnekle, eğitimle, toplumda kin ve nefreti yok etmeye çalışmaktır. Başbakan, kininin davasına sahip çık diyor; o sözde eğitimci adam da vatanın, milletin huzuru için henüz yürümemiş bebelerin bile öldürülmesini önerebiliyor, çünkü vatana millete zararlı saydıklarına kin besliyor. İcazeti de aldı mı, gücü yetse, bu davasının peşinden gidebilir pekalâ.
Benim asıl iliklerimi donduran, adam bu sözleri söylediğinde salondan yükselen kahkahalar, gülüşmeler oldu. Okul müdürleri ile Emniyet müdürlerinin katıldığı bir toplantıydı bu. O sözlerin kaynaklandığı zihniyet ikliminin toplantıda hazır bulunanlarca nasıl doğal karşılandığının, nasıl kanıksandığının, belki de benimsendiğinin ürkütücü bir göstergesiydi o gülüşler. Daha önce binlerce, yüzbinlerce, hatta milyonlarca çocuğumuzun, gencimizin yüreklerinin ve beyinlerinin, bu adamın benzeri olan ama belki daha az budala olduğu için düşüncelerini başka türlü ifade eden aynı iklimin ürünü eğitimciler veya siyasetçiler tarafından nasıl karartıldığını, nasıl iğdiş edildiğini düşünecek olursak, tablonun vahameti daha iyi görülür sanırım.
Hani, bir muhafazakârlık güzellemesi sürüp gidiyor ya son zamanlarda. O muhafazakârlık denilen zihniyet bütününü biraz eşelediğinizde, altından Başbakan’ın gençliğe öğütlerinde ifadesini bulan anlayışla uç örneği okul müdürünün sözleri olan bakış çıkar; hiç kuşkunuz olmasın.