Türkiye’nin Suriye’de içine sürüklendiği kirli savaşa başından beri karşı çıkan, Fırat Kalkanı'nın Fırat kapanına dönüşeceğini söyleyen, "Bu savaş ne uğruna, kimin savaşı?" diye soranlar, tartışmasız haklı çıktılar. Keşke haklı çıkmasaydık; keşke bölge yanıp yıkılmasa, milyonlarca insan yaşamını yitirmese, yerinden yurdundan olmasa, keşke Erdoğan'gillerin su yerine benzin taşıyıp körüklediği yangın ülkemizi de sarmasa, bu hallere düşmeseydik.
Türkiye; Osmanlıcı yayılmacı hayallerin, bölge hâkimiyeti ihtirasının, tek adam rejimini zaferlerle tahkim hesaplarının ve de Kürtleri "bitirme" projesinin sonucu olan bu bataklığa adım adım sürüklendi. "Durun, yapmayın! Cihatçı terörü, selefî istilacıları güçlendirmeyin; IŞİD ve benzeri selefî cihatçılara karşı savaşan, kendi topraklarını savunan Suriye halkını, Suriye Kürtlerini düşman görmek yerine uzattıkları eli tutun; böylece kendi Kürtlerinizle, kendi halkınızla da barışırsınız, onları terörün kucağına itmez, yanınızda bulursunuz" diyenler terör destekçisi, vatan haini, en hafif deyimle gafil ilan edildi.
ÖSO, MÖSO derken, "vatanımızın güvenliği için terörü kaynağında engellemek" adına (Bush’un önleyici savaş doktrinini ve sonuçlarını hatırlayın) Türk askeri, egemen bir ülkenin topraklarına topuyla tüfeğiyle girdi. O cihatçı terör ki, palazlanmasında az payımız, az katkımız olmamıştı. Akıllı değil kurnaz bir hesapla, hem Rusya’nın hem ABD’nin hedefindeki IŞİD'le savaşıp aferin alırken Suriye Kürtleri'ni kendi topraklarında vurma fırsatı kazanılacak ve de bu zaferler Reis'in Başkan Baba'lığa yükselişinin basamakları olacaktı.
8 Şubat’ta TSK, El-Bab’ın "önemli" tepelerinin ele geçirildiğini muştularken, ajanslar IŞİD saldırısında şimdilik altı şehit, yirmiye yakın yaralı haberini geçiyor, El-Bab’da, son iki ayda TSK mensubu şehit sayısı 62’ye dayanıyordu.
El-Bab’ın tepelerini düşündüm içimde öfke, isyan ve kederle. Neden “önemli” olduklarını sordum kendi kendime. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın pek sevdiği “Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır / toprak uğrunda ölen varsa vatandır” türünden kof hamasî manzumelerdeki gibi, çocuklarımızın kanlarıyla sulandıkları için mi önem kazanmış o tepeler? Ama oralar bizim topraklarımız, bizim vatanımız değil ki! Ne yabancı ülkelerden gelmiş istilacı IŞİD cihatçılarının ne de savaşa sürülmüş Türk askerinin değil; Suriye halkının, El-Bab’lıların o tepeler. Nitekim (Esad’ın) Suriye ordusunun da El Bab’a dayandığı, Türkiye’nin bu durumdan hiç hoşlanmayıp çatışma çıkmasın diye Rusya’dan medet umduğu haberleri de düştü medyaya.
TSK’nın şehit haberleriyle birlikte El Bab’ın önemli tepelerinin ele geçirildiğini açıklamasının ardından tuhaf düşünceler, tuhaf sorular geçti kafamdan. Ele geçirilen tepelere hangi bayrak dikildi acaba? ÖSO bayrağı mı, Türk bayrağı mı? Neden IŞİD’e karşı ÖSO’nun savaştığı tekrarlanıp duruyor da hep bizim askerimiz, bizim çocuklarımız şehit oluyor? Çağrılmadan gittiğimiz yabancı toprakların tepelerini düzlüklerini ele geçirmekle övünmek nasıl bir zihniyet, nasıl bir duygu? Everest bile olsa, hangi dağ, hangi tepe bir tek yaşama bedeldir?
Sadece Fırat Kalkanı’nda, El-Bab’da 62 şehit…Ne uğruna, kimin için? Vatan savunması, ülke güvenliği mavalını yutturmaya kalkışmayın bana. Vatan; saldırı olduğunda vatan topraklarından savunulur, el âlemin ülkesinden değil! Teröre karşı ülkenin, halkın güvenliği terörün kaynakları kurutularak, nedenleri ortadan kaldırılarak; komşularla, halklarla barış içinde yaşayarak sağlanır; askerimizi yabancı ülkelerin topraklarında savaşmaya göndererek değil.
Yetti artık bu şehit edebiyatı. Her türlü değer gibi şehitlik kavramını da yıprattınız, ulviyetinden uzaklaştırdınız, propaganda malzemesi haline getirdiniz. Yanlışlığını kendi ağzınızla itiraf ettiğiniz Suriye politikası uğruna ölüme gönderdiğiniz askerlerimiz, oralarda ölen çocuklarımız; iktidarınız, çıkarlarınız, başkanlıklarınız uğruna verilmiş kurbanlardır.
Yılbaşı gecesi Başbakan Yıldırım’ın Gaziantep Oğuzeli’nde askerlerle yediği yemekte yanında oturan Mahmut Uslu son kurbanlardan biri oldu. Aynı yemekteki ikinci kurban… Çocukları için endişelerini dile getiren asker ailelerine, “Merak etmeyin, çocuklarınız bize emanet” demişti Binali Bey. O emanetlerin cenazeleri kara toprağa verilirken, bayrağa sarılı tabutların önünde sıram sıram dizilecek abus suratlı zevat emanete hıyânet ettiğini düşünecek mi, merak ediyorum.
Bir de, El Bab yetmedi, şimdi Rakka’da da kurbanlara ihtiyacımız var, deyip Rakka’ya mı yürünecek? Sayın Erdoğan bir süre önce, daha aşağıya inmeye gerek görmüyoruz demişti ama iki üç gündür yetkililer Rakka’yı gündeme getirmeye başladılar. Sormadan edemiyorum: Referandum yaklaştı da yeni şehitlere mi ihtiyaç var? Ve yine hatırlatmadan edemiyorum: Şehitler, kurbanlar, ölü çocuklar üzerinde yükselen iktidardan hayır gelir mi?