Yazının başlığını “Savcı Öz Ergenekoncu mu?” diye koysaydım daha çarpıcı ve merak uyandırıcı...
Yazının başlığını “Savcı Öz Ergenekoncu mu?” diye koysaydım daha çarpıcı ve merak uyandırıcı olurdu belki. Sanırım bu soruyu sormaktaki meramımı anladınız. Ergenekon diye adlandırılan ve yakın tarihimizin en önemli davaları arasında yer alan yargılamaları, hiçbir güç, hiçbir Ergenekoncu, son günlerin uygulamalarının sorumluları kadar sabote edemezdi, sulandıramazdı. Davalar başladığında Türkiye’nin darbeci, vesayetçi, antidemokratik, otoriter bir gelenek ve zihniyetle hesaplaşmaya başladığını düşünen, davaların arkasına güçlü siyasi irade konmasını talep eden, soruşturmaların derinleştirilmesi, öze varılması için destek veren ve umutlanan Türkiye demokratik kamuoyu, bugün varılan noktada ciddi bir durum muhasebesiyle karşı karşıya. Ergenekon Sürecini Hatırlayalım Dört yıldır süren Ergenekon, daha sonra da Balyoz davaları sürecini soğukkanlılıkla ve peşin yargılardan kurtularak hatırlamazsak; biraz da yakın tarihimize, toplumsal-siyasal- ideolojik güç odaklarının mevzilenmesine ve toplumun geçirdiği değişime sosyolojik gözle bakmazsak doğru değerlendiremeyiz. Olsa olsa bir cepheden bakarak takım tutar gibi şu veya bu güç odağının kulu olur, yaşasın - kahrolsun sığlığı, davanın avukatlığı - savcılığı tartışması veya yesinler birbirlerini çaresizliği içinde kalırız. Kafalarımızdaki siyasal-ideolojik prangalardan ve ezberlerden sıyrılmayı becerebilirsek ve tabii ki herhangi bir çıkar peşinde değilsek, laik veya dinci, sağ veya sol cemaatlerin kulu, askeri değilsek, “Ergenekon nedir?” sorusuna, “AKP komplosu” veya “ulusalcı - laik yargılaması”nı aşan bir cevap verebiliriz Ergenekon/ Balyoz davaları, başta ordu mensupları olmak üzere, kendilerini Türkiye’nin 90 yıl önceki kuruluş ideolojisinin taşıyıcısı ve bekçisi olarak gören, ideolojik hegemonyayı bugüne kadar ellerinde bulundurmuş, başka ideolojileri ve toplum tahayyüllerini vatana ihanet sayan ve bunları gerektiğinde darbeyle engellemeyi misyon edinmiş asker-sivil bürokrat ve sermayedar Cumhuriyet seçkinlerinin demokratik rejime ve siyasete el koyma hakkını kendilerinde bulmalarının yargılanmasıdır. Toplumumuzda bu denli bir yarılma, cepheleşme, düşmanlaşma yaratan bu davalara ilişkin bir sürü soru, sorun, kafa karışıklığı ve çelişki tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır: Benzerleri gibi bu davalar da özünde ideolojik ve siyasaldır; temelinde de iktidar sorunu vardır. Biraz daha yakından bakacak olursak, Ergenekon/ Balyoz davalarında, birbirine girmiş, karışmış, toparlanamamış, ucu kaçmış iki farklı damar olduğunu görürüz. Birincisi; bir zamanlar bütün NATO ülkelerinde kurdurulmuş olan, sosyalist sistemin çöküşünden sonra da, (bizimkine en benzeyeni İtalya olmak üzere) benzer süreçlerle tasfiye edilmeye çalışılan Gladyo (bizdeki adıyla Ergenekon) davasıdır. Diğer ülkelerde tasfiye edilirken bizde tasfiye edilemeyen, görece bağımsızlık kazanıp Susurluk’tan Ergenekon’a uzanan, vatan- millet edebiyatıyla maskeledikleri çıkarları için her türlü cinayeti, yolsuzluğu, zulmü, keyfiliği göze alan devletin içine yuvalanmış çetenin bazı ileri gelenleri bu davadan yargılanmaktadır. Yanlış anlamaları bu noktada hemen kesmek için, Ergenekon iddianamesinde sapla samanın birbirine karıştırıldığını, bu çetelerle ilişkili olmayan sanıkların da işin içine katılarak kargaşa ve güvensizlik yaratıldığını, daha da vahimi süreç içinde önemli hukuk ihlalleri yaşandığını ve yaşanmakta olduğunu söylemeliyim. Balyoz davaları ise doğrudan doğruya darbeye teşebbüs davalarıdır. İkisinin bağlantısı, derin devlet, JİTEM, vb. gibi odaklarla ilişkili Ergenekon çetecilerinin darbeye zemin hazırlamak üzere giriştikleri provokatif eylemlerle kurulmaktadır. Kurulmaktadır ama bir yandan davalara bakan mercilerin bu çapta siyasal davaların gerektirdiği vizyona, tarih ve toplum bilgisine, hukuksal donanıma sahip olmamaları; öte yandan belli odakların etkisine maruz kalmaları ve de derinlere varan bir yüzleşme ve darbecilikle hesaplaşma yerine, kendi iktidarlarını tehdit eden mevcut vesayetin geriletilmesiyle yetinmeleri yüzünden, gelinen noktada bu davalar kimsenin içinden çıkamadığı ve dokunamadığı bir ateş topuna dönmüş bulunmaktadır. Demokratlar Neye İtiraz Ediyorlar? Ergenekon davalarına büyük destek vermiş; hiçbir cephenin, cemaatin, siyasetin müridi ve askeri olmadan konuya sadece ve sadece vesayetçiliğe, darbeciliğe karşı demokratik toplum ve özgürlükler açısından yaklaşmış olanların bugünkü isyanları ve tepkileri, varılan noktada çeteci-darbeci eylem ve edimlerin yanı sıra zihniyetlerin, ideolojik tahayyül ve tasavvurların da kovuşturulmak istenmesine karşıdır. Hatırlayacak olursak, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’ne baskın ve derneğin başkanı Profesör Türkân Saylan’ın gözaltına alınması Ergenekon davasının güven ve inandırıcılığına ilk büyük darbe olmuştur. İdeolojik hesaplaşmanın kendisini rövanşizm (hınç alma) olarak belli ettiği bu olay sırasında yazdığım “Kurbağa Çıktım” başlıklı yazıda, ama’sız eleştirdiğim bu rövanşist zihniyet son tutuklamalarda kendini bir kez daha belirgin olarak göstermiştir. Darbecileri, darbe planları yapmış olanları, darbeye ortam hazırlamak için her türlü melaneti ve provokasyonu gerçekleştirmiş çetecileri, darbenin asker veya sivil kadrolarını (teşebbüs de dahil) eylemleriyle, kanıtlanmış ilişkileriyle yargılarsınız. Demokratik rejime kastetmiş olanları, sadece şu andakileri değil, geçmiştekileri de (hatta gıyaplarında) taşırsınız mahkemelere. Ama kimseyi darbeci-vesayetçi zihniyete sahip olduğunu sandığınız için tutuklayıp yargılayamazsınız. Geçmişte sosyalistlere, komünistlere, İslami kesimlere, Kürt aydınlarına ve siyasetçilerine yapılmış olan düşünce-inanç-zihniyet polisliğini hem de demokrasi adına bir kez daha yapamazsınız. Darbeci zihniyetle, vesayetçilikle ancak gerçek darbecileri somut delillerle yargılayıp mahkûm ederek mücadele edebilirsiniz. Kamu vicdanı; darbeci diye, vesayetçilikten yana diye, şöyle veya böyle düşünüyor diye insanların delilsiz ispatsız tutuklanmasına isyan eder. Ve bu türden davalarda kamu vicdanı yargı mekanizması kadar, hatta daha fazla öneme sahiptir. Ergenekon / Balyoz davalarının arkasında durmak Son gelişmeler karşısında, bugüne kadar Ergenekon davalarının arkasında durmuş, zaman zaman hukuk dışı uygulamaları eleştirmekle birlikte Ergenekon’un avukatlığını asla benimsememiş özgürlükçü sol kesimden gelen tepkiler, meseleyi baştan beri kavramamış olanları şaşırtmış görünüyor. Kimileri de “İşte gördünüz mü, biz demiştik,” keyfi yaşıyorlar, çünkü darbecilik, umurları değil, sadece bağcı döverek tatmin oluyorlar. Başkalarını bilmem, kendi adıma konuşayım: Darbeciliğe, vesayetçiliğe, militarizme, zorbalığa, tek doğru dayatmasına, halkın iradesini hiçe saymaya asla izin verilmemesi gerektiğini düşündüğüm için; ve de hiçbir cepheden ve kesimden maddi-manevi hiçbir beklentim ve çıkarım olmadığım için Ergenekon sürecinin arkasında durdum. Amaçları açısından hâlâ da oradayım. Ergenekon ve Balyoz iddianamelerindeki verileri görmezden gelecek veya kimilerinin yaptığı gibi külliyen düzmece sayacak kadar körleşmiş değilim. Aslında yıllardır her şey gözlerimizin önünde cereyan etti. İnsan hafızası unutkandır, hatırlamaya çalışın. Olup bitenleri sırasıyla hatırlayıp bağlantıları kurduğumuzda, yargılanmakta olanların söylemlerini edimlerini de biraz bilince, Türkiye’nin ne biçim bir ortama sürüklenmek istendiği, nasıl bir tehlike atlatıldığı apaçık görünüyor. Ortada, mızrağın çuvala sığmadığı bir suç var. Sadece Hrant’ı, sadece Şemdinli olaylarını, Zirve katliamını, kimsenin inkâr edemediği darbe günlüklerini, Batı Çalışma grupları fişlemelerini, öldürülecekler listelerini, daha yüzlercesini hatırlayın. Ergenekon sanığı eski paşaların o yıllarda “Parola: vatan, işareti: bayrak” şifreleriyle şehir şehir, üniversite üniversite dolaşıp darbe hazırlığının ideolojik temelini nasıl oluşturduklarını, rektörlerin paşalara nasıl selam durduklarını, emekli subayların etraflarına topladıkları gençlere silaha el bastırıp ölmek ve öldürmek yeminleri ettirdiklerini, bu gizli ayinlerin televizyonlara yansıyan görüntülerini hatırlayın. Darbeye engel olan zamanın genelkurmay başkanının çeşitli iftiralarla nasıl yapratılmaya çalışıldığını ve yok edilmek istendiğini hatırlayın. Neyse ki teşebbüs aşamasında kalmış bu çılgın komploya karışmış olanların tümünün yargılanmasından yanayım ve bunu en azından bir kenarından başlattığı için Ergenekon davalarının hâlâ arkasındayım. Ama dava sürecinde keyfilik, hukuksuzluk, adaletsizlik görüp sezdiğimde, hele de davalar bir başka odağın kendi vesayetini dayatma aracı haline getirilmek istendiğinde kararlılıkla karşı çıkmaktan da çekinmiyorum. Bu davaların önemine ve gerekliliğine sonuna kadar inanıyorum. Bu türden davaların uzun sürdüğünü, gelgitlerle, sürçmelerle dolu olacağını da dünyadaki örneklerinden biliyorum. Ancak davanın savcılarının, yargıçlarının ve ardlarındaki siyasi iradenin de bu davaları benim kadar ciddiye almalarını ve gereklerini yerine getirmelerini bekliyorum, talep ediyorum. Bir yurttaş olarak görevimin, davaları bulandırmaya, karatmaya, saptırmaya, sulandırmaya çalışmak yerine hukuk kuralları ve adalet kavramına uygun yürütülmesi için sivil denetim ve müdahale hakkını kullanmak olduğuna inanıyorum. İşin daha başlangıcında, AKP’ye yarayacak diye, statüko bozulacak, ordumuz yıpranacak, köhnemiş iktidarımızı kaybedeceğiz diye Ergenekon’un avukatlığını üstlenmek, ya da yesinler birbirlerini demek yerine, “darbeler bana yapılırsa kötü ama beğenmediğim bir iktidara karşı yapılırsa iyi olur” ilkesizliği yerine hep birlikte kale gibi durabilseydik darbeciliğe karşı, bugün bu davalar da farklı bir noktada olurdu. Demokrasinin, özgürlüklerin, değişimin bayrağı onu hiç hak etmeyen ve tabii ki o bayrağı kendine kalkan yaptıktan sonra çabucak elden düşürecek olan siyasi zihniyete ve kadrolara terk edilmiş olmazdı.