Başlık, bir Fuat Avni tweeti tadında oldu. Ama sanmayın ki özel istihbaratım ya da devletin derinlilerinden, Saray külliyesinden (yoksa külliye Sarayı mı?) haber veren minik kuşlarım var. Erdoğan AKP’sinin ve artık büyük ölçüde hâkim oldukları anlaşılan derin devletin neler planladıklarını, hangi melanetler peşinde olduklarını anlamak için 7 Haziran seçimlerinden bu yana iktidar çevresindekilerin söylediklerine, yaptıklarına dikkatli bir gözle bakmak yeterli.
AKP ve Erdoğan 7 Haziran’da çoğunluğu alıp tek başına iktidar olamamalarının, böylece de Tayyip Bey’in psikiatrik-patalojik krize dönüşmüş başkanlık tutkusunu tatmin edememesinin suçunu vebalini barajı geçip 80 milletvekili çıkaran HDP’ye yüklüyorlar. Haksız da değiller. “HDP’nin barajın altında kalması süper olur” diyerek siyasal bilinç altlarını açığa vuran Yalçın Akdoğan, geçende yüzde 41 oyla çoğunluk kazandırmayan seçim sisteminden şikâyet ediyordu yana yakıla. 3 Kasım 2002 genel seçimlerinde AKP’nin yüzde 34,63 oyla 363 milletvekili kazandığını unutmuş gibiydi. AKP cenahından her ağzını açan kendi üslubunca, HDP’nin barajı aşmasının Meclis çoğunluğunu elde etmelerine nasıl set çektiğini, HDP’ye verilen oyların Erdoğan’a karşı nefret oyları olduğunu söyleyip ağlaşırken, Parti’nin “akım derken kakam” demesiyle ünlü ağır abisi Arınç, “AK Parti’ye koalisyon ortağı olmak yakışmaz……AK Parti iktidar olmaya mahkûm ve mecburdur; bu iktidarı halledeceğiz” diyerek, durumu açıklığa kavuşturdu. Çoğunluğu yitirme nedeni olarak da yine HDP’nin barajı geçmesini gösterdi ve Kürt siyasal hareketine verdi veriştirdi.
“Milli irade” dedikçe ağızlarından bal akanlar, milli iradeyi sadece kendilerine oy verenlerin iradesi olarak anlayanlar, 7 Haziran’da sandıktan çıkan sonuçlardan hiç memnun kalmadılar. Milli irade yanılmıştı; üst akıllara, vatan hainlerine, paralellere, bölücülere, Gezicilere kanmış Tayyip Bey’e kelek yapmıştı. Seçim sonuçları belli olduğu andan itibaren Tayyip Erdoğan, beğenmediği milli irade tecellisini değiştireceğini umduğu yeni bir seçim peşine düştü. Erken seçim değil, tekrar seçim demesi, sınavda çakan milli iradeyi bütünleme sınavına sokma niyetinin açık ifadesiydi. Davutoğlu, bu seçeneğe çok yatkın olmasa bile, boynu kıldan ince, eli mahkûmdu. Nafile koalisyon turları sonucunda erken seçimin kaçınılmaz olması veya MHP ile cilveleşmeyle kayıkçı dövüşü arasında gidip gelen atışmaları unutmuş görünüp Bahçeli ile “vatanın milletin yüce menfaatleri” tekerlemesiyle kurulacak erken seçim ortaklığı, onun da kaderiydi.
Peki, Arınç’ın ifadesiyle koalisyonun yakışmadığı, mutlaka tek başına iktidar olması gereken AKP, yine onun deyişiyle “iktidarı halletmek” için mesela Kasım’da yapılacak bir erken seçimde oyunu nasıl arttıracak? Uzaydan seçmen ithal edemeyeceğine göre, bunun tek yolu 7 Haziranda HDP’ye yönelen Kürt oylarını, bir ölçüde de MHP’ye gitmiş şoven milliyetçi oyları geri almak… İyi de, HDP’den nasıl oy kopartılacak? Bunun çözümünü, kafalarında on tilki değil on yılan dolaşanlar biliyorlar. Artık büyük ölçüde sahibi oldukları, tasmasından tuttukları derin veya sığ devlet de biliyor, üstelik bu konuda onlarca yıllık deneyimi, en az otuz yıllık kanlı bilançosu da var. Siz doğuda güneydoğuda işlenen cinayetlerin faillerinin yargılandığı davaların şu günlerde art arda beraatle sonuçlanmasının ya da birer birer zaman aşımına uğramasının rastlandı olduğunu mu sanıyordunuz yoksa!
Lafı uzatmadan söyleyelim, bir erken seçime kadar geçecek sürede kılı kırk yararak hesaplar yapılacak. Nerede kaç oyla milletvekilliği kaybedilmiş, oralarda kaç oy çalmak veye satın almak gerekli, nerede hangi adayları yeniden seçime girmekten alakoyacak ne türden önlemler gerek, nereye derinlere bağlı atamalar yapılacak, vb., vb. Ama tabii en önemlisi, HDP seçmen nezdinde nasıl itibarsızlaştırılacak, nasıl geriletilecek, nasıl küçültülecek? Seçim kampanyaları boyunca epeyce yol aldığıTürkiye partisi olma iddiasından nasıl uzaklaştırılacak?
KCK’nin önceki günkü açıklamalarını duyduğum anda, aklıma gelenlerin başımıza geleceğini düşünüp gerçek anlamda korktum. Samimi olduğuna inandığım barışçı uzlaşmacı söylemlerine kulak asmadan, hiçbir somut dayanağı olmadan HDP’yi terörist ilan edenler; seçim kampanyası boyunca her türlü devlet şiddetine, milliyetçi mukaddesatçı çetelerin saldırılarına maruz bırakıldığı gerçeğini görmezden gelenler; adalet duygusu olan herkesi isyan ettiren yalan haberlerle, gerçekleri çarpıtarak, kendi cinayetlerini Kürt siyasî hareketine yüklemekten çekinmeyenler; devletin ve devletin kullandığı maşaların terörünü yok sayıp biteviye “terörle arana mesafa koy” diye tekrarlayanlar, KCK’nin ateşkesin sona erdiği açıklamasına mal bulmuş Mağribî gibi sarılacaklar şimdi.
“KCK tüm barajların yapımını durdurma ve bunun için gerilla güçleri dahil her türlü imkânı seferber etme kararı almıştır. Bundan sonra tüm barajlar ve baraj yapımında kullanılan araçlar gerilla güçlerinin hedefinde olacaktır” ve “Her tutuklama artık bir misilleme nedeni olacaktır” türünden açıklamalar yaşamda karşılığını bulursa, doğacak ortamın tam da devletin ve Erdoğan AKP’sinin hesaplarına uygun olacağını; böyle bir ortamdan en fazla HDP’nin ve Kürt halkının zarar göreceğini; HDP’yi ülkede barış, demokrasi, kardeşlik umudunun ışığı olarak selamlamış, oy vermiş, kanat germeye çalışmış olanları nasıl zorda bırakacağını KCK kurmayları görmüyor, görmek istemiyor olabilirler, ya da belki HDP onları fazla ilgilendirmiyordur. KCK’nin hesaplarını bilemem. Tek bildiğim, erken seçim vb. yoluyla 7 Haziran’da kaçırdığı mutlak iktidarı kazanmak için ülkede-bölgede şiddetin tırmanmasını en fazla isteyen ve körükleyenlerin Erdoğan AKP’si ve derin devlet olduğudur. KCK’nin açıklamaları -eğer doğruysa- Erdoğan’a altın tepside sunulmuş bir nimettir. Şimdi dört bir yandan HDP’ye saldırılacak, “arana mesafe koy” zorlaması yapılacak ve çıkacak her olaydan Kürtmer ve HDP sorumlu tutulacaktır.
S.O.S. diye haykırıyorum. Dikkat, dikkat! Öyle kritik günlerdeyiz ki, herkesin çakmağını çakarken çevresine dikkat etmesi gerekiyor. Kimse çıkıp da “bunları yazıyorsun da, peki ya devletin, iktidarın tutumu?” demesin bana. Baştan beri anlatmaya çalıştığım, AKP ve devletin “Kürt siyasal hareketi belası!”ndan kurtulmak, hele de onun Türkiyelileşmesini engellemek için yapmayacağı melanetin olmadığı, ülkenin savaş alanına dönmesini umursamadığı, mutlak iktidar için provokasyonun dik âlâsına hazır olduğu ve planladığı gerçeği. Ve eğer HDP de bu gerçeği görüyorsa -ki bildiğim kadarıyla benden çok daha iyi görüyor, biliyor- şimdi doğru yerde kararlılık ve cesaretle durmak zorunda.
İnsanın kendi mahallesine karşı cesur olması düşmana karşı cesaretten çok daha zordur. Ve görülen doğruyu gerektiği anda dile getirmemek, geç kalmak insanı yanlışın parçası yapar.
İçinden bakılınca konunun ne kadar karmaşık, ne kadar zor olduğunu; benim gibi dışardan ahkâm kesmenin “dayanılmaz hafifliğini” bilmiyor değilim. Yine de düşündüğümü açık yüreklilikle, geç kalmadan söylemek istedim ki yarın yine bir yanlışa ortak olmayayım.