Bazen kutu kutu kurşun askerle gelirdi eve. Kurşundan dökülmüş minicik toplar, tanklar, kamyonlar, atlar, çeşit çeşit kurşun asker...
Çocuktum. İkinci Dünya Savaşı’nın son yılları olmalı, ya da bittiği yıl. Gaz lambalarıya aydınlanan köy kulübelerinin solgun ışıkları sızmasın, köyde konuşlanmış topçu alayı düşman uçaklarının hedefi olmasın diye pencerelerdeki siyah storlar her gece özenle çekilir, karartma yapılırdı. Uzaklarda, hava saldırılarına karşı gökyüzünü tarayan dev projektörlerin ışınlarının gecenin karanlığına saplanıp kalışını seyreder, düşman uçaklarını korkuyla beklerdim. Babam oradaki alayın komutanıydı. Kâbuslarımda, kötü amca Hitler koca çizmeleriyle babamı kovalardı. Tam yakalayacağı anda kan ter içinde uyanır, ona sarılmak için babamın yatağına koşardım, ama o çoğunlukla kışlada ya da manevrada olurdu. Bazen kutu kutu kurşun askerle gelirdi eve. Kurşundan dökülmüş minicik toplar, tanklar, kamyonlar, atlar, çeşit çeşit kurşun asker... İçim giderdi ama onlarla oynamam yasaktı. “Bunlar oyuncak değil, bizim de değil; harp oyunu için verdiler, birkaç gün sonra büyük amcalar gelecek, onlarla oynayacağız, sonra da hepsini geri götüreceğim”, derdi babam. Sonra yalvaran bakışlarıma dayanamaz, birlikte oynamamıza izin verirdi. Mavi kuvvetlerle kırmızı kuvvetleri; her kurşun askerin bir tabur anlamına geldiğini, düşmanı yenmek için akıllı olup doğru zamanda, doğru yerde, doğru kuvvetleri savaşa sürmek gerektiğini ondan öğrenmiştim. Düşman kim, diye sorduğumu hatırlıyorum. “Hangi tarafta duruyorsan ona göre değişir”, demişti. Ne demek istediğini o zaman anlamamıştım, şimdi anlıyorum. Bana bunu öğrettiği için, onu sevgiyle anıyorum.Harp oyunu nedir, tatbikat, manevra nedir asker çocuğu olarak duymuşluğum vardır, bilirim. Hepsi beni babamdan ayıran kötü şeylerdi bana göre. Son günlerde kafamıza düşen Balyoz Planı harp oyunu mu, tatbikat senaryosu mu, seminer programı mı diye tartışılırken hatırladım bunları. Nasıl adlandırılırsa adlandırılsın harp oyunlarında hep bir düşman vardır. Çocukluğumdaki soruyu sordum yine. Ülkeyi korumak kollamak görevini üstlenmiş olanların günü geldiğinde bu görevi hakkıyla yerine getirebilmek için yaptıkları, yaptıklarını da reddetmedikleri, görevlerinin gereği olduğunu söyleyip övündüklerdi bu savaş oyununda sanal düşman kim? Bu soruya verilen cevap, babamın aklından bile geçemezdi.Harp oyunu ya da tatbikat senaryosunun sorumluluğunu üstlenen emekli komutanın adlandırmasıyla “jenerik senaryo”daki düşman, adlı adınca, açık seçik belirtilmiş: İster beğen, ister beğenme, seçimle gelmiş siyasal iktidar, yani AKP. İşin bu tarafını planın bir numaralı sorumlusu ve hazırlayıcısı reddetmiyor, Genelkurmay da reddetmiyor. Her zamanki gibi “nefretle ve şiddetle” kınadıkları noktalar, planın uygulanabilmesi için gereğinde başvurulacak halka yönelik şiddet eylemleri, cami bombalaması vb. (Ki eğer hatırlayacak olursak planın kapsadığı 2003-2007 döneminde buna benzer epeyce kanlı eylem zaten gerçekleştirildi. Anafartalar çarşısında kim olduğu bir türlü açığa çıkmayan canlı bombanın eyleminde 11 kişinin öldüğünü, yüzlerce kişinin yaralandığını ve bu korkunç olayın üstünden yirmi dakika henüz geçmişken, galiba o sırada Genelkurmay Başkanı olan Büyükanıt’ın bombalı saldırının yapıldığı noktadan bu terörist eylemi kınarken, benzer olaylar beklenebilir dediğini belki de unuttunuz.)İşin özünde değil ayrıntılardaki itirazlara; yani neden şu şu sivillerin adlarının olduğuna, bunların neden yayınlandığına, bu kişilerin doğru değerlendirilmediğine, vb.,vb tartışmalarına ve belirsizliklerine rağmen ben bu planın bir darbe senaryosu olduğuna inanıyorum. Belli ki biraz daha aklı başında ve gerçekçi kimileri, mesela Balbay günlüklerinde de okuduğumuz gibi Ayışığı benzeri darbe planlarını hazırlayanlar, bu kadar da olmaz demişler, makbul bir plan olarak görmemişler. Ancak mesele, benim inanmam, sizin inanmamanız değil. Mesele işin özünü gözümüzden kaçırtmak istemelerinde. Önemli ve tehnlikeli olan, bütün bunların senaryodan ibaret olduğunu varsaysak bile, seçimle gelen bir iktidarın asker tarafından devrilmesi üzerine kurulu bir senaryo üreten zihniyetin varlığı; asıl tehlike bu. Ciddiye alıp hesaplaşmamız gereken de bu zihniyet zaten. Örneğin Deniz Baykal, kendisiyle yapılan söyleşide, medyada yer alan plan doğru çıkarsa dünyasının yıkılacağını söylüyor. “Doğru çıkarsa” derken, kanlı provokasyon eylemlerini kast ediyor. AKP’yi laiklik karşıtı bir odak olarak tanımlayıp harp oyunlarında “düşman” saymakla ilgilenmiyor. Senaryonun AKP odaklı yazıldığını, müellifi dahil kimse yalanlayamıyor zaten. Belli ki bu durum, bir kesimce mubah hatta haklı görülüyor. Baykal’ın doğru çıkarsa dünyasının yıkılacağını, sarsılacağını söylediği ve asla inanmadığını belirttiği noktalar, o dudak uçuklatıcı eylem planları. Senaryodaki düşmanın meşru iktidar partisi olması Baykal’ı rahatsız etmiyor, dünyasını yıkmıyor; çünkü darbeci-vesayetçi zihniyetle bir sorunu yok.Meselenin tam da bu noktada olduğunu düşünüyorum. Darbe planları, jenerik senaryolar, darbeciler gelir geçer, hatta darbeler de gelir geçer. Evet, deler de geçer, ama geçmişte kalan dört buçuk derbeyi yaralar alarak da olsa atlattık. Geçmeyecek olan, gerçek tehlike niteliğini koruyan: bu toplumda kimilerinin ruhuna işlemiş, genlerine yapışmış olan darbeci zihniyettir, “darbedarlık”tır. Hesaplaşmamız gereken budur. Ve toplumca üzerinde birleşebileceğimiz siyasi ahlâk, toplum sözleşmemizin ilk cümlesi, halkı yani hepimizi güdülecek mal sayan bu zihniyetin yanlışlığı olmalıdır. Herkesin birbirini bu kadar kolayca hain ilan edebildiği bir ülkede, darbeci zihniyetin, darbe heveslilerinin bu sıfatı en fazla hak edenler olduğunu bir kez kavrayabilirsek, bu noktada bir çoğunluk sağlayabilirsek önümüz aydınlık demektir.Çocukluğumun harp oyunlarının kurşun askerleri, ister mavi ister kırmızı olsun ne kadar masumdu. Ve karşı harekât yürütülüp yok edilecek düşman, biz beğenmesek de demokratik rejimde halkın iradesiyle iktidara gelmiş bir parti ve de kendi insanımız, kendi yurttaşımız, kendi kardeşimiz değildi o günlerde...Harp oyunlarındaki kurşun askerler gibi mavi ve kırmızılar olarak düşman cephelere ayrılmamak için, babamın sözünü bir kez daha hatırlamakta yarar var: Düşman, hangi tarafta duruyorsan ona göre değişir. Hepimiz demokratik rejimden yana olursak, düşman da kalmaz zaten.