Kanlı darbe girişimi sonrası toplumu saran cinnet atmosferi siyasetçisinden sokaktaki vatandaşa herkesi, hepimizi etkiliyor. Korkunun, güvensizliğin, öfkenin, kin ve intikam duygularının doruğa çıktığı böyle zamanlarda sağduyuyu korumak, doğru düşünüp doğru karar almak çok daha zordur, hele de Türkiye gibi derin fay hatlarıyla bölünmüş, cepheleşmesi ve ortadan çatlaması iktidar hesaplarıyla teşvik edilmiş toplumlarda.
Bu havadan bir an önce çıkabilmek, normalleşmeye doğru gidebilmek için geniş bir toplumsal mutabakat gerekiyor. Şu sıralarda en fazla duyduğumuz söz: birlik ve beraberlik. Her ne kadar gerçeği tam yansıtmasa da halkın darbeye karşı birlik ve beraberlik içinde tek vücut olduğu söylemi hoşumuza gidiyor, yürekleri birazcık da olsa serinletiyor. Cumhurbaşkanı’nın, CHP ve MHP liderlerini Saray’ında kabul edip -bal börek- millî birlik sağlamaları medyada öve öve bitirilemiyor. Haklılar, çünkü ülkemizin, hepimizin iyimserliğe, normalleşmeye, umuda ihtiyacımız var.
Beştepe Sarayı’ndaki millî kucaklaşmada HDP eşbaşkanları yoktu. O HDP ki darbeyi CHP’den daha önce ve daha net biçimde kınadı, bütün darbelerin kesinlikle karşısında olduğunu bildirdi. Bundan daha doğal bir şey yok, çünkü darbelerin acısını en derinden yaşayanlar Kürtlerdir. Bütün darbelerin, darbecilerin hedef tantasında ilk sırada hep onlar vardı.
HDP Eşbaşkanı Demirtaş Parlamento’daki partilerin başkanlarının biraraya gelmelerini, darbeyi soruşturmak için Meclis’te acilen bir komisyon kurulmasını önerdi. Yani “millî birlik ve beraberlik” önerisi ilk HDP’den geldi. Ve ne gördük! HDP Beştepe’deki buluşmaya davet edilmemişti, orada yoktu.
Ben başta Cumhurbaşkanı’na, sonra da CHP ve MHP genel başkanlarına şu soruyu soruyorum: 6 milyon seçmeniyle HDP Türkiye’nin, millî iradenin, milletin, halkın/halkların parçası değil mi? Türkiye’yi ilkel, geri, kanlı bir Ortadoğu diktatörlüğüne dönüştürecek tehlikeli bir gidişatın sembolü olan idam cezasını geri getirmek için ‘halk istiyor’ gerekçesine sığınanlar Kürt halkını halktan saymıyorlar mı?
Yoksa şu hain bölücü Kürtler (!) Türkiye’den ayrıldılar da bizim mi haberimiz olmadı.
Şu darbe belası başımıza balyoz gibi inmeden önce Türkiye’nin en temel sorununun Kürt sorunu olduğunu galiba unuttuk. Güneydoğu’da bir yıldır yaşananlar, bölgenin harabeye dönüşmesi, akıl almaz boyuttaki insan hakları ihlalleri, halkın iki ateş arasındaki mağduriyeti, şehirlere inen terör, HDP’nin Meclis’teki varlığının sona erdirilmesine çalışılması, vb., vb… Yazan, çizen, siyaset yapan herkes ve de sokaktaki insan -hepsi kendi meşrebince de olsa- bu soruna çözüm beklemiyor muydu.
Ne oldu peki? FETÖ’cü darbe girişimi -şimdilik- savuşturulunca Kürt sorunu bitti mi? Terör sorunu bitti mi? Mimarlarının ayaklarına dolanan Suriye politikasının ürünü bir dizi iç ve dış sorun çözüldü mü? Şimdilik, tacizcinin popomuza attığı cimdiğe aldırmadan darbe cambazının şovunu seyretmekle meşgulüz milletçe, ama yarın?
İktidardakiler de biliyorlar ki Kürt sorunu çözülmeden bu memlekette ne barış, ne dirlik ne de birlik sağlanır. Bilmiyorlarsa, şunu da ben söyleyeyim: sorunu Hüda-Par, Hizbullah, bazı aşiretler, imamlar, meleler ve de şiddetle çözemezsiniz, dinî- mezhepsel asimilasyonla kendi Kürtlerinizi yaratamazsınız. Sandığınızın tam aksine, yaşanan bir yıllık süreçte Kürt halkı bu siyasetlerden, bu devletten çok daha fazla uzaklaştı, yıkıntılar ortasında ayakta kalabilmek için kendi kimliğine daha fazla yapıştı. O kimliğin temsilcisi ise, isteyin istemeyin HDP ve Kürt siyasal hareketidir.
Millî irade sadece Erdoğan’ı sevenler ve seçenlerden ibaretse, bunu açıkça söylemekte yarar var. Yok değil de parlamentoda temsil edilen bütün partilerin seçmenlerinin, halkın tümünün iradesiyse o zaman altı milyon seçmenin, çoluğuyla çocuğuyla hesaplarsanız Türkiye nüfusunun en az dörtte birinin iradesi ne olacak, çöp tenekesine mi atılacak?
Miting meydanlarına üzerinde “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazan dev panolar asan CHP, Meclis’teki dört ayağından biri kopartılan milletin hâkimiyetinin ne denli dengesiz olacağının farkında değil mi? Cumhurbaşkanı’nın reisliğinde kurulan Milliyetçi Cephe’de yerini alırken gerçek ayrılıkçılığın, bölücülüğün Kürtlerin iradesini yok saymak, milyonları milletin/halkın dışına itmek olduğunu bilmiyor mu?
Hiç kimse hayal kurmasın, beni de gamlı baykuşlukla, millî birlik bayramının coşkusuna limon sıkmakla suçlamasın. Kürtleri yok etme ve yok sayma zihniyeti ve siyaseti en tepeden başlayarak acilen değişmezse hepimizin özlediği normalleşme ve birlik boş söz olarak kalır.
Bundan böyle kimse çıkıp da, HDP neden şu çalışmaya, şu komisyona katılmıyor, neden ayrılıkçıık yapıyor demesin. Kürt halkını milletten saymayan, Kürt siyasî hareketini dışlayan, bölücü/ayrılıkçı politika izleyen sizlersiniz.
814.578 km2 hainler mezarlığına yetmez
Bu başlık, HDP konusu öne geçmeseydi yazacağım yazıya aitti.
İstanbul Belediye Başkanı Topbaş’ın hainler mezarlığı kurulması önerisini duyduğumda gerçekten de inanamamıştım. Diğerlerine göre daha halim selim, daha yapıcı, daha insan bir zat gibi gelirdi bana. Dün, meydanlarda yaptığı bir konuşmada, bir hainin vatan hainleri mezarlığına gömüldüğünü müjdeledi. Demek ki mezarlığı çoktan kurdurmuş.
Topbaş’a ve benzerlerine bir tek şey hatırlatmak istiyorum. Düşman cephelere ayrılmış, kin ve nefret nöbetine tutulmuş, ürkmüş, psikolojisi bozulmuş bu ülkede herkes birbirini hain olarak görüyor, bütün siyasî odaklar kendi karşısındakini hain ilan ediyor. Kendimi bildim bileli egemenler kendi fikirlerine karşı olanları, muhaliflerini hain ilan ederler. Darbeciler de öyle…
Sayın Topbaş! Bu kadar haine 814.578 km2 vatan toprağı yetmez. Darbeler başarıya ulaşırsa, darbeciler kahraman, yenilenler vatan haini olur. Son menfur girişimdeki gibi başarıya ulaşamazlarsa (ki çok şükür ulaşamadılar) darbeye kalkışan hain, darbeyi atlatanlar kahramandır. Acımasız siyaset çarkı dönerken kahramanlarla hainler yer değiştiriverirler, Hainler Mezarlığı’na gömülenler de.
Dine, vicdana, sağduyuya sığmayan, insanın içine bulantı veren, dehşete düşüren hainler mezarlığı önerisi, bu toplumda kalmış son insanlık ve vicdan kırıntılarını da yok ediyor. Tıpkı Diyanet’in ölen darbecilere son dinî hizmeti vermeme kararı gibi, “darbecilerin karıları, çocukları herkese helaldir” diyen yaratığın sözleri gibi, ölülerin cezalandırılması, linç’in, işkencenin, idamın meşrulaştırılması vb. gibi…
Yazık, çok yazık. Hepimize ve de bu kötücül zihniyetin taşıyıcısı sizlere!