Mısır’da Mursi ve İhvan’ın önde gelen kişilikleri idama mahkûm edildi. Karar onaylanmak için Müftü’ye gönderilmiş. Darbeciler Mursi’yi ve diğer önemli Müslüman liderleri asmaya cesaret edebilirler mi, bu idamlar gerçekleşebilir mi, yoksa göz korkutmaya yönelik bir karar mı, bilmiyoruz. Ama, idamlar ister infaz edilsin, ister ertelensin, ister affedilsin; lanetlenesi bir zihniyeti, vahşi ve çağdışı bir siyaseti, askerî darbelerin ruhunu, kanı ölümü yücelten faşist ideolojiyi yansıtıyor.
Bırakalım Osmanlı dönemini, Cumhuriyet tarihi bir yönüyle de darağaçları ve siyasal idamlar tarihidir. İstiklâl Mahkemeleri’nden Şeyh Sait İsyanı’na, oradan diğer Kürt isyanlarına, Dersim’e (Darağacına çekilen sadece Seyit Rıza değildi), Ahmet Arif’in yüreğe işleyen 33 Kurşun şiirindeki 1943’te yargısız infazla kurşunlanan 33 Kürt’ten (bkz. Muğlalı olayı) Menemen olaylarında infaz edilenlere, 27 Mayıs 1960 sonrasında dönemin başbakanı Adnan Menderes’le birlikte Maliye Bakın Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun idamına, oradan iktidarı gasp etmiş 27 Mayıs askerî yönetimine karşı darbe örgütlemeye çalışan Fethi Gürcan ve Talat Aydemir’e, 12 Mart müdahalesi sırasında üç fidanın: Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan’ın idamlarına, 12 Eylül’de Evren’in “bir sağdan bir soldan diyerek astırdığı onlarca gence (50 can) varana kadar, siyasî tarihimiz darağacı ayıplıdır, kanlıdır.
Ölüm cezaları 1984’ten itibaren infaz edilmedi ama ancak 2002’de Ecevit- MHP koalisyonu döneminde Avrupa Birliği 3. Uyum Paketi çerçevesinde barış dönemleriyle sınırlı olarak kaldırıldı. Ölüm cezasının/ idamın kesinlikle kaldırılması için 2006’ya kadar beklemek gerekti.
Bu konuda iki küçük not: Hiçbir yaraya merhem olamamış, hiçbir suçu engelleyememiş ölüm cezası, Türk hukukundan çağdaş hukuk gerekleri ve ahlakî-vicdanî nedenlerle değil; muktedirler, 1999’da cezası Yargıtay’da kesinleşmiş Abdullah Öcalan’ın idamına yurtdışından, özellikle Avrupa Birliği’nden gelen tepkiler nedeniyle cesaret edemedikleri ve Kürt silahlı hareketinin sert tepkisini karşılayamayacaklarını bildiklerinden kaldırdılar. Yoksa, sokakta nüfusun çoğunluğunun “Asacaksın birkaçını, o zaman düzelir” zihniyetini taşıdığı, siyasilerin de bu zihniyetten fazla uzak olmadığı bir toplumda ölüm cezası kolay kolay kalkmazdı.
Unutulmaması gereken ikinci nokta ise, MHP’nin tarihinde yaptığı en iyi, hatta tek insanî, vicdani, olumlu iş olan idamın kaldırılmasını hiç içselleştiremediği, kendi kararıyla barışamadığı gerçeği. Yoksa ikide birde idamın geri getirilmesinden söz eder miydi, miting meydanlarında yağlı urgan sallayarak ölüm üzerinden oy toplama ayıbına yeltenir miydi?
Unutulmasın: Devlet Bahçeli, “Öcalan’ı asacağız” diyerek seçim meydanlarında darağaçları kurup yağlı urganla ölüm ve vahşet üzerinden oy devşirmeye çalışırken Recep Tayyip Erdoğan, ölümü-cinayeti açık artırmaya çıkararak “Ben olsam asardım” diyordu.
Muktedirin zihniyeti, Osmanlı’dan ve Cumhuriyet’ten bu yana hiç değişmedi: İktidarı tehdit edenin yok edilmesi gerekir, katli vaciptir… Siyaseten doğruluk uğruna veya dış faktörlerin etkisiyle farklı davranıp farklı konuşulduğunda da, başa çıkamadığını yok etme ilkel güdüsü iktidarları da insanları da terk etmedi. Sadece muktedirler, siyasiler değil; karıncaezmez bildiğiniz insanların, anlı şanlı hukukçuların, arkadaşlarınızın ölüm cezasını, idamı savunduklarına şahit olmuşsunuzdur. İnsanın, rahatsızlık veren sineği öldürmesi kadar basit ve ilkel bir duygunun farklı planda yansımadır bu psikoloji ve belki de hiçbirimize yabancı değildir. Ama insan bu düzeyde kalmaya mahkûm mudur? Hiç de değil… İnsan, aklını ve vicdanını zorlayıp kendi kendini eğiterek içindeki katili öldürür. Yetmez; en tepeden başlayarak, toplumu yönlendirme, kitleleri etkileme, bir adım öteye taşıma yeteneğindeki ve sorumluluğundaki herkesin, insanın ve toplumun ilkel güdülerine karşı, ne olursa olsun hayattan yana tutum almaları gerekir.
Öldürmeyeceksin, binlerce yılın bilgeliğinden süzülmüş birinci emirdir. Öldüreni bile öldürmeyeceksin, çünkü ölümden dönüş yok, çünkü öldürmenin “pardon”u yok. İş siyasî kararlara, siyasî idamlara geldiğinde, konunun üzerinde fazla durmak bile gerekmez; siyasî doğruluk, siyasî hakikat, siyasî suç kavramları iktidarda olana göre değişir. Birinin kahramanı ötekinin hainidir. 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren asker-sivil bürokratik kadro, Demokrat Parti’nin ve Menderes hükümetinin idamlık suç işlediğine inanıyordu, onlara göre 1950’de DP’nin seçimlerle iktidara gelişi karşı devrimdi ve Kemalist devrime yapılan bu darbe suçtu. Bugünden baktığımızda her şey ne kadar farklı görünüyor. Hâlâ darbeci-vesayetçi çizgide yer alanlar bile, o idamları haklı göstermekte ne kadar zorlanıyorlar. Ama gidenler gitti; beraberlerinde Türkiye’den ne kadar çok şey götürdüler, ne büyük hukuk, ahlak, vicdan travmaları bıraktılar geride.
Mısır’daki askerî yönetim mahkemelerinde verilen idam kararları karşısındaki tutumumuz kendimize tuttuğumuz bir aynadır. Beni idam kararını kimin kimler için verdiği değil, öncelikle kararın kendisi ilgilendiriyor. Bu kararları kim vermiş, kimin için vermiş diye düşünmeyi bile vicdanıma ahlakıma hakaret addediyorum. Bir başka ülkede, mesela Kuzey Kore’de, mesela Çin’de çok farklı bir siyasal iktidar çok farklı muhalifler için de vermiş olabilirdi böyle bir kararı, ki veriyor da. Benim açımdan hiçbir şey değişmez. 21. Yüzyılda ölüm cezasını gerekli, doğru, haklı gösterebilecek hiçbir hukukî, insanî, vicdanî gerekçe yoktur. İsterseniz benim aşırı duyarlılık ve vicdandan muzdarip hastalıklı ruh halime veri ama ben idamı savunan kimseyle arkadaşlık kuramam, aynı masaya oturamam.
Bu yüzden Mısır’da verilen idam kararlarına karşı, kim ne kadar duyuyorsa, sesim ne kadar çıkabiliyorsa o kadar bağırıyorum. Altını çizmek istediğim ise şu: Onlar İhvan hareketi mensupları oldukları için değil, onlar şu veya bu siyasete mensup oldukları için değil, insan oldukları ve her insan yaşamı değerli olduğu, korunması gerektiği için karşıyım idam kararlarına. Bu noktada da Tayyip Erdoğan ve benzerleriyle temelden ayrışıyorum. Başka biri, örneğin Öcalan söz konusu olduğunda “Ben olsam asardım” demek, ölümü siyasallaştırmak ve intikam aracı kılmaktan başka bir şey değildir. İdamı, yani devlet eliyle cinayeti savunmak siyasî olduğu kadar bireysel olarak da vicdanî, kültürel bir az gelişmişlik sorunudur.
Mursi’nin çizgisine, ideolojisine, dünya vizyonuna ve de kısa süreli iktidarındaki uygulamalarına karşı olmak darbe ile gelen askerî yönetimin bağımlı mahkemelerinin kararlarını tasvip etmeyi veya bu kararlar karşısında susmayı gerektirmez. Ama aynı tavrı, Mursi ve İhvan dostlarından beklemek de hakkımızdır. “Benim kendi muhaliflerimi idam etmem hak; senin, muhaliflerini (yani bizimkileri) idam etmen vahşet” anlayışı, çok yaygın ama bir o kadar da ahlaksız bir duruştur.
AKP iktidarı, özellikle de Tayyip Erdoğan, Mursi ve İhvan ile garip (belki de anlaşılır) bir özdeşlik kurdu. Herhalde bu yüzden, Mısır’daki son idam hükümlerinden sonra Başbakan Davutoğlu, miting meydanlarında, “Bilsinler ki Erdoğan idam sehpasına gönderilmeyecek, mahkemeye çıkarılmayacak” diye kısılmış sesiyle boğuk çığlıklar atma gereği duydu.
Ağzından yel alsın gerçekten de! Mısır’da olanları neden üstüne alırsın be adam! Bu ne biçim bir psikoloji, ne biçim bir kompleks! Bana düşüncesi ve telaffuz edilmesi bile ürpertici geliyor. Ama belki de korkuları kendi yaptıklarının farkında olmalarındandır, gün gelip yitirilen canların hesabının sorulacağındandır. Korkularını besleyen çevreler de var besbelli. Söylemek istediğim: Gün gelip devran döndüğünde, bu dönemin suçlularından elbette hesap sorulur, sorulmalıdır da; ama –düşünmesi, yazması bile güç geliyor, utanç veriyor- birileri bu ülkede bir daha darağaçları kurmaya yeltenirlerse; ne olursa olsun, kim olursa olsun, (ölüm cezasını savunanlar dahil) idam cezası bir gün şu veya bu şekilde gündeme gelirse karşısında insanlığımızın ve vicdanımızın sarp duvarlarını bulacaktır. Bugün idamın yasalarda yeniden yer bulmasını utanmazca savunanlar, savunmakla kalmayıp oy toplamak için (!) seçim vaatleri arasına koyanlar bumerangın dönüp kendilerini vuracağından habersizler. Sorunları ölmekle-öldürmekle çözebileceklerini sananlar kısa vadede zafere ulaştıklarını sansalar da, uzun vadede hep yanıldılar.
Önce insanın ama sadece insanın değil canlının yaşamını gözetmek ve savunmakla başlar benim/ bizim ahlakımız. Korkmayın; günü geldiğinde, başta yaşam hakkı, sizin bütün hak ve özgürlüklerinizi de BİZ savunacağız.