Başlıktaki cümleyi şöyle de kurabilirdim: İktidara, itibara, ikbale, paraya aç; görüş alanı kısıtlı, çağı ve dünyayı anlamayan, görgüsüz, alabildiğine hırslı bir kadro iktidarı ele geçirirse ne olur?
El cevap: İç siyasetten dış politikaya, ekonomiden eğitime, evrensel değerlerden toplumsal-siyasal etiğe, hukuktan devletin örgütlenmesine kadar her alana kaos ve çürüme hâkim olur. Kısaca, bugün Türkiye’de neler oluyorsa o olur.
Yüzlercesi, binlercesi arasından iki fotoğraf, iki olay; iktidar sahibi olunca astığı astık kestiği kestik kesilen, itibarı gösteriş, saygınlığı şaşaa sanan zihniyetin somutlanmasıydı.
Birkaç yıl önce, Alman Şansölyesi Merkel Ankara’ya geldiğinden oturtulduğu o yaldızlı koltukları hatırlıyor musunuz? Belki abarttığımı düşüneceksiniz ama o fotoğrafı gördüğümde ülkem adına utanmıştım. O koltuklar 17.-18. yüzyıl saraylarında, çarların, hakanların, padişahların ya da Hint mihracelerinin taht odalarında yadırganmaz ama çağdaş dünyada görgüsüzlük, estetik zaafı, gösteriş tutkusu olarak algılanır. Merkel’in de böyle algıladığından, içten içe küçümseyip güldüğünden eminim.
Türkiye Cumhuriyeti’nin başı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’na katılmak ve Türkevi’nin açılışını yapmak için gittiği tantanalı New York gezisi de tıpkı Merkel’in oturtulduğu koltuklar ve Saray’ın tamamı gibi aynı zihniyetin, aynı beğeni ve aynı komplekslerin yansımasıydı. New York sokaklarında onlarca limuzin ile yapılan resmigeçitten tutun da Türkevi’nin New York’a tepeden bakan yüksekliğiyle övünülmesine kadar her şey “itibardan tasarruf olmaz” diyenlerin ruh halinin göstergesiydi.
Sayın Erdoğan, yazının başlığında tarif etmeye çalıştığım kesimlerin ve kadroların temsilcisi olarak itibar, iktidar, ikbal ve bunları sağlayacağına inandığı zenginlik tutkusunun en iyi temsilcilerinden biri. İtibara, iktidara aç bırakılmışlığın komplekslerini şahsında ve ‘şahsım iktidarı’nda yansıtıyor. Kültürel sınırlılık, düşünsel-ideolojik darlık inanç olmaktan çıkıp tümüyle siyasallaşmış bir din anlayışıyla birleşince itibar şaşaalı görünüşte, büyüklükte, görgüsüzce sergilenen zenginlikte aranıyor. Mesela New York sokaklarında bayrağınızı dalgalandırarak onlarca lüks araçlık konvoyla dolaştığınızda, yüksek bir bina diktiğinizde, kösteklenerek nutuklar attığınızda Amerikalıların “Vay be! Ne müthiş ülke, ne büyük başkan” diyecekleri, o ülkeyi yönetenlerin de size daha fazla saygı gösterecekleri, itibarınızın artacağı sanılıyor anlaşılan.
Oysa, günümüz dünyasında bir ülkenin ve onun liderinin saygınlığı böyle ölçülmüyor. Halkın refahıyla, özgürlüğüyle, eğitimdeki, bilimdeki, teknolojideki ilerlemesiyle, kadın haklarıyla, çevre duyarlılığıyla, hotzotuyla değil yumuşak gücüyle, kof böbürlenmesiyle değil somut başarılarıyla ölçülüyor.
Biden neden “asrın lideri”ni kabul etmedi diye hayal kırıklığı ve öfke içinde olanlar, New York gezisinin itibar artırması umulan bir şova dönüştürülmesinin de bu soğuk tavırdaki payını görmeliler.
Neye aç olursanız olun, açlık kötüdür, ahlakı kemirir, insanı suça sürükler.
Fizyolojik açlığı ele alalım önce. Temel içgüdüsü varlığını ve türünün devamını sürdürmek olan bütün canlı yaratıklar gibi insanın da yaşayabilmek için yemeye, içmeye ihtiyacı vardır. Aç insan ekmek çalar, açlığını gidermek için tokun elindeki ekmeğe göz diker. Tıpkı hayvanlar gibi, avı kapmak için kavgaya, dalaşa girer ya da hırsızlık veya dilencilik ya da iktidar sahibinden kemik kapmak için yalakalık yapar.
Toplumsal normlar, ahlak kuralları, kabileden devlete her türlü toplumsal örgütlenme, özünde insanın temel içgüdülerini gemlemek, dengelemek, orman yasalarının yol açacağı vahşet ve kaosu engelleyebilmek içindir. Aç insan ve aç toplum kesimleri, bıçak kemiğe dayandığında toplumsal normları ve ahlak kurallarını çiğnerler.
İktidara, ikbale açlık ise; iktidar, itibar, ikbal tutkunu birey ve kesimlerde tatminsizliğin yarattığı türlü çeşitli psikolojik bozukluklara, komplekslere, hastalıklara yol açar. İktidar açlığını yenip de iktidara gelen kişi, kadro ve toplumsal kesimler, muktedir konumlarını pekiştirmek, iktidarın gücünü ve nimetlerini elden kaçırmamak için her yola başvururlar. Tarih, dünün mağdurlarının bugünün müstebitleri olduğunun örnekleriyle doludur.
AKP iktidarı, Cumhuriyet’in kuruluşundan 2000’lerin başlarına kadar cumhuriyetin kazanımlarından yararlanamamış, yararlandırılmamış, ikinci planda kalmış kadro ve kesimlerin siyaset sahnesine çıkmalarıydı. Onlar; siyasî olduğu kadar ekonomik iktidara, itibara, paraya, zenginliğe açtı. Cumhuriyet ideolojisinin ve uygulamalarının dışında kalmanın, kendilerini ikinci sınıf vatandaş hissetmenin, siyasal arenada yer alamamanın hırsıyla örgütlenmişlerdi. Cumhuriyetin nimetlerinden pay alamamış, Batıcı-laik mahallenin değerlerini benimseyememiş, teselliyi dinde ve muhafazakârlıkta bulmuş geniş halk kitleleri bunlara kulak verdi, folluk oldu. Böylece iktidara geldiler. Ve şimdi kendilerini iktidara getirenleri bile ezerek, açlığa mahkûm ederek, hırs ve intikam duygularıyla büyük açlıklarını doyurmaya çalışıyorlar. Despotça, otoriter yönetim tarzı da, yandaşı kayıran talan düzeni de, hak hukuk tanımaz yönetim biçimi de bunun sonucu.
Ancak, kendi açlığınızı gidermek, iktidar ve itibar tutkunuzu doyurmak isterken toplumun giderek genişleyen kesimlerini her anlamda ve her alanda aç bırakırsanız sonunuza yaklaşmışsınız demektir.
Son zamanların gelişmelerine bir de bu açıdan bakmakta, muhalefet olarak da ders almakta yarar olabilir.