Son günlerde kuyruğu fena halde sıkışan, her konuda lime lime dökülen iktidar Allah'ın bir lütfuna daha nail oldu. Emekli amiraller imdada yetiştiler. Tayyip Bey'gilleri iktidara taşımış olan zihniyet, güç zamanlarda desteğini de esirgemiyor.
Yanlış anlaşılmamak için baştan söyleyim; 104 emekli amiralin bildirisi, içeriği itibariyle anayasayla güvence altına alınmış düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındadır. İmzacıların sorgulanması, gözaltına alınması, darbeci olarak nitelenip açık örtük tehdide maruz bırakılmaları, ortada suç olmadığı halde lojman ve koruma gibi kazanılmış haklarının gasp edilmesi tek adam rejiminin her gün şahit olduğumuz anayasa ve hukuk ihlalleri zincirinin yeni bir halkasıdır.
Ortalığı böylesine karıştıran, ülkemizi yeni bir siyasî krizin eşiğine getiren ve Erdoğan'la şürekâsını sevinçten yerlerinde hop hop zıplatan şey, bildiri metninin içeriği değil imzacıların, emekli de olsalar "amiral" yani üst rütbeli subay kimlikleridir. "Kimlikleri ne fark eder ki" diyen, bu ülkede hiç yaşamamış, yakın tarihin tanığı olmamış, iktidarların ve kitlelerin ruh halinden, halkın psikolojisinden tümüyle habersiz biridir.
Amirallerin bu kadar saftirik olduklarını, attıkları adımın sonuçlarını, yaratacağı siyasî dalgalanmayı hesaplayamayacak kadar bilinçsiz olduklarını düşünmüyorum. Eğer böylelerse vay halimize! Bunca zamandır ordu, özellikle deniz kuvvetleri, eylemlerinin hedefini, zamanını, sonuçlarını hesaplayamayan komutanlara emanetmiş demek ki!
Kimilerinin olayı önemsizleştirmek için "Bir gece amirallerin canı sıkılmış…" söylemlerine de hiç katılmıyorum. Bunca imzayı bir araya getiren bir metin öyle bir gecelik can sıkıntısının sonucu değildir. Düşünülmüş, taşınılmış, tartışılmıştır. İşin ciddiyeti de bunu gerektirir zaten.
İktidarın ve bilumum yandaşlarının muhtıra olarak adlandırdıkları, böylece de toplumsal hafızadaki askerî darbe travmasını kaşımaya çalıştıkları amiraller bildirisi bir muhtıra olarak nitelenemez. Muhtıra vermek için imza sahiplerinin yaptırım gücüne sahip olmaları gerekir. Emekli generallerin, amirallerin ellerinde orduya emir verecek ve darbeye girişecek güç olduğunu düşünmek akla yakın görünmüyor. (Tabii bu benim saflığım ve aymazlığım değilse). Ayrıca metin, bu konuda çok hassas olan bende bile darbe çağrışımı yapmıyor; olsa olsa bir uyarı, iktidara bir parmak sallama olarak okunabilir.
Amiraller metnindeki görüşlerin benzerlerini çeşitli kalemlerden okuyoruz, Montrö sözleşmesi ile ilgili olarak emekli büyükelçiler de bir süre önce bir ortak metin yayımladılar. İktidar kanadında memnuniyetsizlik yaratsa da büyük tepki almadılar. Ama imzacılar eski omzu kalabalıklarsa ne siyasetin ne de halkın bildiriyi aynı şekilde karşılamayacağını bildiriyi imzalamış olan bu yaşlı başlı, deneyimli insanlar nasıl hesaba katmazlar! Muhalefet cenahından duyulan, "Bu ülkede herkes fikrini beyan edebilir" sözü, yüksek rütbeli subayların ortak bildirisi karşısında hedefini bulamıyor, çünkü sesin nereden geldiği içeriğinden çok daha önemli. Malum, sadece iktidarın değil, toplumun, hepimizin kuyruk acısı var bu konuda. Tayyip Erdoğan'ın FETÖ darbe girişiminden sonra hastalık düzeyine varmış paranoyasını da unutmayalım.
İktidarın; kendisine altın tepsiyle sunulan bu fırsatı nasıl tepe tepe kullanacağını, ne kadar kapsamlı ve iğrenç bir algı operasyonuna girişeceğini, mesela Kanal İstanbul -rezaletini mi desem, talanını mı desem, yoksa çılgınlığını mı desem- gündeme acilen sokmak için bu çıkıştan nasıl yararlanacağını, debelendiği çıkmazdan "darbe mağduru" can simidine sarılarak çıkmayı deneyeceğini iyi bildiğimden, gözümü kulağımı daha çok muhalefete çevirdim.
Fikir ve ifade özgürlüğü vurgusu tamam, "Sivil darbecilerin darbe konusunda söyleyecek sözleri olamaz" tavrı da anlaşılabilir. Çünkü mevcut iktidar gerçekten de sivil darbeyi derinleştirmekle meşgul. Ama, ana muhalefet partisinin "sahte gündem" değerlendirmesini durumun ciddiyetiyle bağdaşır göremiyorum.
Evet, günümüzde halkın gündemi, daha doğrusu kaygısı, mücadelesi: aş-iş-yoksulluk, korona salgınının yarattığı sağlık, eğitim, ekonomi sorunları. Bu sorunları dile getirip kitleleri mobilize etmek, iktidarı değiştirmeye yönelik doğru bir seçim stratejisi sayılabilir. Ama toplumsal-siyasal büyük tabloya baktığımızda, ülke gündemini pırasa- soğan- kepenk indiren esnafa indirgeyen muhalefetin siyaset yapıyorum sanırken siyaset dışına itildiğini görüyoruz. Ülkenin bütün sorunlarının anası demokrasidir. Ve faşizan tek adam rejimini geriletmek ancak güçlü bir demokrasi cephesiyle mümkündür. Muhalefet bunu gerçekten fark etmiş, içselleştirmiş görünmüyor.
Amirallerin bildirisini "sahte gündem" olarak hafife almak veya Meral Akşener gibi "zevzeklik" olarak küçümsemek işin ciddiyetini ve önümüzdeki muhtemel gelişmeleri görememektir.
Yazının tam da bu bölümünde t24 ekranına Metin Gürcan'ın yazısı düştü. İdeolojik-siyasî önyargı ve hesaplardan arınmış bu yazı işimi kolaylaştırdı, kafamı açtı.
Bu bildirinin hayırlara vesile olmayacağı, otoriterleşmeyi yoğunlaştıracağı, tek adam rejimine kan vereceği, demokrasi mücadelemizi güçleştireceği yönündeki kaygılarım büyüdü. Çok iyi niyetli de olsalar, yürekleri ülkeleri için çarpsa da, hızla örtük faşizme geçmekte olduğumuz bu dönemde bildirinin imzacıları ve destekçileri hassas dengelerin söz konusu olduğu bir siyasal ortamda, terazinin kefesinin iktidardan yana ağır basmasına yol açmış görünüyorlar. Her şey bir yana, amirallerin bu çıkışı Cumhur İttifakını ve AKP'yi pekiştirdi, sağlamlaştırdı, kısa dönemde çatlamasını, fire vermesini engelledi. Aksine, demokrasi mücadelesini de daha şimdiden zayıflattı, sekteye uğrattı.
Bir süreden beri burnuma, iktidarın şu veya bu kanadınca tezgâhlanan bir provokasyon kokusu geliyordu. Halen görevde olan bir amiralin çalışma saatleri içinde makam arabasıyla bilmem ne tekkesine gidip, orada o tarikatın urbalarına, sembollerine bürünüp fotoğraf vermesi midemi bulandırmış, bunda bir bit yeniği var, demiştim. O fotoğraflar içerden çekilmişti, nasıl bir yankı uyandıracağı bilinip hesaplanarak servis edilmiş, sosyal medyada ve basında yaygın şekilde dolaşmıştı. Bunu yapanların bir amacı vardı kuşkusuz. Hemen ardından gelen 104 emekli amiral bildirisinde bu olaya da yapılan atıf, bildirideki epeyce tanıdık ulusalcı Kemalist vurgular, ordunun Atatürk ilkelerinden ayrıldığı tesbiti, amirallerin bu provokasyona alet edilmiş olabileceklerini düşündürdü. Hele de bildirinin gecenin bir yarısında son derece kuşkulu, ulusalcı-milliyetçi karması tuhaf bir siteden yayımlanması provokasyon kokusunu yoğunlaştırdı.
Bir bildiri, duyuru, çağrı yayımlayarak fikirlerinizi kamuoyuna duyurmak istediğinizde dijital ya da basılı bütün medyaya gönderirsiniz. Üstelik yayımlamaları, dağıtmaları için yalvar yakar olursunuz. Ayıptır söylemesi bu işlerin biraz uzmanı sayılırım. 104 emekli amiral bildiri yayınlayacak da medya aldırmayacak, bu mümkün değil. O zaman neden gece yarıları böyle şaibeli bir kanal? Bir nedeni vardır kuşkusuz ama soru sormaktan kendimi alamıyorum.
Önümüzdeki günlerde Erdoğan-Bahçeli ittifakı, önlerine çıkan -ya da kendi hazırladıkları- bu fırsatı tepe tepe kullanacaklar. Muhalefetin ve demokrasi güçlerinin işi çok daha zorlaşacak. Gelişmeler zevzeklik veya sahte gündem değerlendirmelerini aşan vahim noktalara gelebilir. Ve tepişmeler sırasında, olan yine ülkemize, demokrasi mücadelemize, hepimize olur.
Fikir ve ifade özgürlüğünü sonuna kadar savunurken; haksız hukuksuz, adaletsiz uygulamalara, iktidarın sivil darbesine ve provokasyonlarına en güçlü şekilde karşı çıkarken böyle bir bildirinin neye, kime hizmet ettiğini de öncelikle imzacılar, herkes sorgulamalıdır.