D_Masthead_970x250

IŞİD’den türbe kaçırma opereti: Hamaset, heyecan, yalan…

Ne yazık ki bir opera komik değil bu seyrettiğimiz: Türkiye’nin siyaset sahnesinin ta kendisi.

Eğer bir askerimizin hayatına mâl olmasaydı mizahî bir yazı yazmak, Suriye başta olmak üzere dış siyasetinde şaşkın ördek misali kıçtan dalmayı sürdüren AKP hükümeti ve siyasetiyle dalga geçmek mümkündü. Ama konunun mizahı aşan, ülkemizin geleceğini tehdit eden boyutları var. Üstelik iş sadece iktidarla da sınırlı değil. Süleyman Şah türbesinin IŞİD’den kaçırılma operasyonu; CHP, MHP ve irili ufaklı milliyetçi-ulusalcı çevrelerin zihniyetinin en az iktidar kadar, yer yer daha da vahim çarpıklıklarla malûl olduğunu bir kez daha açığa çıkardı. En azından söylemleriyle, kışkırtmalarıyla bu berbat iktidardan daha savaşçı, daha irrasyonel, daha sorumsuz olabileceklerini gösterdi. Vatan toprağı, şehitlik, bayrak, Osmanlı emaneti, vb. gibi kitleleri gaza getirmek için bire bir hamasî kavramlar siyasî rant hesaplarıyla ağızlara sakız oldu, taraflar kendi algı operasyonlarını bu kavramlarla yürütmeye çalıştılar, çalışıyorlar.

 

Süleyman Şah türbesinden ne zaman haberdar oldunuz?

 

Eğri oturup doğru konuşalım: Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Suriye’yi fethetme rüyaları gördükleri, Türkiye’yi ve bütün bölgeyi batağa süreklemekten çekinmedikleri günlerden ve ebesi oldukları IŞİD’in bölgeye hakim olmasından önce, bu ülkede kaç kişi Süleyman Şah türbesinden ve oranın “vatan toprağı” olduğundan haberdardı? Bir kısım Osmanlıcı, Türkçü milliyetçi çevreler, tarihçiler, bazı ilgili askerler, siyasiler ve dışişleri mensupları dışında kimse… Hadi itiraf edelim: kimin derdiydi Süleyman Şah türbesi? Bırakın türbeyi, Süleyman Şah’ın kim olduğunu bilen kaç kişi vardı bu ülkede?

Kimilerinin, Türkiye için simge olarak büyük manevî değer taşıdığını, “Türklere bir vatan yaratan kurucu” kabul edildiğini, bu niteliğiyle de büyük manevî değere sahip olduğunu yazıp söyledikleri Süleyman Şah’ın gerçek kimliğinin tartışmalı olduğunu da bu vesile ile öğrendik. Türbenin hangi Süleyman Şah’a ait olduğunun tartışmalı olması da cabası.

Tarihimiz okutulurken Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman Gazi’nin büyükbabasının Gündüzalp olduğu öğretilir. Kitaplarda, Anadolu Selçuklu devletinin kurucusunun da Süleyman Şah olduğu kabul edilir ki, böylece Selçuklu-Osmanlı sürekliliği sağlanmış olur. Resmî tarihlerin, muktedirlerin işine nasıl gelirse öyle yazıldığını yakın tarihimizden de biliriz. Bu kadar eskilere gidildiğinde ise gerçekler bulanır, simgeler ve kutsallaştırmalar gerçeklerin yerini alır.

Günlerdir üzerinde kıyamet koparılan türbenin kime ait olduğu tam bilinmediği gibi, yeri üç kez değiştirilmiş, bu işlemler sırasında türbenin aidiyeti de iyice kuşkulu hale gelmiştir. Yine de kimileri için simgesel anlam taşıyorsa, önemli ve kutsal sayılıyorsa, buna da saygı göstermek gerekir kuşkusuz. Benim söylemek istediğim bu önem ve kutsallığın çok geniş halk kesimleri açısından bir anlam taşımadığı; ilgi ve bilgi alanlarının dışında kaldığıdır.

 

Suriye siyaseti ne kadar yanlışsa türbenin taşınması o kadar doğrudur

 

AKP’nin Suriye siyasetinin A’dan Z’ye yanlış, tutarsız, hesapsız olduğu her geçen gün, her olayda biraz daha ortaya çıkıyor. Suriye’de yaşanan ve bütün Ortadoğu’ya yayılan facianın, insanlık dramının, siyasî istikrarsızlığın, bölgede IŞİD benzeri terör yapılarının güçlenmesinin ve Türkiye’yi de tehdit etmesinin başlıca sorumlularından biri Osmanlı’nın restorasyonu nostaljisine dayalı bu siyasettir. Ancak, bugüne gelindiğinde varılan noktada, daha büyük facialara ve de Türkiye’nin Suriye’de savaşa girmesine neden olabilecek gelişmelerin nihayet farkına varılması ve Türbe’nin taşınması kararı akılcı, doğru ve basiretlidir. Böyle olduğunu bütün tarafsız dış politika uzmanları, konuyla ilgili akademisyenler, diplomatlar, tarafsız gözlemciler kabul ediyorlar.

Peki muhalefet ne yapıyor? Muhalefet etmeyi, doğruya da yanlışa da, iyiye de kötüye de karşı çıkmak sananlar almışlar ellerine hamaset bayrağını, daha düne kadar haberleri olmayan, haberleri olsa bile iplemedikleri, Suriye’de üç kez yeri değiştirilmiş bu “vatan toprağı”nın bekçisi kesiliyorlar. Ne pahasına? Oradaki askerlerimizin canı, daha da önemlisi muhtemel ve yakın bir IŞİD saldırısı olursa Türkiye’nin “vatan toprağı” müdafaası zorlamasıyla sıcak savaşa sürüklenmesi pahasına.

Hadi MHP’yi anladık; her zamanki gib savaşçı, şoven milliyetçi ideolojisi gereği daha baştan Suriye’ye yürümeyi kışkırtması, milliyetçi semboller ve kof hamaset üzerinden siyaset yapması doğal. Ama Kılıçdaroğlu başta olmak üzere CHP’nin ağır toplarının “vatan toprağını bırakıp kaçtınız”,  “savaşmadan topraklarımızı kaybediyoruz”, “bayrak öyle dikilmez, böyle dikilir”, vb. türünden içi boş hamasî söylemlerle şoven milliyetçi, çağdışı hassasiyetleri harekete geçirmeyi etkili muhalefet saymasına ne demeli!

 

Yalan ve çarpıtmalar sorunu çözmez

 

Bir yanda iktidarın yalanları, çarpıtmaları: PYD’den yardım falan almadık, Kobane güçleriyle (siz Kürtler anlayın) hiçbir ilişkimiz yok aldatmacası… Her şey apaçık ortadayken PYD’nin hakim olduğu bir bölgede, tereyağdan kıl çeker gibi gerçekleştirilen tahliye operasyonunun PYD’ye rağmen gerçekleştirildiği riyakârlığı… Öte yandan, CHP-MHP muhalefetinin, Kürtlerden yardım aldınız, PYD güçleriyle işbirliği yaptınız, Rojava’yı, kantonları tanıdınız saldırıları… Al birini vur birine. AKP’ninki yalan, muhalefetinki Kürt düşmanlığı ve çözüm karşıtlığı; başka hiçbir şey değil.

Muhalefetin iktidardan daha geri, daha savaşçı, daha çözüm karşıtı olduğu bir ortamda, bizler, yani bu ülkenin iç ve dış barıştan yana, Kürt sorununda kalıcı ve sivil çözümden yana, gerçek demokrasiden yurttaşları, bizler ne yapacağız, hangi can simidine, hangi ipe sarılacağız? Şu günlerde iktidarıyla muhalefetiyle bütün kesimlerin büyük bir sorumsuzlukla en hassas kavramlar üzerinden Türk milliyetçiliğini ve savaşçılığı kaşıyarak, en küçük bir anlamı ve gerçekliği olmayan hamasî söylemlerle seçimlerde oy toplamaya çalıştıkları bir ortamda kitleleri adil bir çözüme nasıl yaklaştıracağız? İktidar bir yandan PYD güçlerinden, Rojava Kürtlerinden destek alıp bunu inkâr ederek; CHP bu desteği, yakınlaşmayı cesaretlendirip olumlayacağına, kitlelere ihanet gibi göstererek nereye varacak?

Kimse kusura bakmasın; seçimlerde almayı hesapladığınız birkaç artı oy uğruna, Kürdüyle Türküyle Türkiye insanına ihanet ediyorsunuz. Bir anlaşma sonucu üç beş kuruş da ödeyerek edinilmiş “vatan toprağı” edebiyatıyla insanların kaderleriyle, gelecekleriyle oynuyorsunuz. Üstelik vatan kavramını da itibarsızlaştırıyor, aşındırıyorsunuz.

 

Keşke gerçekten operet olsaydı

 

Yazının başlığı IŞİD’den türbe kaçırma opereti’ydi. Heyecanlı ve eğlenceli olabilirdi gerçekten operet olsaydı. Dekorlar biraz acemeci ve kitch tadında olsa da tamdı: Başbakan’ın biraz da velinimeti Erdoğan’a nispet, harekâtı yönetirken Genelkurmay Başkanı ve diğer komutanlarla çektirip servis ettirdiği çarşaf çarşaf komik fotoğrafları, iktidarın hangi savaşta kazanılmış olduğu meçhul zafer çığlıkları, bulundukları mevkileri doldurmaktan aciz biraz da durgun zekâlı  siyasilerin kötü aktörler gibi tekrarladıkları ruhsuz tiradlar ve bolcana hamaset sosu… Arkadaki muhalefet korosunun milliyetçi, savaşçı, saldırgan çığırtısı… Oradan oraya taşınan, acemice dikilmeye çalışılan bayrak direkleri ve bu toz duman arasında, bayrak öyle dikilmez tartışması. “Vatan toprağını kaybetmedik, yeni bir vatan toprağı kazandık” komikliğindeki resmî beyanlar, içinde kimin kemik tozlarının bulunduğu bilinmeyen, hatta kimilerine göre boş olan sandukalar, daha neler neler…

Ne yazık ki bir opera komik değil bu seyrettiğimiz: Türkiye’nin siyaset sahnesinin ta kendisi. Endişemiz, güvensizliğimiz, tedirginliğimiz ve giderek artan umutsuzluğumuz da bu yüzden işte.  

 

İlgili İçerikler