Toslaya yuvarlana, kıra döke, eze eze giden freni patlamış kamyon misâli, yolun sonundaki tehlikeli bölgeye hızla yaklaşıyoruz. Direksiyon hâkimiyetini yitirmiş, hırstan gözü kararmış, paniklemiş ehliyetsiz şoför aracı yavaşlatmaya çalışacağına gaza basıyor. Çarpıp devirdiği yol levhasının üzerinde “Karanlıktan önceki son çıkış” yazılı.
Evet; yokuş aşağı uçuruma doğru giden tehlikeli bir yolda, şoförü sinir krizleri geçirmekte olan freni patlamış bir aracın içinde, uçurumdan önceki son çıkışın önündeyiz. Nöbet geçiren şoföre hakim olup direksiyonu çıkışa kırabilirsek uçuruma yuvarlanmaktan kurtulur, yaralı bereli de olsak bir nefes alıp biraz kendimize gelebilir, yola devam edebiliriz. 7 Haziran 2015 seçimlerine dört gün kala hâl-i pür melâlimiz budur.
“Son çıkış şildinin üzerinde HDP yazıyor”, dersem beni kaba propaganda yapmakla eleştirenler olabilir. Ama bu yazı bir HDP güzellemesi değil; bilinmezlerle dolu, karanlık, tehlikeli bir sondan kurtulabilme umudunun paylaşılması. Erdoğan’ın damgasını taşıyan AKP’nin, barajı aşamamış HDP’den en az 50 civarında milletvekili çalarak kuracağı mutlak iktidarın önündeki en önemli engel HDP. Her gün toplu sünnet törenlerinde (pardon toplu açılış töreni olacak) avaz avaz bağıran, başta HDP olmak üzere muhalefete her türlü hakaretten, aşağılamadan, ötekileştirmeden kaçınmayan Cumhurbaşkanı da, çömezi de, anayasa ihlali ve diğer bütün suçların ortağı yandaşları da bu gerçeği çok iyi biliyorlar. Son günlerdeki telaşları, pervasızlıkları, her türlü hukuksuzluğu göze almışlıkları, suç üstüne suç işlemekten, HDP’yi geriletmek için yalan üstüne yalan koymaktan, olmadı provokasyonlar tezgâhlamaktan çekinmemeleri hep bu yüzden.
HDP barajın altında kalırsa, Cumhurbaşkanı’nın tepki kadar şaşkınlıkla da izlenen hukuk, adalet, anayasa, edep adap, teamül tanımayan tutum ve uygulamaları başkanlık sistemine geçilerek anayasal kisveye bürünecek. Mutlak monarşiye teğet bir yönetim modeli kaderimiz olacak. Her şeyin bir sonu gelir, hele de siyasal rejimlerin ve iktidarların; ama o sona varılana kadar, toplumdaki tahribat kolay onarılamayacak boyutlara ulaşacak. AKP içinde bu gidişatı fark eden kadroların son günlerdeki mırıldanmaları, homurdanmaları da bu yüzden zaten.
Kuşkusuz tarihi sadece kişiler yapmaz, kişiler toplumsal-tarihsel ortamın ürünleridir. Ama tarihte kişilerin rolünü de azımsamamak gerekir. Devrimin lideri Lenin değil başka biri olsaydı Bolşevik devrimi ve bütün bir 20. yüzyıl farklı gelişirdi. Stalin’giller, Mao’giller olmasa sosyalizm kendi kendini inkâr etmezdi belki. Mustafa Kemal’in kişiliğidir Cumhuriyet’e damgasını vuran. Emperyalist güçler arası ikinci paylaşım savaşı Hitler olmasa da çıkacaktı ama onun hastalıklı kişiliği lanetli Auschwitz’leri, gaz fırınlarını, Yahudi soykırımını vb. yarattı.
Cumhuriyet dönemi boyunca siyaset sahnesine çıkması engellenmiş, vesayetçi elitlerce ikinci sınıf gerici cahil halk sayılmış kitlelerin sözcüsü olarak 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin yükselme süreci: Türkiye’deki toplumsal-siyasal değişim ihtiyacının, ülke-bölge-dünya koşullarının sonucu olmakla birlikte Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinin de damgasını taşımaktadır.
Bu yazının konusu Erdoğan’ın kişilik yapısı ve bu yapının 15 yılda vardığı nokta değil. Ancak, AKP’nin 2000’lerin başındaki programına ve 2002 seçim beyannamesine şöyle bir gözatmak bile Tayyip Erdoğan’ın bu partiyi nereden nereye getirdiğini; demokratik, özgürlükçü, adaletçi söylemlerden günümüzün otoriter, diktatoryal, ötekileştirici ve mutlakçı çizgisine adım adım nasıl gelindiğini ortaya koyar.
Bu kendini inkârda, birlikte yola çıktıklarının önemli bölümünü şu veya bu şekilde tasfiye ederek, dışlayarak, susturarak tek adam haline gelen Erdoğan’ın bireysel psikolojisinin, yetişme koşullarının, travmalarının, paranoyalarının, büyüklük kompleksinin, tek doğrucu, mutlakçı anlayışının payı görmezden gelinebilir mi?
Seçimlere doğru gidilirken, AKP’li olmayan geniş kitleleri, hatta ılımlı, vicdanlı, aklıbaşında Müslüman muhafazakârları korkutan; AKP’nin tek başına iktidar olmasından çok böyle bir kişiliğin “Türk tipi” (siz halife-padişah anlayın) astığı astık, kestiği kestik hukuk tanımaz başkan olmasıdır. Bunlar spekülasyon ve Erdoğan’a haksızlık, diyecek olanlara tek cevabım: “Şu sırada anayasayı ihlal pahasına yaptıklarına, hiçbiri hiçbir şekilde savunulamayacak müdahalelerine bakın, yarın anayasa zırhını kuşanarak yapacaklarını siz düşünün”, demekten ibarettir.
Seçimlerde HDP tercihi tam da bu noktada gündeme giriyor. Mevcut seçim sistemi ve siyasal tabloda HDP, Tayyip Erdoğan’ın başkanlık saplantısının önündeki tek engel durumunda. HDP demokrasi ayıbı yüzde 10 barajını aşamazsa, seçim sistemi gereği CHP ve MHP birkaç (sadece birkaç) milletvekili fazla çıkaracaklar, buna karşılık AKP en az 50 milletvekilini cebe indirecek ve anayasayı tek başına değiştirebilecek milletvekili sayısına ulaşabilecek.
Hesap bu kadar basit işte. Yine de Kürt siyasal hareketinin geçmişten gelen ağır bagajı ve Türk seçmenin önemli bölümünün genetik kodlarına işlemiş Kürt düşmanlığı ve bölünme paranoyası yüzünden seçim sandığının başında eli HDP’ye gitmeyecekler olacaktır. Onları anlamak mümkün, ama onların da anlaması gereken HDP’ye atmayacakları her oyun AKP’ye gideceğidir.
“Demirtaş’ın konuşmaları pek güzel, pek iyi ama AKP ile koalisyon yapmayacağını, verilecek birkaç taviz karşılığında, mesela Öcalan’ın ev hapsine çıkarılması durumunda farklı davranmayacağını nereden bilelim” diyenlere de benim cevabım: Seçim kampanyası boyunca Kürt hareketiyle AKP arasındaki çatlağın artık kolay kolay kapanamayacak boyutlara vardığı; özellikle Demirtaş çizgisinin böyle bir ortaklığa imkân tanımayacağıdır. Erdoğan ve onun AKP’si, iktidara geldiği 2002’den bu yana geçen on üç yılda Müslüman muhafazakârlar, liberaller, demokratlar, yoksul halk kitleleri gibi Kürtleri de kandırdı, Kürt seçmenler de bunun farkında.
Yarın ne olur, kesinlikle söylemek mümkün değil; ama bugün, tehlikeli karanlıktan önceki son çıkışı kaçırmanın maliyetinin hepimiz için büyük olacağını kesinlikle söyleyebiliriz.