Hiç derdimiz yoktu, başımıza yeni bir dert ya da iktidar cenahından kimilerinin el ovuşturup keyifle seyrettikleri yeni bir eğlence çıktı: Ekrem İmamoğlu’nun Rize seferi’ne iliştirdiği gazetecilerin fotoğrafı!
Fotoğrafı ilk gördüğümde: “Hayırdır, Tayyip Bey deri ya da maske mi değiştiriyor yine, bak yandaş, muhalif demeden herkesi uçağına, pardon otobüsüne doldurmuş” dedim. Üstelik hepsi birbirinden güzel hanımlar, düzgün kılıklı, beşuş çehreli, orada olmaktan pek memnun görünen beyler. Aaaa…o da ne! Tayyip Bey ortalarda yok. Zaten o olsa, en ortada otururdu, otobüsün ikili koltuğunda değil. O ikili koltukta, AKP fırtınasında batan bir zamanki amiral gemisinin şimdilerde karısına mektuplar yazmakla yetinen bir zamanki asının yanında Ekrem İmamoğlu oturuyor.
Bu günlerdeki kendi derdime düşmüş hâlimle ilk anda pek üstünde durmadım; ağzımda kekremsi bir tat, içimde hoşnutsuz bir duyguyla, “yok aslında birbirinizden farkınız ama…” nakaratını tekrarlamakla yetindim. Sonra öyle bir fırtına koptu ki konuya ilgisiz kalamadım. Kalamadım ve meselenin o fotoğraftan, o fotoğraftaki şimşekleri üzerlerine çeken bazı kişilerden ibaret olmadığını düşündüm.
İlgim ilişkim olmayan sosyal medya meğer inliyormuş. Otobüse davet edilen Nagehan Alçı’ya saldıran saldırana. Kadıncağızın günahı nedir, güzelliği mi? İmamoğlu’nun otobüs koltuğunu paylaştığı Ertuğrul Bey’e de bir iki laf ediliyor ama günah-sevap ölçüsüne vurulduğunda Nagehan Hanım ötekinin yanında bayağı hafif kalır bana sorarsanız. (Bu konuda Umur Talu’nun Duvar’daki 7 Mayıs tarihli yazısını kaçırmayın.)
O otobüse davet edilen, davete icabet eden zevatın hepsinin fikirleri zikirleri, yaptıkları ettikleri, dünün hesabı bir yana bugünkü konumları gün gibi ortada; gizli, saklı, bilinmeyen bir şey yok. Hepsi televizyon ekranlarında göre dinleye bıkkınlık gelen, ne oldukları, kim oldukları, ne düşündükleri bilinen kişiler. Şaşırdığım nokta, kimsenin -ya da çok az kişinin- Ekrem İmamoğlu’nun Rize gezisinin anlamını, amacını, zamanlamasını sorgulamayıp otobüs yolcularını hedefe koyması. Bir çeşit eşeğini dövemeyen semerini döver, durumu.
O fotoğrafta, tepki gösterenlerin kendilerince makbul saydıkları başka yüzler olsaydı da benim sorum değişmeyecekti: Bu gezinin amacı, hedefi nedir?
Günün toplumsal-siyasal ortamında; ülkenin, halkın, hepimizin hayat memat meselesi haline dönüşmüş seçimlere doğru gidilirken İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Rize’den başlattığı Cumhurbaşkanı adaylığı yoklama (ya da fiilî durum yaratıp bastırma) gezisi, gerek kendi partisi gerek altılı masa gerekse tüm muhalefet güçleri açısından “şık değil” denerek geçilecek bir siyasî hamle değil.
CHP içinde bir aday sorunu, hatta kavgası olduğunu, Kılıçdaroğlu’cular, İmamoğlu’cular, şuncular buncular gruplaşmasını bilmeyen yok. Pişirilmeye çalışılan aşa su katmamak, zaten pamuk ipliğine bağlı ittifakları zedelememek, partilerin içişlerine haddimiz olmadan müdahale etmemek için susuyoruz. En azından bazılarımız… Bizler dikkatli olmaya, zarar vermemeye çalışırken İmamoğlu’nun Rize boy gösterisi adaylık yarışının startını veriyor. Kılıçdaroğlu “Cumhurbaşkanı adayını ittifak ortakları belirleyecek” derken, İmamoğlu Rize’de “ben adayım” diye ortaya çıkıveriyor.
Adam istediği yere gider, keyfinin kâhyası mısınız, öküz altından buzağı aramayın, denecek bir durum yok; öküz de buzağı da apaçık ortada. İmamoğlu memleketini özlemiş, bayram tatilini fırsat bilip Rize’ye gitmiş olabilir. Ama o zaman eşini, çocuklarını yanına alır, sessiz sedasız gider memleketinde hasret giderirdi. Öyle yapmıyor; seçim otobüsüne biniyor, tıpkı Reis Erdoğan gibi uçağına, pardon otobüsüne, seçtiği gazetecileri dolduruyor, onlarla tıpkı Erdoğan gibi hemen hemen aynı düzende, aynı dekorda fotoğraf veriyor. Seçim otobüsünün tepesine çıkıp halkı selamlaması, halka seslenmesi, söyledikleri ve söylemedikleri cumhurbaşkanlığı adaylığının ilanı. Başka bir adaya karşı bir çeşit ön alma da diyebiliriz.
Hakkı yok mu? Eğer kendi partisi göstereceği adayı bir ön seçimle, halkın nabzını yoklayarak belirleme yolunu izleseydi, başka adaylar da çıkıp boy ölçüşselerdi, tabii ki haklı olurdu. Ama böyle bir durum yok. Aksine partisinin genel başkanı daha önce kibarca yolunu kesmişti. (Haa… Bizans’ta, devlette ve CHP’de oyun çoktur. Şansını yitirmesi için yol verilmiş de olabilir, ya da partinin adayı odur da sol gösterip sağ vurulmaktadır, hepsi mümkün).
Ne olursa olsun, iyi hesaplanmamış bu çıkışıyla bence İmamoğlu şansını yitirmiş, en azından zayıflatmış görünüyor. Bu da kimilerinin yorumladığı gibi bir iletişim kazasından ibaret değil.
Otobüs yolcularının seçiminin eleştirilmesine karşı İmamoğlu, “Ya, bir sorun bakalım bu adam ne yapmak istiyor” diye serzenişte bulunurken, insanların birbirinin boğazına sarıldığı ayrışmış, bölünmüş bir toplumda farklı kesimlerin birbirini anlamasını, toplumun birliğini sağlamayı amaçladığını anlatmaya çalışıyor. İyi de, o yolcuların özelliği ekran yüzleri olarak tanınmış olmalarından ibaret, ülkedeki derin yarılmanın taraflarını temsil etmiyorlar. Yandaşıyla muhalifiyle onlar özünde orta-sağ ana akımın yüzleri. İBB Başkanı, bu gazetecilerle makamında veya başka bir yerde biraraya gelip sohbet etseydi, hiçbir sorun yoktu, medya ilişkileri açısından iyi de olurdu. Ama birlik ve bütünlük duygusunun bu yüzlerle sağlanacağı düşünülüyorsa, burada yine bir iletişim eksikliği değil bir zihniyet sorunu ve siyasal körlük var.
Bu olayda beni en çok etkileyen, pek fazla üzerinde durulmayan “akıllı olun” parmak sallaması oldu. Herkes gibi İmamoğlu da bilir herhalde, “akıllı ol” mafyacıların ve Ülkücü tosunların tehdit jargonudur. Ülkenin Dışişleri Bakanı’nın kendisini protesto edenlere MHP’nin ve Ülkücülerin bozkurt işaretini yaptığı yerde Büyükşehir Belediye Başkanı’nın “akıllı olun!” demesini de yadırgamamak mı gerek? Ben yadırgıyorum.
Bunlar benim konuya ilişkin çalakalem düşüncelerim. Bu konuda iyi bir yorum istiyorsanız Dağhan Irak’ın dünkü Diken’de çıkan yazısını okuyun. Benim kısaca ve basitçe söylemek istediğim popülizmin sağından da solundan da hayır gelmeyeceği. Erdoğan’ı değiştirip yerine İmamoğlu veya bir benzerini getirmenin de dertlerimize çare olmayacağı.