Gündelik yaşamımızı, ruh sağlığımızı, huzurumuzu, çoluk çocuğumuzun geleceğini etkilemese, bu ülkede olup bitenleri heyecanlı, biraz da acıklı ve korkulu bir macera filmi gibi seyredebilirdik. Yabancı bir medya mensubu olsaydık, zaman zaman dehşete düşsek, ya da kavrama güçlüğü çeksek bile, akla ziyan konu bolluğu karşısında keyifle el ovuştururduk. Ama bizler: kaderini bu ülkeye, bu topraklara bağlamış olanlar, eskiden reklam niyetine sinema afişlerine yazılan “29 kısım, tekmili birden” maceraları aratmayacak bu toplumsal iklimde bunalıyoruz, bunalmakla kalmayıp pusulamızı da şaşırıyoruz kimi zaman.
7 yıl kadar önce; failimeçhullerin araştırılacağını, devlet bağlantılı derin çetelerin açığa çıkartılacağını, devletin derinliklerindeki karanlığın bir ucundan da olsa aydınlanacağını, darbeci-vesayetçi odakların ve onların Gladyocu tetikçilerinin etkisizleştirileceğini düşünmüş, umut etmiştik.
Susurluk olayının patlak verdiği ve derinlerdeki çirkefin etrafa saçıldığı günlerde Yurttaş Girişimi’ni kurup, 1 Şubat 1997’de Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık eylemini başlattığımızda da aynı saf/naif umudu taşıyorduk. Türkiye’nin yakın geçmişindeki en kitlesel, en yaygın protesto olan bu eylem kısa sürede elimizden kaydı, manipüle edilerek darbeci-vesayetçi odakların Erbakan Hükümeti’ni yıpratma araçlarından birine dönüştü. Ardından, 28 Şubat’ta Erbakan Hükümeti asker-sivil destekli postmodern darbeyle düşürüldü. Derin devlet kötücül gücünü göstermiş, özgür, eşit, demokratik toplum umutlarını bir kez daha söndürmüştü.
Oysa biliyorduk, konuya yabancı değildik. 1990’ların başında İtalya’da, diğer NATO ülkelerinde de benzerleri bulunan devlete bağlı gizli Gladyo örgütü deşifre edildi. Binlerce subay, üst düzey siyasi ve bürokrat görevden alındı, yargılandı, vb… Susurluk’ta ortaya çıkan ve üstü örtülen ilişkiler ağı, çeteleşmiş Türk Gladyosu’nun mührünü taşıyordu. Adına ister Gladyo, ister Ergenekon deyin, ister Seferberlik Tetkik Kurulu, ister Özel Harp Dairesi ya da Kontr-gerilla diye adlandırın, devletin çekirdeği, derinliği, operasyonel aklı oradaydı. Benzer örgütlenmelerin olduğu bütün ülkelerde temizlik yapıldı, hiç değilse yapılır göründü. Ordu şemsiyesi altındaki bu yapıya Türkiye’de dokunulmadı. Kökü eskilere dayanan yapı, daha da pervasızlaşarak, mafyalaşarak, çeteleşerek sürdü.
Darbe geleneğinden, asker-sivil bürokratik vesayetten kurtulmayı; şeffaf, demokratik bir hukuk devletinin özgür ve eşit yurttaşları olmayı özlerken Ergenekon davaları başladığında tıpkı Susurluk günlerindeki gibi, bir kez daha umuda kapıldık. Birinci tekil şahıs konuşsam, “ben bu umuda kapıldım”, dersem daha doğru olacak. Çünkü, daha ilk günden bu soruşturmalara, davalara karşı çıkan kesimler vardı. Pek çoğu için bu karşı çıkışın en önemli nedeni; sürecin AKP tarafından güçlü şekilde desteklenmesi, AKP’nin ekmeğine yağ sürecek olmasıydı. Gladyo’nun açığa çıkarılmasını, failimeçhullerin, cinayetlerin, müdahalelerin sona erdirilmesini onlar da istiyorlardı kuşkusuz ama bunu AKP’nin yapmasına, AKP’nin kazanç hanesine yazılmasına karşıydılar. Öte yandan, AKP iktidarının kendi 80 yıllık mutlak egemenliklerini sınırlamasına karşı darbelerden ve Gladyo benzeri güçlerden medet umanlar, derin çete yapılarını devletin zorunlu kurumu sayanlar da vardı. Hâlâ da var.
Bülent Arınç’a suikast planlandığı iddiasıyla devletin en gizli sırlarının saklandığı Kozmik Oda’ya girilmesi, oradaki belgelere ulaşılması ve şimdi öğrenildiği kadarıyla bu sırların birilerinin eline geçmesi konuşuluyor şu günlerde. Anlaşılan o ki, Arınç’a suikast iddiası derin devlet sırlarına, özellikle de derin kimliklere ulaşabilmek için bahaneymiş. Tıpkı Ergenekon ve Balyoz davaları gibi, davaya konu olan ihbarların, delillerin bir bölümü düzmece, dava büyük ölçüde şikeymiş. Derindeki ve yüzeydeki pisliklerinden arınmış, çağdaş, saydam bir devlete sahip demokratik bir toplumda yaşama özlemimiz, aynı derecede pis ve habis başka güçler tarafından kullanılmış, manipüle edilmiş.
Son günlerde Kozmik Oda ve Ergenekon-Balyoz davaları tartışmalarını izlerken kendime sorduğum soruyu herkese sormak istiyorum. Evet, Arınç’a suikast ihbarı bahanesiyle Kozmik Oda’ya girilmesi suç; evet, Ergenekon ve Balyoz davalarının delillerinden bir kısmı düzmece. Evet, birçok suçsuz insana ağır mağduriyetler yaşatan bu davalar kabul edilemeyecek yargısal hatalarla, fahiş hukuksal boşluklarla, adaletsiz kararlarla malûl. Şimdi daha iyi anlıyoruz ki amaç üzüm yemek değil bağcı dövmekmiş. Amaç: darbeciliğe, vesayete, sivilleşmeye karşı demokrasiyi savunmak; derin çeteleri, Gladyo’yu tasfiye ederek devleti temizlemek değil, kendi çıkarları doğrultusunda mıntıka temizliği yapıp kendi Ergenekonunu kurmakmış.
İster gözü kapalı AKP karşıtlığından, ister seçilmiş iktidarı antidemokratik yollarla devirmeyi meşru, hatta hak ve görev sayan darbeci zihniyete sahip olduklarından, ister uzak görüşlülüklerinden kaynaklansın, o günlerde bunu ileri sürenler haklı çıktılar. Ama böyle olması şu apaçık, somut, sahteleri yanında bir o kadar da sağlam delillere sahip, onlarca yıllık tarihle de kanıtlanmış gerçeği değiştiriyor mu?
Bu ülkede yaşamamış olsaydık, yakın tarihe tanıklık etmeseydik, Ergenekon’da, Balyoz’da yargılananlardan kimilerinin düzmece delillere ihtiyaç göstermeyen somut eylemlerinin, suçlarının doğrudan tanığı olmasaydık, şimdi televizyonlarda boy gösteren küçüklü büyüklü zatların; mağdur kahraman mertebesine yükseltilmeye çalışılanların sütten çıkmış ak kaşık, katıksız demokrat olduklarına belki inanabilirdik. Kurunun yanında yaşları da yaktığı için, hukuk ve adaleti ayaklar altına aldığı için güvenimizle birlikte temiz ve demokratik bir Türkiye hayallerimizi de yıkan bu davalarda yargılananların bir kısmı, darbeci zihniyete sahip olmanın çok ötesinde (zihniyetler dava konusu olamaz) darbe düşünmüş, darbe hazırlığı ve planı yapmış, bu türlü planlara malzeme sağlamış kişilerdi. Kimileri de, seçilmiş iktidarı bir darbe veya müdahale ile yıkmak için gerekli istikrarsızlaştırma ve kargaşa ortamını sağlamakla yükümlü Özel Harp/Ergenekon/Gladyo görevlileriydi.
Kozmik Oda; JİTEM’den failimeçhullere, Çiller’in başbakanlığı döneminde Kürt işadamlarının birer birer katledilmesinden Hrant Dink cinayeti öncesinde yaratılan ortama, Hrant’ın öldürülmesinden Zirve Yayınevi katliamına binlerce, onbinlerce melanetin belgelerinin saklandığı yerdir. 1 Mayıs 1977’nin, Maraş, Çorum, Sivas, Malatya katliamlarının, Madımak kırımının, Uğur Mumcu’dan Ahmet Taner Kışlalı’ya, daha nice cinayetin izleri oradadır. 1955’te 6-7 Eylül olaylarından 2005 Şemdinli olaylarına, Gezi cinayetlerinden daha birkaç ay öncesinde 7-8 Ekim Diyarbakır, Batman, Bingöl olaylarına kadar bütün sırlar kozmik odalarda gömülüdür. Derin devletin infaz timleri, kırmızı-yeşil-mavi kuvvetleri adlarıyla, kimlikleriyle, “hizmetleriyle(!), silahlarını, cephanelerini gömdükleri yerlerin adresleriyle orada kayıtlıdır.
Bülent Arınç’a suikast ihbarı ve bağlı davanın kapatıldığı şu günlerde, olayın kumpas olduğu gerçeği üzerinden öyle bir hava yaratıldı ki, Kozmik Oda yeniden dokunulmazlığa kavuşturulurken içindeki pislikler de neredeyse AK’landı, devlet sırrı olarak meşrulaştırıldı. “Paralel”in eski ortağıyla birlikte düzenlediği komplo devletin karanlık yüzüne örtü, AKP’ye de kendi Gladyosunu oluşturma ya da Ergenekon’u devralma olanağı sağladı.
Ergenekon, Gladyo, Özel Harp Dairesi, ya da başka bir şey; adı ne olursa olsun yerli yerinde duruyor, sadece efendileri değişti. Askerî vesayetin yerini de Erdoğan’ın AKP’yi incir yaprağı olarak kuşanmış vesayeti aldı. Ergenekon’u, darbeciliği, kozmik odaları aklamak, meşrulaştırmak yerine her türlü vesayete ve derin devlete karşı hatalarımızdan ders çıkartarak ayrışmak çatışmak yerine ama’sız demokrasi mücadelesinde buluşmak değil mi bize düşen?