Hani şu beka sorunumuz var ya! İslam soslu neo-faşist rejimi adım adım yerleştirmeye çalışan iktidar bloğunun başvurduğu "Kürt tehdidi" korkutmacası artık yetmiyor ki şimdi de "NATO tehdidi" piyasaya sürülüyor.
"Çocuktan al haberi" derler, ben de iktidarın hangi hazırlıklar içinde olduğunu, algı operasyonlarının hangi doğrultuda tezgâhlanacağını, hangi kumpasların kurulduğunu anlamak için derin kulakları olan bazı görevli gazetecileri izlerim. Yeni Şafak gazetesi ve gazetenin aynı zamanda genel yayın yönetmeni de olan İbrahim Karagül’ün yazıları bu konuda iyi bir kaynaktır.
Bu zatın dünkü yazısının başlığı, "NATO Türkiye için birinci tehdit oldu" idi. "Türkiye için bugün tanımlanan bütün tehditler NATO kökenlidir. YPG’yi kurup silahlandıran, bu örgüt üzerinden Suriye’de işgal başlatan onlardır" diyen Karagül, yazısını "Türkiye’ye bir NATO müdahalesi tehdidi görüyorum" diyerek bitiriyordu.
Benim sol/sosyalist kuşağım 1950’lerden bu yana ABD’ye ve NATO’ya karşı mücadele içinde yetişmiştir. 14 Temmuz 1950’de kurulan ve kurucu başkanı Behice Boran olan Barışseverler Cemiyeti’nin ilk eylemi Demokrat Parti iktidarının Kore’ye, ABD’nin yanında çarpışmak üzere asker göndermesine karşı çıkmak olmuştur. Dernek, TBMM’ye bu kararı eleştiren bir mektup göndermiş, bu konuda bir bildiri dağıtmış, hemen ardından, "Hükûmetin aldığı kararı tenkit etmek, millî mukavemeti kırıcı beyanlarda bulunan bildiri dağıtmak" suçlamasıyla kapatılmış, tüm kurucuları tutuklanmıştır.
ABD emperyalizmine ve NATO’ya karşı çıkmak gelmiş geçmiş bütün sağ iktidarlarca hep komünistlik, solculuk, vatan hainliği ile eş tutulmuş, böyle bir algının kitlelerde yayılıp kökleşmesi için elden gelen her şey yapılmıştır. Antiemperyalist-antikapitalist rüzgârların estiği, solun yükselişe geçtiği 1960 ortalarından itibaren NATO/ABD karşıtı akımlar, başta Komünizmle Mücadele Dernekleri olmak üzere sağ cepheyi, fanatik İslamcıları, NATO’cu devlet aparatını karşılarında bulmuşlardır. Tarihe "Kanlı Pazar" olarak geçen 16 Şubat 1969 olayları, benzerleri arasında en unutulmazlardan biridir. 6. Filo’nun İstanbul’a gelişini protesto için örgütlenen gösteriye, Komünizmle Mücadele Dernekleri ve bugünkülere benzer sözde gazeteci provokatörlerin "Cihat günü geldi" manşetleriyle kışkırtılmış kitleler "Müslüman Türkiye" nidalarıyla ABD’yi protesto edenlere saldırmışlar, arkalarında iki ölü ve yüzlerce yaralı bırakarak devlet emniyet güçlerinin koruması altında dağılmışlardır.
NATO ve ABD emperyalizmi karşıtlığı benim sol kuşağımın olmazsa olmazıdır. Ancak bu; kapitalizme, emperyalist sömürü ve yayılmacılığa, savaş baronlarına, uluslararası silah tekellerine ve onların ülke içindeki işbirlikçilerine karşı olmak anlamına geliyordu.
Yolsuzluk batağında debelenen, doğayı ve insanı her açıdan yaralayan neoliberalizmi yol yordam edinmiş, emeği ezip sermayeyi arkalayan bir siyasetin temsilcisi, uluslararası silah tekelleriyle, silah taciri devletlerle sarmaş dolaş, yayılmacı özlemlerini komşu ülkeler, komşu halklar üzerinde gerçekleştirmeye çalışan bir iktidar çizgisinin NATO karşıtı görünümü, Rusya ile ABD ve Batı arasında "müşteri kızıştırma" taktiğine dayalı Şark kurnazlığı siyasetinden ibaret kalır.
Bugünlerde, sözde NATO’ya karşıtlık (siz Batı karşıtlığı olarak okuyun) üzerinden prim sağlamaya çalışan ve devletin/iktidarın kısmen Erdoğancı Avrasyacı- Ergenekoncu kanadının sözcülüğüne soyunan Pelikan yeniyetmelerin mensup oldukları siyasal İslam çizgisinin ABD-NATO işbirlikçiliği tarihini hatırlamakta, hatırlatmakta yarar var.
60-70 yıl öncesinin koşullarından 180 derece farklı olan 2020 dünyasında ne NATO o eski NATO’dur ne de bloklar eski bloklardır. Bütün eski yapıların çözülmesi, dost ve düşman tasavvurlarının değişmesi, yeni güç dengelerinin kurulması mukadderdir, bunların hepsi doğru. Ancak; savaş kışkırtıcılığına, ülkeleri tarumar eden istilacılığa, vekâlet savaşları sürdüren silah ve ölüm taciri güçlere karşı mücadele; tarihî, ahlakî, insanî değerini yitirmemiştir. Süper güçler arasında tahterevalli politikası kurnazlığını bağımsız politika diye yutturmaya çalışan, silah tacirlerine rüşvet olarak millî kaynakları peşkeş çekerek halkın yoksullaşması pahasına savaş sürdüren, bunu da beka sorunu olarak yansıtanların NATO ya da Batı düşmanlığının hiçbir tutarlılığı ve inandırıcılığı yoktur.
Beka sorunu ardına gizlenip savaş sanayiine, silahlanmaya milyar dolarlar harcayan, yetmedi evlatlarımızı, canımızı kanımızı feda eden iktidar bloğuna "sınırlarımızı tehdit eden Kürtler", "PYD terörü", vb. bahanelerin/gerekçelerin artık yetmez olduğu, bırakın dışarısını içeride bile satın alanının pek kalmadığı anlaşılıyor. Beka yutturmacasını sürdürebilmek için yeni tehdit gerekli: NATO müdahalesi tehdidi hiç fena değil. Hem Putin Rusya'sı ile iş bağlamak, milyar dolarların harcandığı gereksiz silah alımlarında iskonto sağlamak, dünyadaki yalnızlaşmayı Rus ayısına dayanarak dengelemek için, hem de fıtratlarında olan Batı değerleri düşmanlığını perçinleyip yaygınlaştırmak için epeyce işe yarar bir araç. Savaş, düşmanlık, ayrımcılık, çatışma ile beslenen beka heyülasına ara sıra taze kan taşımak gerekiyor.
Ülkenin dağ gibi büyüyen sorunları: kitlesel işsizlik, açlık sınırına varan yoksulluk, katlanan hayat pahalılığı, orta sınıfın erimesi, dizboyu adaletsizlik, hukuksuzluk, demokratik hak ve özgürlüklerin erozyonu, eğitimin yerlerde sürünmesi, vb., vb… Bunlarla baş edemeyen iktidara halk kitlelerinin gözünü boyayacak bahane gerek. Pahalılıktan, fiyat artışlarından yakınanlara, EYT’ye takılanlara iktidarın devletli ortağı Bahçeli’nin verdiği cevap gerçekten de ibretlik:
"Terörle mücadelenin bir bedeli var" diyor Devlet Bey. "Var olmak için (bekamız için) bu bedele katlanmalıyız. Biraz da millî hedefleri anlamak gerekiyor… Mesela Fırtına Obüsleri dakikada 6-8 mermi atıyor. 1 Saatte yaklaşık 240-250 mermi. İki saat kullanılıyorlar, bunların ortalama fiyatı 1000 dolar. Günde 500 mermi 500 bin dolar eder. Bir harekâtta 100 obüs topu kullanılsa, yılda sadece 5 milyar dolar obüs maliyeti. Sadece Zeytin Dalı Harekâtı'nın ilk gününde uçan savaş uçaklarının yakıt bedeli 1 milyon dolar, savaş uçağının attığı sıradan bombanın fiyatı 2500 dolar…"
İki adet S-400’e 2,5 milyar dolar ödendiğini/ödeneceğini, yeni S-400’lerin alınacağını, ABD ile, Fransa, Almanya, vb. ile alınmış olanlara ek yeni silah pazarlıklarının sürdüğünü hatırlarsak, Suriye’ye, Irak’a bitip tükenmeyen operasyonların maliyetini, oralarda bizim bütçemizden beslenip yerel halkın üzerine sürülen ÖSO ve benzerlerinin kaça mal olduğunu hesaba katarsak, ekonomiyi bu hale getiren en önemli faktörlerde birine, savaş ekonomisinin tahripkârlığına ulaşmış oluruz.
Sayın Bahçeli ile yıldızlarımız pek barışmaz ama açık sözlülükle verdiği bilgiler için teşekkür etmek isterim, çünkü durumun vahametini ve yaşamakta olduğumuz krizin kodlarını kimse bundan daha iyi anlatamazdı.
Bahçeli’nin "Biraz da millî hedefleri anlamak gerekiyor, var olmak için bu bedele katlanmalıyız" demesi; halkın uyanmasından, beka tehdidinin kitlelerin gözünü boyamak için uydurulmuş, yalanlarla beslenmiş bir senaryo olduğunun farkına varmasından, korkuyu yenip yüksek sesle sorgulamaya başlamasından duyulan kaygının ifadesi. Ve de muktedirlere, en azından devletin/iktidarın bir kanadına yeni bir tehdit algısı gerekiyor. Birileri NATO saldırısı tehdidini pazarlarken (ki Londra’daki son NATO toplantısında Erdoğan’ın uzlaşmacılığı bu tehdidi pişirip kotaranları şimdilik açığa düşürmüş görünüyor) başka birileri beka’mıza yeni tehditler icat etmek peşinde koşacaktır.
Oysa ülkemizin ve halklarımızın var oluşuna (beka’ya) tek yakın ve gerçek tehdit iktidar koalisyonudur.