Şimdi bu iki konu nasıl bağlanacak birbirine? Hemen söyleyeyim, bağlanmayacak...
Şimdi bu iki konu nasıl bağlanacak birbirine? Hemen söyleyeyim, bağlanmayacak. Ne zamandır, kadın sorunu ve muhafazakârlık hakkında bir şeyler yazmak istiyordum. Başbakan’ın “baaayanlar” üzerine söylediklerinden, “üç çocuk da üç çocuk” diye tutturmasından, kadınla erkek eşit değildir demesinden, partisinin kimi kadınlarının (hepsi değil) hemcinslerine düşman ve lidere biat kültüründen hareketle, İslami muhafazakârlığın kadın meselesinden söz edecektim. Dünkü t24’te çıkan bir haber, yazıyı zenginleştirecek bulunmaz veriler sağladı. Gülen cemaatinin legaldeki kurumsal yüzü Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın düzenlediği, 53 ülkeden 600 akademisyenin katıldığı, açılışını Aileden Sorumla Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf’ın yaptığı Avrasya Platformu 1. Aile Konferansı’nda “Din, Gelenek ve Modernite Bağlamında bir Değer Olarak Aile” konulu toplantının sonuç bildirgesi, yazmaya çalışacaklarımın özeti ve doğrulaması niteliğinde. Ali Bulaç’ın da bildiri komitesinde yer aldığı, oy birliği ile onaylanmış bildirgenin, hepsi birbirini tamamlayan maddelerinden bazıları benim kısaltmamla şöyle: (tam metni 29 Kasım tarihli t24’te bulabilirsiniz) - Din temelli nikahın tanınmamasını ve meşru sayılmamasını kınıyoruz. - İnsan neslinin devamı için aile kurumuna devlet politikalarıyla sahip çıkılmasını istiyoruz. - Kürtajı önleyen ve doğumların artmasını sağlayan politikaları destekliyoruz. - Eşcinsellik ve ensest gibi hastalıklara karşı tedbir alınmasını istiyoruz. - Ailenin korunmasında en büyük rolün dini motivasyonda olduğunu kabul ediyoruz. - Çekirdek ailenin geniş aile ile eklemlenmesinde yarar görüyoruz. Vb..... Bırakın eşcinselliğin tartışılmasını, eşcinsel evliliklerin yasal sayıldığı ülkelerin sayısının arttığı; bireyin cinsel yönelim ve tercihlerinin tartışılmasının bile ayrımcılık ve özgürlüklere tecavüz sayıldığı; çekirdek ailenin, cemaatçilikten cemiyete geçişte, gelişmiş sanayi toplumunun doğal sonucu olduğunun ders kitaplarında yer aldığı; ailenin zorla biçimlendirilecek bir toplumsal birim değil, çağlara, sosyo-ekonomik yapıya, üretim biçimlerine göre şekillenen düzenleyici bir kurum olduğunun sosyolojiye giriş derslerinde okutulduğu bir çağda ve dünyada, yukardakine benzer sonuçlara varan 600 akademisyenin akademik özelliklerini doğrusu merak ettim. Aralarında çok eşli erkekler ve bunu yadırgamayan kadınlar olduğunu bildiğim için, dini nikâhın hukuki anlamda meşru sayılmasını istemelerine şaşmadım doğrusu. Sonuç bildirgesinin ruhuna hakim olan eril iktidar dili, dini vesayetçi toplum mühendisliği de şaşırtmadı beni. Ailenin, özgür bireylerin özgür iradeleriyle kurdukları bir birlik olarak değil, dinin ve devletin yönlendirmesi ve müdahale etmesi gereken, insan neslinin devamı amaçlı bir kurum olarak anlaşılmasını da, toplantının düzenleyicilerinin, katılımcılarının ve AKP’li hâmilerinin zihniyetini düşününce, yadırgamadım. Sonuç bildirgesinde yer alan maddelerin, koyu dindar Bush’un ve neo-con’larının konuyla ilgili görüşleriyle ne kadar benzeştiği bir yana, şunları düşünmekten ve yazmaktan da kendimi alamadım: •Kutsal aile ve kutsal devlet kavramları aşılmadan, ne birey ne de bir siyasal hareket kendini özgür ve özgürleştirici sayabilir. •Muhafazakârlık kavramı, eninde sonunda dinsel bir temele dayanır; hangi din ve mezhep temeli üzerine yükseliyorsa, onun rengini taşır. •İslami muhafazakârlığın temel taşı, doğrudan veya dolaylı olarak, kadın meselesidir. Muhafaza edilmek istenen “kutsal”, her şeyden önce eril iktidarın kadına bakışıdır. •Aşiret yapısından modern toplumlara geçiş sürecinde yaşanan çoğu zaman sancılı toplumsal değişim, babaerkil kutsal aile ve kadının eşitliği konularında eşiği aşmakta zorlanır, İslam modernleşmesi tam o noktada kendi zihniyet sınırlarına dayanır ve tıkanır. AKP’nin kendini tanımladığı “muhafazakârlık” bu sınırın ta kendisidir. • Gülen cemaatinin düzenlediği toplantının sonuç bildirgesinde yer bulan maddelerin tümü kadın ve aile konusunda Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da paylaştığı değerleri yansıtmaktadır. Erkekle kadın eşit değildir, kadının yeri evidir, temel görevi çocuk doğurmak ve kutsal aileyi kendini kurban ederek sürdürmektir. • Binlerce yıllık erkek iktidarının dinle perçinlenmiş ve tahkim edilmiş toplum tahayyülü, kadınları kutsal aile ve analık değerleriyle tutsak eder. Kadın bu değerleri ve eril dili içselleştirir. Başbakanın bir konuşması sırasında, namus cinayeti adı altında işlenen cinayetlere dikkat çekmek isteyen kadınları protesto eden AKP’li kadınlar, erkek otoritesine biatı görev olarak yükleyen ve yücelten dinsel muhafazakârlığın örneklerinden sadece biridir. Kutsal aile kavramı ile kutsal devlet içiçedir, ayrılmaz. İster dini temele dayalı, ister laik faşist, ister muhafazakâr olsun, iktidar bu iki ayak üzerinde yükselir. Ve bütün kutsallaştırılmış yapılar gibi, gerçek özgürlüklere ve gönüllü birliklere varabilmek için her ikisinin de bireyin hizmetine girerek sönümlenmesi gerekir. Wikileaks’e gelince... Wikileaks’in ne alâkası var aile ile devletle diye soracak olursanız; bütün gün Wikileaks dinlemekten bu yazıyı yazmakta geciktim, istediğim kadar da iyi yazamadım. Bir de, şu aşamaya kadar açıklananlara bakınca, “E, bunların tümünü bir yerlerde okumuştuk, dinlemiştik, biliyorduk” demekten kendimi alamadım. Diplomasinin, muhatabını kucaklarken, içinden “ben seni yiyeceğim” diye geçirmek olduğunu, diplomatların başlıca görevinin bulundukları ülke konusunda bilgi toplamak, sızdırmak ve yorumlarını merkeze iletmek olduğunu, kapalı kapılar arkasında biz fanilerin bilmediği neler neler konuşulduğunu yeni mi öğreniyoruz yani. Daha kendi haklarında neler yazıldığını bilmeden, düşünmeden Wikileaks’ten sızdırılan “Davutoğlu tehlikeli” raporuna yapışan, hatta böyle “tehlikeli” bir dışişleri bakanının istifa etmesi gerektiğini söyleyecek kadar ABD görevlilerinin borusunu çalmaktan çekinmeyen CHP sözcüleri, “kimin için tehlikeli?” sorusunu sormazlar mı hiç kendilerine, diye düşündüm. Bir de AKP iktidarı hakkında kriptolarda yer alan kimi değerlendirmelerin CHP’nin ve kendisine ulusalcı sol diyen bazı kesimlerin değerlendirmeleriyle nerdeyse kelime kelime aynı olduğunu görünce doğrusu şaşırdım. Büyükelçileri onlar mı enforme etmiş, yoksa her fırsatta karşı çıktıkları, düşman ilan ettikleri ABD’nin diplomatlarıyla tamamen aynı noktada mı buluşuyorlar? Şimdiye kadar açıklanan belgeler, dış politikayı biraz izleyen hiç kimse için sürpriz değildir bence. Önümüzdeki günlerde açıklanacak olan veya hiç açıklanmayacak belgeleri göreceğiz. Bunlarda; devlette, hükümette, iktidarda, muhalefette yer alan kişilerle ilgili yorumları ve dedikoduları aşan iddialar varsa, tümü soruşturulmalı, açıklanmalı, gereği yapılmalıdır. Sadece Türkiye’de değil, bütün ülkelerde. Susmak kabul etmektir, dezenformasyona pabuç bırakmaktır. Konunun uzmanı değilim, yanılabilirim. Bence kimse merak etmesin, kimse de heveslenmesin. Wikileaks belgeleri ne dünya düzenini, ne de Türkiye’de iktidarı değiştirir. Ağzı yananlar biraz daha dikkatli olurlar, adı geçenler birbirlerine karşı biraz daha bilenir, gardlarını alırlar. Gün boyu çok şey konuşuldu, bilir bilmez çok yorum yapıldı. Ama şu sorunun sorulduğunu veya cevaplandığını duymadım: Kim yapmışsa iyi yapmış belgeleri açıklamakla; şeffaflık, açıklık iyidir. AMA NEDEN YAPMIŞ, HANGİ AMAÇLA? Benim sorum da bu işte.