Seçimlerin bu defa çantada keklik olmadığının farkına varan Tayyip Bey yitirdiği seçmeni kazanmak, kitlesini pekiştirmek, yeniden seçilebilmek için şapkasından tavşan üstüne tavşan çıkarıyor. Asgarî ücrete zam mı dediniz? Verelim yüzde 54,5. Memur ve emekli maaşlarına yüzde 25 az mı oldu? Hadi benden beş puan daha! Tarım kredisi mi, esnafa destek mi, öğrenci bursları mı, "Seçimi kaybedecek bile olsam veremem" dediği EYT hakları mı? Seçimler yaklaşıp da pabucu bağlı görünce, Reis elini devletin cebine, yani aslında bizlerin cebine atmış durumda.
Ne var ki Erdoğan'ın şapkasındaki tavşanlar tükenmek üzere. EYT'lilerden sonra atanamayan öğretmeler gelir mi gündeme, bilemem, keşke gelse! Tahminim o ki: şapkada kala kala Kürt seçmene birkaç bayat havuç ile, bir de hırsıza, tacizciye, çocuk istismarcısına, torbacıya, ikinci sınıf çete elemanlarına, bir de şu veya bu şekilde vergi kaçırmış, yolsuzluk yapmış olanlara af vaadi kaldı. Zaten, ortağı Bahçeli dava arkadaşı mafya kodamanlarını, çete reislerini çoktan çıkarmıştı kodesten.
Tavşanlar bitti, şimdi şapkadaki yılanlar çıkıyor birer birer: Güçlü rakiplerin şu veya bu şekilde tasfiyesi, her türlü seçim hilesini mümkün kılacak düzenlemeler, yargı ve medya yoluyla muhalefetin susturulması, sansür yasaları, kumpas davaları… Şapkadaki yılanların en zehirlilerinden biri HDP'nin kapatılması, önde gelen 400'ü aşkın HDP'li siyasetçiye siyaset yasağı konması. Bir başka yılan, potansiyel cumhurbaşkanı adaylarının, ya da can sıkan muhaliflerin ahlak ve hukuk dışı yöntemlerle, SADAT ya da benzeri yapıların kriminel çalımlarlıyla bertaraf edilmesi.
6'lı Masa partileri tek tek bazı vaadler açıklıyorlar, ortaklaşa metinler de yayımlıyorlar zaman zaman. Ne var ki, bugüne kadar kitlelere seslenen açık, net, heyecan uyandıran ortak vaadler duyamadık. Seçimlere dört ay kala, açıklanan uzun uzun metinler dışında henüz şapkayı da, tavşanları da göremedik. Hani hep sözü edilen kararsızlar ve heyecansızlar var ya… onların beklentisi anayasa taslakları, yol haritaları, uzun uzun ortaklık protokolları falan değil, hayatlarına dokunan konularda somut ve inandırıcı vaadler.
Muhalefetin, özellikle Kılıçdaroğlu'nun uzun süredir parça bölük dillendirdiği vaadleri Erdoğan alıp şapkasına doldurdu, zamanı gelince de "Onlar söyler biz yaparız" diyerek birer birer çıkarıp seçmen kitlelerinin önüne attı. Adam suyun başını tutmuş, iktidarın olanaklarını, hazinenin kaynaklarını sonuna kadar kullanıyor, ama muhalefetin böyle bir olanağı yok. İktidara gelince on mislini vereceğini de vaad etse, halkın gözünde bugün ele geçen, yarının vaadinden daha sağlamdır.
Erdoğan tavşan çıkardıkça panikleyen muhalefet, bence elindeki aslanların farkında değil. Tavşanlar oyları birkaç puan artırır ama aslanlar seçim kazandırır.
En büyük aslan, seçmenlerin en az yüzde 60'ının etrafında kenetleneceği bir ortak adayda anlaşıp acilen ilan etmek. 6'lı Masa yetmez, bütün muhalefetin ve seçmen çoğunluğunun onayını alacak bir adaydan söz ediyorum. Bunun için önce 6'lıların kendi aralarındaki itiş kakışı, güvensizlik görünümünü, ideolojik inatlaşmayı bir yana bırakıp ilkeler bazında HDP ile uzlaşması gerekiyor (ki bu da hiç zor değil, ülke çıkarlarını parti çıkarlarından üstün tutma özverisi yeter). Bu yolla belirlenmiş bir aday karşısında Tayyip Bey'in tavşanlarının da yılanlarının da hükmü kalmaz. 6'lı Masa ile Emek ve Özgürlük İttifakı'nın üzerinde anlaşacağı ve kararlılıkla sahip çıkacağı bir aday, toplumsal muhalefetin de mobilize edilmesiyle, kitlelerde heyecan ve umut doğurur.
Hak, hukuk, adaletin esamisinin okunmadığı şu günlerde muhalefetin elinde önemli bir koz, benzetmeyi sürdürürsek bir aslan daha var: Genel siyasî af önerisi.
Mafya babalarının, suç örgütü reislerinin, uyuşturucu çetelerinin özel infaz yasalarıyla, türlü dalavereyle salıverildiği; kadın katillerinin, çocuk istismarcılarının, itin kopuğun dışarı çıkarıldığı bu ortamda, cezaevlerinde, tutukevlerinde yüzbini aşkın siyasî tutuklu ve hükümlü var. "Terörle iltisaklı-irtibatlı" diye, FETÖ'cü diye, HDP'li ya da başka bir örgüte mensup diye, Gezi'ci diye, sadece muhalif olduğu için, Kürt olduğu, genç olduğu, gazeteci olduğu, yazdığı, çizdiği, konuştuğu, eleştirdiği için onbinlerce insan içerde. Bir de Tayyip Bey'in OHAL dönemi keyfî kararnameleriyle işlerinden uzaklaştırılmış, toplum dışına atılmış, kendi ifadeleriyle "yaşayan ölü" haline getirilmiş onbinlerce KHK'lı var.
Sadece seçim kaygısıyla, oy hesabıyla değil; siyasî af, ortak yaşam duygusunu yitirmiş toplumda ayrışmayı cepheleşmeyi aşmanın da ilk adımı olabilir. Af önerisi, kumpas davalarında mahkûm edilmiş olanların ve de mahkûm edilme tehlikesiyle karşı karşıya bulunanların davalarının bağımsız yargı önünde yeniden görülmesi önerisiyle tamamlanırsa Cumhuriyet ikinci yüzyılına hak ve adalet umuduyla başlayabilir.
Göreceksiniz; seçimlere kısa zaman kala Erdoğan af oltasını sallayacak. Yukarda da söylemeye çalıştığım gibi siyasî -daha doğrusu keyfî- tutukluları/hükümlüleri içermeyen bir uygulama olacak bu. Böylece gerçek bir genel/siyasî af da gündemden düşecek. Bu yüzden muhalefetin konuyu gündeme getirmekte gecikmemesi gerekiyor.
CHP Genel Başkanı son zamanlarda birkaç kez laf arasında aftan söz etti. İlkinde Terörle Mücadele Kanunu dışında kalanlar, gibi bir şeyler söyledi, son olarak da "Geniş kapsamlı afların gündemimizde olduğu doğrudur. Bazıları ehliyet, sicil, borç, eğitim, denklik afları, Bağkur tescil afları. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına vatandaş ticarî ve meslekî olarak temiz bir başlangıç yapacak" dedi.
İyi de, vatandaş ticarî ve meslekî olarak temizlenirken siyasî olarak "kirletilmiş" kalmaya devam mı edecek? Sayın Kılıçdaroğlu, siyasî nedenlerle yargılanan ya da mahkûm edilenlerin neredeyse tamamının Terörle Mücadele Kanunu'nun her türlü muhalif söylem ve eleştiriyi, savaş karşıtlığını, insan hakları savunmasını terörle irtibatlı-iltisaklı sayan malum maddesinden yargılandığını bilmiyor mu? Biliyorsa, siyasî affı gündeme getirmeme nedeni, her zamanki gibi fincancı katırlarını ürkütme korkusu mu, 6'lı Masa'nın devlet tapınçlı ve Kürt fobili üyelerinden tırsması mı?
Cumhuriyet'in 100. yılını kutlarken, toplumun kucaklaşmasına da vesile olacak siyasî af ilanının, ayrıca OHAL kararnameleriyle mağdur edilen KHK'lılara haklarının ve onurlarının iadesinin tam zamanı. Muhalefet sahte af tavşanını Erdoğan'a ikram etmemeli. Özellikle siyasîleri içerecek, toplumun vicdanında karşılık bulacak gerçek bir genel affın öncülüğünü yapmalı.
Gerçekte af değil mağdurlara devletin/iktidarın özür borcunu ödemek anlamını taşıyan böyle bir vaad Erdoğan'ın tavşanlarından çok daha güçlü ve değerli bir aslandır, helalleşmenin de ilk adımıdır.
Oya Baydar kimdir?Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi. Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı. 1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı. Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı. Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi. 1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye'de ilk üniversite işgali eylemi oldu. 1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı. Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı. Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı. Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu. Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı. Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı. İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü. Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu. 2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi. Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24'te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor. ESERLERİ Roman Allah Çocukları Unuttu (1960)- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)- Kedi Mektupları (1997)- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)- Sıcak Külleri Kaldı (2000)- Erguvan Kapısı (2004)- Kayıp Söz (2007)- Çöplüğün Generali (2009)- O Muhteşem Hayatınız (2012)- Yolun Sonundaki Ev (2018)- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)- Yazarlarevi Cinayeti (2022) Deneme - Surönü Diyalogları (2016) Öykü - Elveda Alyoşa (1991)- Madrid'te Ölmek- Mırınalı Madride (2007) Anlatı - Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021) |