Gencecik bahar dalı Özgecan’ın vahşice katledilmesi cinnet sınırlarında gezinen toplumun pimini çekti. Bu son kadın cinayeti, artık katliama varan benzer cinayetlerin toplumun duyarlı kesimlerinde biriktirdiği öfkeyi, tepkiyi, korkuyu, çaresizliği bir patlama ile ortaya serdi. Her gelişmenin, her olayın siyasî husumetin, kamplaşmanın, cepheleşmenin aracı haline getirildiği bu sağlıksız, vicdansız ortamda, siyasî-ideolojik kavga şimdi Özgecan’ın acısı üzerinden sürdürülüyor. Kadınlar ayakta, gençler ayakta, siyasiler sahnede; laik kesim meydanlarda, sokaklarda, medyada, kadın cinayetlerinin, tecavüzlerin, kadına şiddetin hesabını iktidardan soruyor.
İktidar, tuhaf ama anlaşılabilir bir savunma refleksiyle Özgecan’ın ailesinin etrafında pervane. Başbakan ve eşi ellerinde sihirli değnek varmışçasına, kadına şiddetin mutlaka sona erdirileceğini taahhüt ediyorlar. Erdoğan iki kızını Mersin’e göndermiş, kızlar babalarının konuya ne kadar önem verdiğini göstermek için iki lafı beceriksizce üst üste koyma telaşındalar. AKP’li kimi bakanlar, milletvekilleri, ama sadece onlar değil kısasa kısas zihniyetinin sokaktaki adamdan devletin en üst kademesine kadarki temsilcileri -fırsat bu fırsat- idam cezası getirilmeli ezberini tekrarlayarak toplumun hassas sinir uçlarına dokunup parsa toplama peşindeler. Özgecan’ın hunharca katledilmesi toplumdaki nefrete, bozulmaya, vicdansızlaşmaya ayna tutuyor. Ve bu ayna, kimi AKP destekçisi, iktidar yandaşı yazarların, siyasetçilerin, kimi adı ünü duyulmuş Müslüman muhafazakâr kişilerin, fetvacı derin hocaların karanlık yüzlerini yansıtıyor.
Nihat Doğan diye bir medya yaratığının attığı tweet öne çıktı, ama sadece tweet’lerde değil gazete köşelerinde, TV kanallarında, konuya ilişkin iğrenç ya da çarpık düşünceler beyan eden kadınlar, erkekler, yazarlar, siyasetçiler, din hocaları ne yazık ki hiç az değil. Örneğin şu satırlar, AKP yandaşlığı ve Erdoğan hayranlığı ile bilinen, son zamanlarda piyasaya sürülen bir kadın yazara ait. Özellikle ünlem işaretlerini aynen koruyarak aktarıyorum:
“Özgecan’ın ailesi Tunceli’den gelmiş. Tuncelili bir Alevî ailenin kızı. Velhasıl Dersimli!.. Bir diğer ayrıntı ise kız yanında biber gazı taşıyor. Demek oluyor ki bu noktada kızın tepkisini bilenler var!!! Herhangi bir minibüse binmiyor kız. Orada bir jandarmanın (!) çevirdiği minibüse biniyor. İşin ilginç yanı, olayda neden jandarma var (!)… Kitle eylemleri oluşturmak için uygun bir konu seçilmiş gibi görünüyor !!! Ve olayı hemen Selahattin Demirtaş’ın sahiplenmesi oldukça manidar…”
Tayyip Erdoğan’ın çevresindeki paranoyak komplo teorisyenleri bile bu kadarına cesaret edemezlerdi. Genç hanım yazarımız Ak Saray zihniyeti ve söyleminin parlak bir örneğini sunarak Cumhurbaşkanlığı danışmanlığını gerçekten hak ediyor. Yeni Şafak gazetesinin bir başka kadın yazarından: “Müslüman ülke, tecavüz…fırsatçılığa soyunmayın. Amerika’da da her iki dakikada bir kadın tecavüze uğruyor. Şimdi çenenizi kapatın.” Doğrudur; çenelerimizi kapatalım, yatıp bacaklarımızı açalım, dayağı, tecavüzü sineye çekelim, erkek şiddetine sessizce katlanalım, öldürülmeyip sağ kalırsak da Allaha dua edelim. Nasıl olsa Amerika’da da oluyormuş böyle vakalar… Aynı gazetenin bir başka kadın yazarından Özgecan cinayetini protesto eden kadınlara:
“Susun ve doktora gidin. Bi kendinize gelin, dizilerdeki gibi kahraman mı olacaksınız sanıyorsunuz.”
Aynı gazeteden, kafasıyla değil cinsel organıyla düşünüp konuşmakla, Erasmus’u orgazmus sanmakla ünlü bir adam, hem köşesinde hem çıktığı TV programında: “Suçlu medya. Laik papazlar! Gece gündüz cinsel özgürlük, bireysellik, egoizm naraları atarsanız olacağı bu!” diye feryad ediyor. Bu tarz yüzlerce alıntı yapılabilir, hem de sadece kıyı köşe yazarlarından, iktidar kankası örtülü örtüsüz bacılarımızdan değil, muktedirlerin, siyasilerin bizzat kendilerinden de.
Nerede yanlış yaptık, kadına şiddetin önüne nasıl geçebiliriz? sorularına cevap aranırken özellikle Müslüman muhafazakârların üzerinde birleştiği nokta, o kesimden bir yazardan alıntıyla: “Müslüman bilincini kuşanmak, fıtrata dönmek”.
Kadına yönelik şiddet ve vahşet, Diyanet İşleri Başkanı’ndan başlayıp iktidarın sözcülerine, yazarlarına, kanaat önderlerine,hocalarına kadar, Müslüman muhafazakâr değerlerin yitirilmesiyle, fıtrattan sapılmasıyla, “gaddar ve zalim bir kültürün” yani Batı kültürünün iğvâsıyla, saldırısıyla açıklanıyor. Kimileri de, ilim bilim sahibi görünmek için akıllarının boyunu aşan kaptalizm analizlerine girişip sapla samanın karıştığı izahlar peşindeler. Ardından da, sadece Müslüman muhafazakârlarca değil toplumun geniş kesimlerince paylaşılan klişeleşmiş çözüm önerisi geliyor: Aile kurumunun pekiştirilmesi ve idam cezasının geri getirilmesi… Aile ve idam konularını bir başka yazıya bırakıp işin bam teli olan fıtrat (insanın yaratılıştan gelen doğası, huyu, mizacı) meselesine dönersek, kadına yönelik şiddetin esas ve tartışılmaz kaynağı muktedir erkek fıtratıdır. Erkeklik “fıtraten” iktidarla eşitlenir. Erkekliğin (yaratılmış değil kazanılmış) fıtratında iktidar tutkusu, tahakküm ve şiddet vardır. Muktedir erkek fıtratı kendini her şeyden önce kadın üzerinden pekiştirir ve yeniden üretir.
Özellikle tek tanrılı dinler fıtratı yaratana ve yaratılışa bağlayarak insanın kendini aşma, özgürleşme, prangalardan kurtulma atılımını engeller. Kadere rıza gösterme, verili düzeni ve o düzenin hakimlerini kabullenme, muktedire boyun eğme, fıtrat kavramıyla, kader olarak dayatılır. Oysa toplumsal cinsiyet rolleri, toplumda kadınla erkeğin yeri, kadının konumu, vb. fıtratın değil toplumsal organizasyonun, toplumsal kültürün ve zihniyetin ürünüdür. Yaratılıştan gelen biyolojik-fizyolojik farklılıklar kadınla erkek arasında hiyerarşik bir durum, bir alt-üst ilişkisi değil, iki cinsiyetin eşitliğini ve birbirini tamamlamasını sağlar. Kadınla erkek eşit değildir sözü özensiz bir dil sürçmesi değil, fıtrat öğretisinin temel kuralıdır. Toplumlar, ilkel toplumlardan karmaşık organizasyona sahip toplumlara doğru evrildikçe biyolojik farklılıklar (özellikle kadının doğurganlığı, insan yavrusunun yaşayabilmek için bir süre ‘ana’ya bağımlılığı, kadının savaşa, öldürmeye değil korumaya, yaşatmaya dönük psikolojik güdüleri) erkek egemenliğini, erkek iktidarını, muktedir erkeklik zihniyetini yaratmıştır. Muktedir erkekliğin ilk ve pervasız iktidar alanı kadındır.
Bütün dinler, özellikle tek tanrılı semavî dinler erkek iktidarının kaleleridir. Bütün bu dinlerde Allah ‘baba’dır. Peygamberler, tebliğciler, din büyükleri, ulema erkektir. Kuraları onlar koyar, kutsal kitapları onlar yazar, Allah’ın kelamı dediklerini onlar kendi erkek dillerinden aktarır. İslamiyet (hele de Sünnî Müslümanlık) erkek egemenliğinin mutlak ve tartışmasız olduğu dindir. Kadın-erkek eşitliği (modern toplumda yasalara geçse bile) dinen asla kabul edilemeyecek bir kavramdır. Muktedir Müslüman erkeğin kadına bakışı, en olumlu yorumla, Özgecan cinayetinden sonra Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Kadınlar bize Allah’ın emanetidir” sözünde ifadesini bulur. Kur’an’a atfen sık sık tekrarlanan kadın yüceltmeleri de, erkeğin dölleyip kendine evlatlar verecek “ana kadın”la sınırlıdır. IŞİD’in, Boko Haram’ın, benzer yapıların, dünyanın gözleri önünde sergilenen kadınlara yönelik uygulamaları bir sapmadan çok, günümüzde kabul edilmesi güç olan aşırı bir yorum sayılabilir. Müslüman bilincini kuşanıp fıtrata dönmeyi isteyenler, kadın konusunda aradıkları modelin ipuçlarını IŞİD’çilerin uygulamalarında bulabilirler.
Muktedir erkekliğin kadına bakışı sadece dinî inançla değil, toplumsal yapıyla, geleneklerle, tarihten gelen etkiler ve yerel özelliklerle karşılıklı etkileşim içinde biçimlenir, yaygın bir zihniyete dönüşür. Gerçeği görelim: Kadın ve cinsellik konusunda toplumumuza hakim olan zihniyet muhafazakârlığı da aşan bir yasakçılık ve bağnazlıktır. Erkeğin şerefini namusunu, malı kabul ettiği kadının ahlakına, faziletine bağlayan; kadının ahlakını faziletini de bacak arasında arayan zihniyet ne bugünün iktidarıyla ne de AKP ile sınırlıdır. Toplumsal ahlakı kadının cinselliği üzerinden tanımlayan anlayış; töre cinayetlerinden namus cinayetlerine, beden fobisinden “kadın” demeyi bile ayıp sayıp kadını “bayan” yapan dile, “dişi köpek kuyruğunu sallarsa” türünden iğrençliklere, hamile kadınlar sokağa çıkmasın fetvalarına sürüp gider. Kuşkusuz, günümüzün muktedirleri kafalarındaki Müslüman muhafazakâr toplum modelini hayata geçirmeye çabalarken bu ilkel ve kadın düşmanı zihniyeti attıkları her adımla, kadın aşağılamaları ile, kadını analık işleviyle kısıtlama, kadınla erkeği daha ilk okuldan, neredeyse beşikten birbirlerinden ayırma çabalarıyla, kız çocukları erkek çocuklardan uzak tutmayı dindarlık ve ahlak gibi göstermeleriyle, kadının bedeni ve yaşamı üzerinde tek hak sahibi olduğunu inkâr eden tutum ve uygulamalarıyla pekiştiriyorlar. Tepkilerin iktidara yönelmesinin nedeni de bu.
Peki ne yapacağız? Kadına şiddeti engellemek için yaygın şekilde dile getirilen ailenin güçlendirilmesi, idam cezasının geri getirilmesi, vb. önlemler ne kadar geçerli olur? Yarına bırakalım.