ÖSS, ÖSYS, ÖSYM, KPSS, vb., vb... Son zamanlarda öyle sık, öyle hızlı değişiyor ki adlarını, kısaltmalarını yanlış da yazmış olabilirim. Ö’lü, S’li, K’lı, Y’li, M’li ne kadar sınav varsa hepsinin ardarda dizildiği şu aylarda, bir başka sınav daha yapılıyor. Hiç kimsenin notunun parlak olmadığı, hele de siyasilerin döne döne başlarının döndüğü, hoca mı kötü bizler mi bilemem ama, kafalarımızın bir türlü almadığı demokrasi ve özgürlükler dersinden sınava giriyoruz. Birkaç marangoz hatası parlak öğrenci sınavı başarsa da, kimse onları kutlamayacak, sürünün kara koyunu olarak kuşkuyla bakılıp dışlanacaklar. En büyük tepkiyi de kendi sınıflarından/ kendi mahallelerinden alacaklar.
Bu ülkenin siyasî sınıflarının, kanaat önderlerinin, partilerinin, cemaatlerinin, hukukçularının ve yazar çizerlerinin, aydınlarının ve topyekûn halkın seviyesini belirleyecek bir sınavdan: ÖYM’den, yani Özel Yetkili Mahkemeler sınavından söz ediyorum. Yargı reformu paketleri adı altında taksit taksit sunulan, özde değil sözde düzeltmeler getiren, zihniyetleri değil bazı uygulamaları hizaya sokmaya çalışan, şu perişan hukuk sisteminin bir yanına makyaj yaparken, öteki yanını tahrip eden TCK değişiklikleri konuşulurken, ÖYM’lerin hali de gündemde.
Ne Hükümet, ne muhalefet, ne Cemaat/Hizmet, ne de bunlardan birinin arkasında saf tutan siyaset, söz ve yazı erbabı kusura baksın. Az sayıda (ve bireysel çıkış şeklinde) istisna bir yana, hepsi ÖYM sınavından çakmış durumda. Buna karşılık; dün dündür bugün bugündür, bana yarayan yasak iyidir, düşmanıma yarayan özgürlük mide bozar, dodğru ama henüz vakti değil vb. konularının işlendiği çifte standart dersinden, maaşallah herkes tam not almayı başarıyor.
Yıllar önce, o zamanlar demokratik değişim peşinde olduğu izlenimini yaratmış olan çiçeği burnunda AKP, Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) kimi maddelerini değiştirmeye ve DGM’leri uzmanlık mahkemelerine dönüştürerek kaldırmaya çabalarken karşısında o günlerin koşullarında aşamayacağı bir engel buldu. Bunu, Cumhurbaşkanı Gül, her zamanki karnından mırıldanan üslubuyla, “Ben kaldırılmasından yanaydım ama, gerekli olduğunu söylediler” diyerek dile getiriyor. Kimdi adı değişmiş DGM’lerin gerekli olduğunu söyleyenler, yani dayatanlar? O zaman da biliyorduk, şimdi iyice eminiz: Vesayetçi-devletçi-darbeci asker ve sivil güçler. Bir zahmet, o günlerin arşivlerine, en basitinden gazete haberlerine girilirse, bu güçlerin ve yandaşlarının bir yandan terör öte yandan laiklik elden gidiyor gerekçesi ve darbe şantajıyla; TCK’da ve DGM’ler konusunda demokratik adımları nasıl engelledikleri apaçık görülür. O sırada yapılan değişiklikler can alıcı maddelerin numaralarının değiştirilmesi ve hafif makyaj yapılmasıyla sınırlı kalırken, DGM’ler de ÖYM adını aldı, üstelik süreç içinde yetkileri daha da artırıldı.
Arabaşlıktaki soruyu tekrarlamayacağım. Hepimiz biliyoruz, o günlerde astığım astık kestiğim kestik güçlerine güvenen ve ÖYM’leri bu gücün tahkiminde kullanılacak araç olarak görenler, bugün aynı ÖYM’lerde Silivri’de yargılanıyorlar. Tam bir bumerang etkisi...
Kürtler, antikemalist-antilaik Müslümanlar, kimi radikaller, bazı liberal aydınlar, vb. DGM’lerden (sonra ÖYM’lerden) paçayı kurtaramadılar. Ama DGM’lerde yargılanıp beraat edenler de oldu. Bunların en önemlilerinden biri Cemaat ya da kendi tercih ettikleri adla Hizmet hareketinin kendi adıyla anıldığı Fethullah Gülen’di. Avukatlarının bugün de ifade özgürlüğü ve hukuk adına örnek olabilecek bir savunmasıyla sıyırtmıştı yargılandığı davadan. Doğan Akın’ın iki gün önceki ses getiren yazısıyla hepimize hatırlattığı bu savunmanın belkemiğini meydana getiren demokratik yargı ilkelerini tekrarlamama hiç gerek yok. Yazı t24’te duruyor, isteyen girip bakar.
Gün geçti, devran değişti. O günlerin mağdurları bugünün muktedirleri oldu. Ve ne görüyoruz? O gün Fethullah Gülen Hoca’nın avukatlarının, müvekkillerini beraat ettiren; basın ve ifade özgürlüğü, demokratik haklar ve hukuk üzerine kurulu savunmalarına, bugün Fethullah Hoca’nın sözcüleri A’dan Z’ye karşı çıkıyor, TCK’nın ilgili maddelerinin değişmesine, hele de ÖYM’lerin bırakın kaldırılmayı yetkilerinin kısıtlanmasına şiddetle karşı çıkıyorlar.
Ergenekon davası ve ilk tutuklamalar başladığı sırada, o günlerde yazmakta olduğum Taraf gazetesinde “Darbe Görmüş Arkadaşlarıma Açık Mektup” başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Darbe teşebbüslerinin, darbecilerin, darbeye ortam hazırlamak üzere kanlı eylemlerden, cinayetlerden kaçınmayan odakların yargılanmasına bunu AKP yapıyor anlayışıyla karşı çıkan sol kesime seslenen bir yazıydı. “Askeri darbe siyasî-ideolojik düşmanımı karşı gerçekleştirilmişse iyidir, desteklerim; bana karşı yapılmışsa kötüdür, suçtur” anlayışına karşı, demokraside çifte standart olamayacağını vurgulamaya; darbeciliğin, diktatörlüğün, kimden gelirse ve kime karşı olursa olsun kabul edilemezliğini anlatmaya çalışan bir yazıydı. Bugün eleştirdiğim zihniyeti şöyle de formüle edebilirim: “Silah bendeyse öldürmek mubahtır, haktır; silah bana doğrultulmuşsa suçtur, günahtır. TCK’nın hukuk devletini zedeleyen maddeleri, ÖYM’lerin adalet duygusunu zedeleyici tasarrufları; bu ülkede hukuğun, adaletin üstünlüğünü sağlamak, demokrasinin ve barışın güvencesi olmak yerine bir kesimin (bir merkezin, bir siyasetin, despot devletçi bir zihniyetin) iktidarını ve gücünü pekiştirmesinin hukuk tanımaz icracısı haline gelmeleri, benim amaçlarıma uygunsa mubahtır”.
Özetle, dün darbeci-vesayetçi kesimin, ulusalcı Kemalist odakların “benim darbecim, benim vasim iyidir, çünkü bana hizmet ediyor” zihniyeti; bugün, “ceza kanunundaki özgürlükleri kısıtlayıcı maddeler değişmemelidir, ÖYM’ler darbeleri, darbecileri hukuksuz da yargılasalar, önlerine geleni tutup yıllar boyunca içeri de atsalar gereklidir, çünkü benim siyasal karşıtlarımı cezalandırıyor” ilkesizliğine ve siyasî etik zaafına dönüşmüştür.
Bu konular tartışılırken içimin götürmediği, öfke duyup çaresiz kaldığım bir nokta daha var. Bugün, askeri darbelere ve vesayete karşı oldukları için ÖYM’leri canhıraş savunanlar arasında aynı siyasî çizgide olmasak da, aynı ideolojiyi paylaşmasak da, daha düne kadar darbelere, vesayete karşı demokratik anlayış ve duruşta buluştuğumuz insanlar bulunuyor. Geçmişte savunduklarını hatırlayınca, özünde demokratik bir toplumdan, kişi hak ve özgürlüklerinden yana olduklarını sanıyorum. Şimdi ÖYM’lerin yetkilerinin azaltılmamasını ve kaldırılmamasını savunurken, aynı olağanüstü yetkili mahkemelerin bu olağanüstü yetkilerini en acımasız şekilde Kürt siyasî hareketine karşı kullandıklarını nasıl olup da unuttuklarını anlayamıyorum. Bu kendine demokrat arkadaşlar KCK davalarının hukuk tarihine geçecek bir hukuksuzluk ve keyfilik silsilesi olduğunun, hukuk ilkeleri söz konusuysa tek bir noktada bile iler tutar tarafları bulunmadığının farkında değiller mi? DGM’ler ve uzantıları olan ÖYM’ler, asker - sivil paşalar içeri atılıp pasifize edildikten sonra, şimdi legal Kürt siyasi hareketini yok etmek üzere devreye sokulmuş durumdalar. Son örneği: Van ve çevre belediye başkanlarının, BDP yöneticilerinin tutuklanmaları. Bu insanlar yıllardır o belediyeleri, o örgütleri yönetiyorlar, şimdi mi illegal terör örgütü üyesi oldular, öyle idilerse şimdi mi aklınız başınıza geldi? Nicedir tutuklu sevgili Büşra Ersan’dan, Ayşe Berktay’dan, tanıdığım, tanımadığım nicelerinden söz bile etmiyorum. ÖYM’leri, hem de demokrasi adına savunanlar, apaçık ortada olan hukuksuzluğa nasıl gözlerini kapıyorlar.
Ya gençler? Pankart açtılar, parasız eğitim istediler, yok yumurta, yok taş attılar, yok gösteriye poşu ile katıldılar diye terör örgütü üyesi sayılıp öyle birkaç ay değil, onlarca yıl hapisle yargılanan ve mahkûm edilen gençler!
Özel yetkili mahkemelerin özel yetkileri bu işe yarıyor işte; devletine, muktedirine, dinine, geleneğine boyun eğmiş, mağduriyetini kabullenip ihsan edilecek haklara çok şükür diyen bir toplum yaratmaya...bilmiyor musunuz?
Bir yandan İstiklâl Mahkemeleri’ni yargılamak isterken öte yandan ÖYM’lerin varlığını ve özel yetkilerini savunursanız sadece tutarsız değil aynı zamanda ilkesiz de olursunuz. Ahlâklı siyaset demokratik ilkeler üzerine kuruludur ve o ilkeler kimin iktidarda olduğuna, kimin muktedir, kimin mağdur olduğuna göre değişmez. Kendine Müslümanlık gibi kendine demokratlık da belki kısa vadeli siyasi çıkar ve erk sağlar ama etik değerleri gündelik çıkar ve güç hesaplarına kurban ettiniz mi¸gün gelir kendiniz de ilkesizliğinizin kurbanı olursunuz.
Demokrasi ve özgürlükler umurunda olmayan kişi ve çevreler zaten bu yazının çerçevesi dışında kalıyor. Sözüm: hak, hukuk, özgürlük, demokrasi adına hukuksuzluğu, adaletsizliği, sivil vesayeti savunanlara. Hukuğa, adalete ama’sız sahip çıkmak; ahlâkımızı, vicdanımızı, adalet duygumuzu şeflere, şeyhlere, vasîlere ipotek etmeden korumak hepimize ama en çok da sizlere yarar sağlar.