Türkiye’de on dört yıldır görülmekte olan bir dava var: Pınar Selek davası. Hukukun üstünlüğüne inanan etik ve vicdan sahibi yargıçların üç kez beraat ettirdiği, Yargıtay’ın her defasında bozduğu, mahkemenin bugüne kadar benzeri az görülmüş bir kararlılık ve cesaretle beraat kararında ısrar ettiği bu davada, Pınar Selek işlemediği bir suçtan -idam cezası kaldırıldığı için- müebbedle yargılanıyor. Suçu işlemediği tanıklıklarla, bilirkişilerin raporlarıyla, delillerle, ifadelerle, en önemlisi de kapı gibi üç beraat kararıyla ortada. Ve adalet mekanizmasının en yükseklerine kurulmuş devletlû cüppeliler Pınar’ı mahkûm etmekte kararlılar. Daireler değişiyor, yargıçlar değişiyor, iktidarlar değişiyor, rejim değişiyor (daha doğrusu vesayet rejimi el değiştiriyor); suçlu olmadığı mahkeme kararlarıyla defalarca kanıtlanan Pınar’ın mahkûmiyeti değişmiyor. Çünkü o, bu yerebatası kurulu düzenin adaletsizliklerine, eşitsizliklerine, ötekileştirmelerine cesaretle karşı duran özgür, üretici, cesur bir kadın. Müslüman kadınların haklarını savunmak için tesettüre giren; Kürtlerin haklarını savunmak için araştırmalar yaparken oradaki haksızlığı, hukuksuzluğu, ötekileştirmeyi görünce kendini ayrımcılığı, ötekileştirmeyi engellemekle sorumlu kılan; sokak çocuklarını korumak için atölyeler kuran, yüzeysel hayırseverlikle, sadaka dağıtarak değil, en genç yıllarını onlarla yiyip içip, onlarla yatıp kalkarak geçiren; eşcinsellerin hakları, kadın hakları, eril iktidar, vb. dendi mi, uluslararası alanda söz sahibi genç bir kadın. O, “aykırı”... Katli vaciptir, başka kadınlara, başka gençlere örnek olmamalıdır!
Bugün Çağlayan Adliyesi’nde dördüncü ve sonuncu kez görülecek bu dava sadece Pınar Selek davası değildir. Yüzlerce yıldır değişmeyen, kuşaktan kuşağa aktarılan devlet ve adalet anlayışının, tekil bir örnekte yansımasıdır, bu anlayışın aynasıdır. Bu zihniyete göre “Türk-Sünnî-Erkek” iktidar modeli dışında kalan bütün kişi, grup, düşünce ve ideolojiler “öteki”dir. Hakları, ihsan edildiği kadarıyla sınırlıdır. İster Laik Cumhuriyetçi kesimden, ister Müslüman muhafazakâr kesimden olsun dünkü ve bugünkü muktedirler ve onların uydusu, memuru, görevlisi konumundaki yargı, yasama, yürütme, bu hâkim modelin uygulayıcılarından başka bir şey değildir. Bu model Pınar’ı ve bütün Pınarları mahkûm edecektir ki yıkılası tahakkümleri yara almasın; vesayet sahip değiştirsin, efendi değiştirsin, ama zinhar yıkılmasın!..
Türkiye’de ne zaman vicdanları isyan ettirecek bir olay; ört bas edilemeyecek, inkâr edilemeyecek bir vahşet yaşansa sorumluların, hükümet sözcülerinin, iktidar çevrelerinin ortak tepkisi: “Münferit bir olaydır, büyütmemek gerek” olur. Tescilli işkenceci terfien işkenceye en fazla olanak tanıyan bir göreve mi atanıyor: “Münferit olaydır, şık olmamıştır, ama büyütmemek gerekir”. KCK davasından tutuklu gencecik tıp öğrencilerinin tahliye dilekçelerinin Özgürlük Hakimi (!) tarafından hazırlanan red gerekçesinde tutuklama nedeni olarak apayrı bir suç mu yazılmıştır: “Dalgınlığa gelmiştir, münferit olaydır, genellememelidir.” Malatya’da Alevî bir aile “Akıllı olun, sizi de Sivastakiler gibi yakacağız” çığlıkları arasında linçten zor kurtulmuş, bir de üstüne AKP’li Belediye Başkanı tarafından ilçeyi terk etmeye mi zorlanmaktadır: “Münferit olaydır, muhalefet büyütmüştür, genellenmemelidir”. Hrant Dink, Türkiye’yi sarsan örgütlü bir Ergenekoncu devlet cinayetine mi kurban gitmiştir: “Münferit olaydır, beyaz bereli bir çocuğun işidir, büyütülmemelidir.”
Türk-Sünni-Erkek iktidar zihniyetinin suç ve cinayetleri, bu zihniyetin taşıyıcıları ve bekçilerine göre, kötü niyetle abartılmış münferit olaylardır her zaman. O münferit olaylardır ki Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta yaşanan Alevî katliamlarında kıvılcımı ateşlemiştir. O münferit olaylar, tarihimizin en utanç verici sayfalarından 1915 Ermeni kırımının küçük çaplı, utangaç tekrarlarıdır. O münferit olaylar küçük kızların ırzına geçilmesinde ya da kadın cinayetlerinde hafifletici neden bulabilen yargıçların kararlarıyla, “münferit, münferit” sıradanlaşmaktadır.
Hiç aldanmayalım: Münferit denilen ne kadar suç, ne kadar uygulama, ne kadar yanlış karar varsa, hepsi aslında çoğuldur ve geneldir. Genel olmakla da kalmaz sistemin ruhudur, özüdür. Bu toplumun gelmiş geçmiş ve bugünkü muktedirlerinin zihniyetidir.
Pınar Selek davası da, bugün, bu zihniyeti aşmış görünen cesur ve namuslu bir hakimler heyeti tarafından yine beraatle sonuçlansa da, Yargıtay veya her neresiyse o üst kurum Pınar Selek’e, “Münferit bir hukuk hatası işlenmiş, on beş yıldır size işkence ettik, münferit bir haksızlık oldu, çok pardon yani” dese de, Pınar Selek vakası, çoğul ve genel özünden sıyrılamayacaktır. Çünkü bu ülkede, haksızlık, adaletsizlik, hukuk zaafı geneldir.
Siyasi kadroların, iktidarların, rejimin değişmesi, zihniyetin değişmesinden çok daha kolaydır. Zihniyet çok daha derindir, genlere işlemiştir, muktedirler kanalıyla kitlelere zerk edilmiş zehirdir. O zihniyetin esiri kitleler, baştakilerden de yeşil ışık ve destek gördüklerinde, münferit kötülükleri genelleştirmekten ve kitleselleştirmekten çekinmeyeceklerdir. Eğer bir televizyon kanalında bir adam “sizi de Sivastakiler gibi yakarız” diyerek Alevîlere tehdit savurabiliyor ve orada kalabiliyorsa; nefret söyleminden, kitleleri kine, düşmanlığa teşvikten yargılanmıyorsa, genel ahlâkı korumaya pek meraklı RÜTÜK o kanala ceza vermiyorsa, Hükümet sözcüsünün “büyütülmemesi gereken münferit olaydır” açıklamasından destek bulduğundandır.
Zihniyetin değişmesi güçtür, zaman alır, gerçek demokratik değişimler gerektirir. Üstelik zorlamayla, hot zotla, laik veya dindar nesiller yetiştireceğiz toplum mühendislikleriyle başarılamadığı da yüzyılın örnekleriyle ortadadır. Peki bu zihniyetin tahakkümü altında yaşamak, böyle yönetilmek istemeyenler ne yapacak? “Ne Yapmalı?”
Bu zor soruyu kendi kendime sorup duruyorum. Böyle, köşe’lerden “...melidir”, “...malıdır” diye ahkâm kesmekle yetinmekten son derece huzursuzum. Doğru yanlış bir durum tespiti yapıyorsunuz. Bu düzen, bu muktedirler, bu kurumlar ve hepsine hakim olan zihniyet değişmelidir, diyorsunuz. Bu noktaya kadar sizin gibi düşünen bir çoğunluğun bulunduğunu da biliyorsunuz. Peki sonra? Sonra ne yapmalı?
Önce yanlış anlaşılmayı engellemek üzere küçük bir not: Egemen zihniyeti tanımlayan “Türk- Sünnî- erkek” üçlemesi; Türk olan, Sünnî olan, erkek olan herkesin bu zihniyette olduğu anlamına gelmez. Bu zihniyetin, toplumdaki hegemonyası, hakimiyeti anlamına gelir. İktidarıyla muhalefetiyle, güç odaklarının bu zihniyetin taşıyıcısı oldukları bir yerde, bizler, kadınıyla, erkeğiyle, sağcısıyla solcusuyla, Müslümanıyla laikiyle, azınlığıyla, Kürdüyle Türküyle, bütün etnisiteleriyle, Alevîsiyle, Sünnîsiyle, ötekisiyle, hepimiz; bu zihniyetin mağduru ve karşıtı herkes, kendimizi korumak ve bu zihniyeti aşmak için ne yapabiliriz?
Düşünüyorum da, bugünden yarına bir blok oluşturamayacak olsak da, vicdanımızın örselendiği, isyanımızın kabardığı her olayda kişi kişi, grup grup elimizde ne kadar olanak varsa aynı noktaya seferber edip sesimizi duyurabiliriz. İnsan yaşamını, insan haysiyetini; dininden, mezhebinden, cinsiyetinden, milliyetinden, inanç ve düşüncesinden arındırarak, insanı sadece insan olarak kavramayı başarabilirsek ve herkesin, hepimizin eşit haklarını vicdanla savunabilirsek, çok önemli bir buluşma gerçekleştirebiliriz.
Bu aşamada yapabileceğimiz tek şeyin izlemek, farkında olmak ve farkındalık yaratmak, insana karşı nerede suç işleniyorsa, o insan düşmanımız bile olsa bu suçu teşhir ederek zalimlere karşı koymak olduğunu düşünüyorum. Son aylarda barışçı ve demokratik tepkilerle, bu tepkilere medyanın da ses vermesiyle bu zihniyetin geriletilebileceğinin örneklerini gördük. İşkenceci emniyetçinin ipliği pazara çıkarılıp terfii engellenmeseydi, sorguda, hapishanede işkenceyle öldürülenler çoğalacaktı, işkenceciler cesaret bulacaktı. Uludere’nin üstüne gidilmeseydi Uludere’ler çoğalacaktı. Pınar’ın davasını takip etmeyi bırakırsak Pınarlar çoğalacak...
İlk adımlar iddiasız ve küçük olur ama o adımlar atılmazsa her şey yerinde sayar. İhtiyacımız olan şey, siyasal muhalefetin çok ötesinde bir zihniyet muhalefeti bloğu. Oraya doğru giden yolda, paralel tepkiler, eylemler, çıkışlar, zaman zaman ortak işlerle birbirimize yaklaşabilir, birbirimizi tanıyabiliriz. İddia ile söylüyorum ki çoğunluğuz. Aksini düşünmek insandan umudu kesmek olurdu.