Ünlü felsefeci Derrida, düşman konusundaki bir yazısında “kendine karşı bağışıklık” sisteminden söz eder.
Ünlü felsefeci Derrida, düşman konusundaki bir yazısında “kendine karşı bağışıklık” sisteminden söz eder. Canlı organizmayı dışardan gelecek tehditlere, yani düşmana karşı koruyan bağışıklık sistemi, bazı durumlarda tehdit algılamasında yanılır, düşmanı yanlış algılar. O zaman “auto-immune (kendine karşı bağışıklık)” sistemi devreye girer, organizma kendisiyle mücadele etmeye, kendi kendine zarar vermeye başlar. Bağışıklık sisteminin algı hatasına düşmesi, yani sapıtması çoğunlukla organizmanın kendi dışındaki nedenler veya yanlış uyarılar yüzündendir, ama genetik deformasyonlardan, binlerce, yüzlerce yılın tortusundan da kaynaklanabilir. Toplumları da karmaşık organizmalar olarak düşünürsek, Derrida’nın dikkatimizi çektiği “yanlış düşman algısı”nın ne kadar açıklayıcı olduğunu görürüz. Toplumlar da, tıpkı bünyemiz gibi, yanlış tehdit algısı ve yanlış düşman tanısı yüzünden kendi kendilerini tahrip etmeye, kendileriyle mücadeleye ve kendilerini tüketmeye yönelebilirler. İnsanlık tarihi, bir yanıyla bakıldığında savaşların tarihidir. Kabile savaşlarından din savaşlarına, bölgesel savaşlardan dünya savaşlarına kadar, bütün çatışmalar düşman tehdidinden kaynaklanır. Düşmanın kabileyi, toprağı, vatanı, zenginliği, bölgeyi, dini, inancı tehdit ettiği algısı veya gerçeği, toplumsal bağışıklık sitemini harekete geçirir; çatışmalar, savaşlar çıkar. Düşman ve tehdit algısı, hemen her zaman ekonomik, siyasal, dinsel/ideolojik iktidarı ellerinde bulunduranların, yani muktedirlerin algısıdır. Onların korkuları ve çıkarları doğrultusunda dalga dalga kitlelere yayılır. Halk, muktedirlerin düşmanlarının kendi düşmanı olduğuna inandırılır. Egemenler açısından doğru olan düşman tanımı kitleler için yanlış da olsa (ki çoğunlukla yanlıştır), toplumun bağışıklık sisteminde yaratılan algı ve bilinç çarpıtması, kendine karşı bağışıklık sistemini harekete geçirerek toplumsal organizmayı kemirmeye başlar. Organizma artık savaşa hazırdır. Düşman; iktidarlarını koruyup pekiştirmek için egemenlerin tümüne gereklidir. Muktedirlerin ihtiyacı olan “birlik”; cemaat, tarikat, din, mezhep, ideoloji birliğinden tutun da aşiret, ulus devlet, bölgesel ittifak, sistem (kapitalist sistem-sosyalist sistem) birliğine kadar, her düzeyde öncelikle “düşman” üzerinden ve düşmana karşı sağlanır. Her zaman bir düşmana ihtiyaç vardır. Kapitalist Batı dünyasında ve bizim ülkemizde örneğin, düşmanlar tükenmez, sadece değişir. Kapitalist dünyada doksanların başlarına kadar adı komünizm olan “düşman” güçten düşünce, yerine İslami terörün ikame edilmesi gecikmemiştir. Türkiye’de de, yıllar yılı “Bu kış komünizm geliyor” hikâyeleriyle demokrasinin, özgürlüklerin, toplumsal ilerlemenin çanına ot tıkandıktan sonra, “laiklik elden gidiyor, Şeriat geliyor” ürkütmeleriyle siyasi İslamın tehdit sıralamasında öne çıkarılması, eş zamanlı olarak da bölünme korkusu körüklenerek “terör” adı altında Kürtlerin düşman ilan edilmesi, hepimizin izlediği gelişmelerdir. •••••••• Düşman savaş demektir. Okla mızrakla değil; her biri bir yoksul ülkeyi kalkındırabilecek, dünyada açlığa, sefalete son verebilecek, çaresiz sanılan birçok hastalığın kökünü kurutabilecek bedellere mal olan silahlarla, füze sistemleriyle, ordu masraflarıyla savaşılan günümüz dünyasında, savaş muktedirlere dünya hakimiyetini kazandıran en önemli araçlardan biridir. O çok övündüğümüz bilimsel-teknolojik gelişme, çok büyük ölçüde savaş ve silah teknolojisinin emrindedir. 21. yüzyılda, çift kutuplu olmaktan çıkıp tek kutuplu kalmış dünyada, dün olduğu gibi bugün de kapitalist/emperyalist sistemin başlıca motor gücünün, ironik bir şekilde savunma sanayii diye adlandırılan savaş sanayii, yani silah ve ölüm tacirliği olduğu hepimizin bildiği bir gerçek. Silah tekellerinin hükmettiği ABD ekonomisi ve siyaseti, düşmansız yapamaz. Düşman tehdidinin, dolayısıyla savaşın olmadığı bir dünya, başta ABD olmak üzere bütün süper güçlerin dünyaya hükmetme hayallerinden vazgeçmeleri anlamına gelir. Dünya hegemonyasını yitirmek istemeyen ABD, sistemin müttefikleri ve uydularıyla birlikte komünizm sonrasında yeni düşmanı/düşmanları yaratmak zorundaydı ve yaratmıştır. Son olarak Brüksel’deki NATO zirvesinde varılan mutabakatların, Türkiye’yi de yakından ilgilendirdiği için epeyce bilgi sahibi olduğumuz yeni füze sisteminin gerçek amacı silah sanayiini ve ölüm tacirlerini daha da güçlü kılmak, onları düşmansız ve kârsız bırakmamaktır. Brecht’in Cesaret Ana oyununda en sevdiğim bölüm, Cesaret Ana’nın “Eyvah; barış patladı!” çığlığıdır. Bu korkuyu yaşamamak için, dünyanın hakimlerinin yeni düşmanlar, yeni tehditler yaratmaları gerekir; sürekli yaratmaktadırlar da. ••••••••• Obama yeni umutlar, barış umutları doğurarak iktidara geldiğinde, onun da sistemin ürünü olduğunu, Bush’dan farklı olmadığını söyleyerek burun kıvıranlar çok oldu. Bence Obama sistemden geliyordu, ama sistemi tanıyor ve gücü yettiğince değiştirmek istiyordu. ABD ekonomisinin Batı dünyasını da peşinden sürükleyerek içine düştüğü ekonomik kriz ortamının bütün elverişsizliğine rağmen bu yolda adımlar da attı. Her adımda karşısında silah tekellerinin doğrudan veya dolaylı gücünü buldu. Sağlık reformu yapmaya, yoksullara bazı olanaklar sağlamaya, dev sermayeleri çok dolaylı ve hafif bir denetim altına almaya niyetlendiğinde adı komüniste çıkarıldı, İslam alemiyle, Müslüman ülkelerle daha barışçı bir diyaloğa yeltendiğinde gizli Müslüman olduğu iddia edildi. Halk desteği dramatik bir düşüş gösterdi. Sistemden gelen ama sistemi orasından burasından çekiştirip düzeltmeye niyetlenen Obama, son füze ağı projesiyle sisteme teslim oldu. Benim konum değil, ama bu işlerden biraz anlayan, biraz hesap kitap yapan herkesin, hiç de gerekli olmadığını, işe de yaramayacağını teslim ettikleri füze projesi, ABD’de ve Batı dünyasında gerçek efendilerin kimler olduğunu bir kez daha gösterdi. NATO ülkeleri arasında bir tek Türkiye, hangi amaçla, hangi niyetle olursa olsun, hiç değilse “düşman”ın adının konmasına direndi. Kimileri alay konusu da yapsa, kediyle kedi demedi. Tehdit ve düşman İsrail olsaydı, AKP bu kedinin adını koyardı büyük olasılıkla, bunu biliyorum. Bütün tehditlerden ve düşmanlardan arınmış bir dünyaya doğru yürümek için o korkunç sistemin dağılması, dünyaya hükmeden dev tekellerin, savaş sanayiinin sönümlenmesi gerektiğini düşünecek olursak, küçücük adımların, jestlerin bile önemli olduğunu düşünüyorum yine de. Gerçek ve nihai çözüm henüz uzakta görünüyor ve bu yazıya sığabilecek kadar basit değil. Derrida’ya dönecek olursak, bağışıklık sisteminin bozulmasıyla kendine karşı bağışıklık geliştiren ve kendi kendini tüketen bir organizmaya dönüşmemek için, bize belletilen “düşman” kavramı üzerinde biraz daha derin ve bağımsız düşünebilmeliyiz bence.