Artık televizyonlarda 15-20 saniyelik görüntüden ibaret. Memleketin dört bir yanına gönderilen cenazelere, timsah gözyaşları dökerek katılan asker-sivil erkân da pek ortada görünmüyor. Bugünlerde “şehit”lerin ne iktidar ne de muhalefet için oy getirisi kalmamış anlaşılan. İnsan hayatının T.C. parasıyla bile beş para etmediği bu ülkede 55 insan birilerinin bekası uğruna ölmüş ne gam!
18 Nisan’da başlatılan Pençe-Kilit sınır ötesi harekâtında MSB’nin resmî açıklamasına göre 55 askerimiz/subayımız “şehit” olmuş. Şehit sözcüğünü bilerek tırnak içinde yazıyorum, çünkü orada yitirilen canlar -yüzlerce, belki de binlerce evladımız- vatan savunması için değil, yabancı topraklarda kendi yurtlarını ve varlıklarını korumaya çalışanlara karşı savaşırken öldüler.
Fotoğraf: Twitter
10 yıldır güney sınırlarımızın ötesinde, Suriye ve Irak topraklarında sürdürülen bu savaş, bizim savaşımız değil kendi yarattıkları beka sorunu ardına sığınarak kendi bekalarını korumaktan başka amaçları olmayan Erdoğangillerin, Bahçeligillerin savaşı, savaş sanayii baronlarının, yıkıntılar üzerinde villalar kurmaya hazırlanan müteahhitlerin savaşı.
Ve ne yazık ki oralarda ölen, yaralanan, gençlikleri solan, gelecekleri kararan insanlarımızın acılarında, sınır ötesi harekât tezkerelerine kabul oyu veren, operasyonlara yeşil ışık yakan, beka aldatmacasını kitlelere teşhir etmeyen, “Bu canlarımız kimin uğruna, ne uğruna ölüyorlar” sorusunu yüksek sesle dillendirmeyenler de pay sahibiler.
6’lı Masa muhalefeti, iktidarı çöken ekonomi, soygun, hırsızlık yolsuzluk üzerinden sıkıştırıp duruyor. İyi ediyor. Halk kitlelerinin bir numaralı sorununun ekonomik çöküntü, yoksulluk, yoksunluk olduğunu kim inkâr edebilir!
Ne var ki yıllardır sürüp giden savaşta, operasyonlarda yitirilenlerin, savaşın maddî manevî kayıplarının, hele de yabancı topraklarda can veren evlatlarımızın hesabını soran yok. Bu hesabın oya tahvil edilemeyeceği düşünüldüğünden mi yoksa iktidarla aynı zihniyeti paylaştıklarından mı bilemem. İkisi birden belki de…
İktidarın da muhalefetin de gözünün seçimlerden başka bir şey görmediği, halkınsa ayakta kalma, karnını doyurma, ısınma, barınma mücadelesi verdiği şu günlerde Cumhur İttifakı ortaklarının ve ardlarındaki derin odakların savaşçı, çatışmacı yıkım siyasetlerine karşı 6’lı muhalefetin söyleyecek sözü yok mu? Var da birbirlerinden ve seçmenden korktuklarından mı söyleyemiyorlar?
Lider buluşmalarının ikinci turu başlıyor. Karşılıklı ziyaretler, toplantılar, yemekler, canciğer kuzu sarması fotoğraflar, ama aylardır en temel, en can alıcı konularda ortak bir açıklama duymadık, ki böyle bir ortaklaşma deklarasyonu cumhurbaşkanı adayının kim olacağından çok daha önemli. Sadece başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçişte ortaklaşmak ne bizler -yani barışçı, özgürlükçü, demokrat kamuoyu- ne de seçmen kitlesi açısından yeterli değil.
6 benzemez olarak; başta eşit yurttaşlık, (açıkça söylenecek olursa Kürt meselesinin çözümü), savaşçı, fütuhatçı, saldırgan dış politika, demokrasinin tanımı ve kapsamı konularında tam anlaşma olamasa da kitlelere açıklanabilecek düzeyde demokratik bir yakınlaşmaya varılmaksızın, Millet İttifakı’na güven konusu gündemden düşmeyecektir.
Basit bir örnek: İran’da Mahsa Amini’nin katliyle ilgili yuvarlak cümlelerden başka (ki onu bile duymadık) söyleyecek güçlü ve ortak bir sözünüz yok mu? HDP’liler iktidarın bütün engelleme teşebbüslerine rağmen protestolar örgütlerken, bırakalım diğerlerini, CHP’nin laiklik konusunda, kadın eşitliği, kadın hakları konusunda mangalda kül bırakmayan kadınları neredeler? Bu konuda ortak bir deklarasyon ne kadar olumlu ve güven sağlayıcı olurdu…
Türkiye halkının değil iktidarın bekası için sürdürülen savaşta yitirilen canların, yıkılan hayatların, devasa maddî kayıpların peşine düşülmeyecekse; Mahsa Amini’nin katlinin ardından İran’ın bütün bölgelerinde gelişen protestolar kitleleri kadın ve özgürlük düşmanı molla zihniyetine karşı mobilize etmeniz için büyük bir olanakken konu gündeminize bile gelmeyecekse; muhalefetinizi sadece halkın yoksullaşması, açlık sınırında dolaşması, hayat pahalılığı ve yolsuzluklar üzerine kurup 128 milyarın ve 5’li çetelerin peşine düşmekle yetinecekseniz birileri (örneğin Erdoğan) sizden önce davranır, kesenin ağzını açar, kitlelere sizin veremeyeceğiniz bahşişleri yağdırır ve bir gece atı alıp Üsküdar’ı geçer de şaşar kalırsınız.
Emek ve Özgürlük İttifakı kuruluşunu ilan etti. Konu ayrı bir -hatta birkaç yazı- olmayı hak ediyor. Burada değinmek istediğim, 6’lı Masa’nın tek amacı seçimler, alacakları oylar, kazanacakları milletvekillikleri değil de bu ülkeyi uçurumun kenarından çekip çöküşten kurtarmaksa Emek ve Özgürlük İttifakı’nın deklarasyonunda yer alan konulara, vaatlere, ittifakın ortaklarının anlaştıkları öze bir göz atmalarında yarar olduğu.
Ülkenin ve halkın gerçek ihtiyaçları ve umutları orada yazılı. Evet, iktidar değiller, bu seçimlerden sonra da iktidar olmayacaklar, hatta Cumhur’cuların ve derin odakların Anayasa’yı, yasaları, siyaset ahlakını çiğneyen müdahaleleriyle, baskılarıyla büsbütün engellenebilirler. Ama onların çıkış bildirgesinde ifadesini bulan gelecek vizyonu ülkeyi düze çıkarmanın anahtarıdır. 6’lıların ciddiye alıp göz atmasında fayda var.
Demokratik, özgür, eşitlikçi bir toplumun olmazsa olmazlarını görebilmeleri, bunları kendi üsluplarınca ve kendi sınırlılıkları içinde de olsa ifade etme cesareti gösterebilmeleri için.
Oya Baydar kimdir?Oya Baydar, subay bir baba (Ahmet Cevat Baydar) ve Cumhuriyet'in ilk öğretmenlerinden Behice Hanım'ın kızı olarak 3 Temmuz 1940'ta İstanbul / Kadıköy'de doğdu. Politik mücadele yıllarında içinde bulunduğu yapılara karşı da eleştirel bakışını esirgemeyen açık sözlü tavrıyla özgül bir etki yaratan; görüş, eleştiri ve önerileri her kesimde takip edilen yazar, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi'ni bitirdi. Edebiyat hayatına esas itibarıyla 17 yaşında lise öğrencisiyken yazdığı ve Hürriyet gazetesinde tefrika edilen Umut Yolu adlı romanla atıldı. Françoise Sagan'ın Bonjour Tristesse romanından etkilenerek kaleme alınan bu roman, gazete tarafından ismi değiştirilerek Kalbimin Aradığı Erkek adıyla basıldı ve Baydar çok genç bir yazar olarak gazetedeki ilanlarda "Türkiye'nin Sagan'ı" olarak tanıtıldı. Baydar, gazete sayfalarında kalan bu romanını daha sonra kitap halinde yayınlamadı. 1960'ta lise son sınıftayken -kendisine okuldan atılma sıkıntısı da yaşatan- Allah Çocukları Unuttu romanını yayımladı. Baydar'ın ikinci romanı Savaş Çağı Umut Çağı (1963), ilk basımından yaklaşık 40 yıl sonra, 2010'da Savaş Çağı Umut Çağı: Bir Yirmi Yaş Güncesi adıyla yeniden yayımlandı. Biri tefrika olarak Hürriyet gazetesi sayfalarında kalan, diğer ikisi ise kitap halinde basılan bu üç romanın ardından Oya Baydar, gazetecilik ve politik mücadele içinde geçen yaklaşık 30 yıl edebî eser kaleme almadı. Hürriyet gazetesinde tefrika edilen romanından aldığı telif ücretiyle Paris'e gitti, orada sosyalist çevrelerle iletişime geçti. Paris'te kurduğu iletişimin etkisiyle sosyoloji okumaya kadar verdi. 1960'ta girdiği İstanbul Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nü 1964 yılında bitirdi. Aynı yıl sosyoloji bölümüne asistan olarak girdi ve "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezine başladı. Doktora tezinin Üniversite Profesörler Kurulu tarafından iki kez reddedilmesi üzerine, öğrenciler bu olayı protesto etmek için üniversiteyi işgal ettiler. Bu olay Türkiye’de ilk üniversite işgali eylemi oldu. 1966'da Türkiye İşçi Partisi'ne (TİP) üye oldu. Bir süre, ABD'de Columbia Üniversitesi'nde, sosyal bilimlerde istatistik yöntemleri konusunda çalıştı. 1969-70 arası Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümü'nde asistanlık yaptı. Toplumsal hareketliliğin yükseldiği, Türkiye'nin sosyalist düşünce ve örgütlenmeyle tanıştığı 1960'larda, edebiyatı tümüyle bırakıp toplumsal-siyasal yapı araştırmalarına yöneldi ve sosyalist hareket içinde aktif oldu. Sosyalist Parti İçin Teori ve Pratik (1970-71) dergisinin kurucuları arasında yer aldı. 12 Mart 1971 askeri darbesi sırasında Türkiye Öğretmenler Sendikası (TÖS) ile Türkiye İsçi Partisi (TİP) üyesi olduğu için tutuklandı ve üniversiteden çıkarıldı. Bu dönemde Yeni Ortam ve Politika gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı (1972-79). Eşi Aydın Engin ve Yusuf Ziya Bahadınlı ile birlikte İlke dergisini kurdu ve Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin (TSİP) kuruluşuna katıldı. Yazılarıyla ilgili olarak hakkında eski Türk Ceza Kanunu'nun 312, 142 ve 159. maddelerinden 30 dolayında dava açıldı. 12 Eylül 1980 askeri darbesi sırasında bulunduğu Almanya'dan Türkiye'ye dönemedi ve 12 yıl boyunca Almanya / Frankfurt'ta siyasi göçmen olarak yaşadı. Bu yıllarda Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde, Sovyetler Birliği'nde, Moskova'da bulundu. Baydar, sürgün yıllarının ardından 1992'de Türkiye'ye döndü. Tarih Vakfı ile Kültür Bakanlığı'nın ortak yayınları olan "İstanbul Ansiklopedisi"nde redaktör, "Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi"nde yayın yönetmeni olarak çalıştı. Yeniden döndüğü edebiyatta ardı ardına yayımladığı öykü ve romanları ile çok sayıda ödül kazandı. Elveda Alyoşa ile 1991 Sait Faik Hikâye Armağanı'nı, Kedi Mektupları adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Roman Ödülü'nü, Sıcak Külleri Kaldı romanıyla 2001 Orhan Kemal Roman Armağanı'nı, Erguvan Kapısı'yla 2004 Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü'nü, Çöplüğün Generali romanıyla TÜYAP Kitap Fuarı'nda 2009 yılı Dünya gazetesi yılın telif kitabı ödülünü aldı. İtalyan Carical Vakfı tarafından verilen "Akdeniz Kültürü Ödülü"ne 2011'de Hiçbir Yere Dönüş adlı romanıyla Oya Baydar layık görüldü. Sıcak Külleri Kaldı romanı ile de 2016 yılının Fransa / Türkiye Edebiyat Ödülü'nün de sahibi oldu. 2001'de Türkiye Barış Girişimi'nin kurucusu ve sözcüsü olan yazar, aynı zamanda PEN Yazarlar Birliği üyesi. Kitapları 23 dilde yayımlanan Oya Baydar, kuruluş günlerinden itibaren T24’te köşe yazıyor, İstanbul'da ve Marmara Adası'nda yazmayı sürdürüyor. ESERLERİ Roman Allah Çocukları Unuttu (1960)- Savaş Çağı Umut Çağı (1963)- Kedi Mektupları (1997)- Hiçbiryer'e Dönüş (1999)- Sıcak Külleri Kaldı (2000)- Erguvan Kapısı (2004)- Kayıp Söz (2007)- Çöplüğün Generali (2009)- O Muhteşem Hayatınız (2012)- Yolun Sonundaki Ev (2018)- Köpekli Çocuklar Gecesi (2019)- Yazarlarevi Cinayeti (2022) Deneme - Surönü Diyalogları (2016) Öykü - Elveda Alyoşa (1991)- Madrid'te Ölmek- Mırınalı Madride (2007) Anlatı - Bir Dönem İki Kadın: Birbirimizin Aynasında (Melek Ulagay ile, İstanbul 2011) Yetim Kalacak Küçük Şeyler (2014)- Aşktan ve Devrimden Konuşuyorduk- Oya Baydar ile Nehir Söyleşi (Ebru Çapa ile, 2018)- 80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri (2021) |