Soma faciası, bu toplumda artık konuşulmaz tartışılmaz olan, dile getirenlere nostaljik dinozorlar gözüyle bakılan, “tarihin sonu”nun ilan edilmesiyle modası geçmiş sayılıp kapitalizmin çöp tenekesine atılan, unutulan, unutturulan hayatî gerçekleri, o gerçeklerin ifade edildiği düşünceleri, kavramları bütün toplumu derinden sarsarak, şok etkisi yaratarak yeniden gündemimize soktu: Kapitalizmin doğasında mündemiç kâr amacı, bu amaca ulaşmanın tek yolu olan emek sömürüsü, insanı-doğayı hiçe sayan vahşi kalkınmacılık anlayışı, işçi sınıfının örgütlenmesi ve mücadelesi, bilinç aşınması ve bilinç inşaı, vb.vb...
Marx’ın, insanlığın düşünce ve pratiğinin son iki yüzyılına damgasını basan anıt eseri Das Kapital’in güncelliği; Soma’da ölüm, yıkım, acı, toplumsal çöküş pahasına ne yazık ki bir kez daha kanıtlandı. Soma; insanı hiçleştiren, sömüren, yabancılaştıran kapitalist düzenin kimsenin görmezden gelemeyeceği bir alan uygulaması oldu. Marx’ın çağ değiştiren dev eseri: Sermaye: Ekonomi Politiğin Eleştirisi kitabının özü özeti Soma’da kafamıza, yüreğimize, öğrenilmiş unutkanlığımıza gülle gibi düştü.
Hayal kurmuyorum. Otuz yılı aşkın süredir neoliberal afyonla uyuşmuş, işçi-emek cephesini unutmuş, vicdan tutulmasına uğramış toplumda bugünden yarına bir bilinç patlaması, ardından acil bir düzen ve iktidar sorgulaması beklemiyorum. Rüzgârların, “işçiden işçiden yana estiği” 1970’lerde değiliz, biliyorum. Dünyada ve Türkiye’de dört bir yanı kasıp kavuran neoliberal tayfun işçiden, emekten, insandan, sosyal devletten yana esen rüzgârları bastırdı. 1980’lerin sonunda sosyalist sistemin çöküşü neoliberal fırtınayı büsbütün hızlandırdı. Globalleşme aşamasına gelmiş uluslararası kapitalizm, sadece ekonomi alanında değil toplumsal ve düşünsel alanlarda da mutlak egemenliğini ilan ederken, elindeki en gelişmiş teknolojik olanakları, bu arada iletişim teknolojisini, neoliberal ekonomi politikalarının emrine verdi.
Kabaca özetlersek: neoliberalizm, içinde yaşadığımız globalleşme çağında 17., 18. yüzyılların vahşi kapitalizmine geri dönüşten ibarettir. Sermaye düzeninin (ve sermayeyi elinde bulunduranın) doğasında olan en fazla kâr sağlama hedefi/ güdüsü; vahşi kapitalizmin insanı köleleştiren, gözü dönmüş, ilkel, ahlaksız, kuralsız sömürü “özgürlüğü”, 20. yüzyıl sonlarında neoliberalizm olarak hortlamıştır.
Vahşi kapitalizm, kâra odaklanmış sermaye sahiplerinin, kâr, daha fazla kâr, daha daha fazla kâr tutkusuyla ilk sermaye birikimlerini sağlamaya, emek sömürüsünü had safhaya vardırarak sermayelerini daha da artırmaya çalıştıkları birkaç yüzyıl öncesinde yaşanmıştır. Batı’da kapitalizmin vahşi çağı, işçi sınıfının, emekçilerin mücadelesiyle, o mücadelelerden süzülen sömürüye karşı düşüncelerle, örgütlenmelerle, başarılı başarısız devrimlerle adım adım aşılmış; büsbütün ortadan kalkmasa da, emeği korumaya, güçlendirmeye, sömürüyü sınırlandırmaya, emekçi-işçi insana daha insanca koşullar sağlamaya yönelik önlemler alınmasına, sosyal-devlet anlayışına doğru evrilmiştir.
Türkiye’de, neoliberal dönemin çocuğu olan AKP, kapitalizmin vahşi çağına dönüşün mükemmel bir örneği sayılabilir. AKP iktidarında çok kısa sürede gelişip palazlanan, geleneksel burjuvazinin karşısında konuşlanan, kârdan başka kural ve ahlak tanımayan, varlıklarını AKP’ye bağlamış, AKP ile kader birliği içindeki yeni sermaye grupları 18.,19. yüzyılın gözü dönmüş vahşi sermayedarlarının geç kalmış kopyalarıdır. Soma’daki maden faciası, neo-vahşi sermayenin tüm unsurları ve boyutlarıyla ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Soma’da, “en fazla kâr” uğruna insan hayatlarının nasıl tehlikeye atıldığını, burada tek tek saymak gerekmeyen yüzlerce örneğiyle gördük, daha da göreceğiz. Soma’da siyasal iktidar-sermaye içiçeliği ve çıkar ortaklığının, siyasal ahlâktan iş ahlâkına kadar nasıl bir çürümüşlüğe, nasıl bir suç ağına dönüştüğünü; nasıl bir bilinç karartması ve algı manipülasyonuna yol açtığını gördük. Soma örneğinde, Türkiye’de sendikaların, sendikacılığın neoliberal AKP iktidarındaki hâl-i pürmelâlini gördük. Soma’da, kaynakları kurutulmuş ve maden köleliğine mahkûm edilmiş insanların, işlerini kaybetme korkusuyla nasıl sindirildiğini, bu vahşi düzene nasıl boyun eğdirildiğini gördük. Bölgede toprağın, tarımın kurutulmasıyla insanların maden köleliğine nasıl mahkûm edilmiş olduğunu da gördük.
Daha pek çok şey gördük Soma örneğinde: kötücüllüğümüzü, bencilliğimizi, “mış gibi” yapma riyakârlığımızı, Soma’ya üşüşüp ekranlarda timsah gözyaşları akıtan devletlûların, siyasetçilerin Meclis’te Soma araştırma önergesi görüşülürken iktidarı muhalefetiyle sırra kadem bastıklarını, sıraların boş değil bomboş kaldığını gördük. Namuslu, vicdanlı, mesleklerinin gereğini yerine getiren medya mensupları yanında, işleri güçleri, tıynetleri fıtratları, misyonları görevleri iktidarın suçlarını, yalanlarını kedi pisliğini örter gibi örtmek olan eksik insanları da gördük.
Soma, hepimizi, en azından kendisiyle hesaplaşma yürekliliği gösterenleri silkeledi. Kendi eksiklerimizle, yüzümüzü başka yönlere dönüp kapitalizmin doğasını, emek cephesini unutmamızla yüzleştirdi. Duyargalarımızı işçiye, emeğe, sömürüye kapatıp postmodern dünyanın neoliberal rüyalarına dalmanın suça ortak kıldığı gerçeğiyle yüz yüze geldik. Kimimiz Ertuğrul Özkök gibi, “emek kavramını unutmuş” olmanın vicdanî yükünü hissettik. “Hayata (.....) bir matbaa işçisinin çocuğu olarak başladım (.....) çabuk unutmuşum o mahalleleri. Babamı unutmuşum.” diyordu Özkök, saygı duyulması gereken bir vicdan muhasebesiyle. Sosyalist soldan gelen kimimiz, benim gibi, başka mağduriyetlerin altını kalın çizerken emeğin mağduriyetini, emek sömürüsünü ikinci plana attığımız için; konuyu 21. yüzyılın yeni ihtiyaçlarına uygun olarak geliştirmeye, anti- kapitalist mücadelenin artık derde deva olmayan arkaik tarzı yerine yeni yollar, yöntemler aramaya yeterince çalışmadığımız için kendimizi suçlu bulduk. Ama sanırım çoğumuz acı ve değerli dersler çıkardık yaşanan faciadan. Çok kullanılan ama burada tam yerine oturan bir deyişle: Soma’dan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Özellikle de işçiler, emekçiler, çalışan halk o taammüden cinayet gününden sonra sermaye düzenine, patrona, siyasetçiye, sendikaya, örgütlü mücadeleye başka bir gözle bakmaya başlayacaklar. Başka bir yaşam, başka bir çalışma düzeni, insanca çalışma koşulları mümkün, diye düşünecekler. Susuyorlardı, konuşacaklar; başladılar bile. Kader, denmişti onlara, inanmışlardı; kader değil sömürü düzeni olduğunu fark edecekler; etmeye başladılar bile.
Bu toplum; insanı, doğayı hiçe sayan vahşi kalkınmacılığı tartışmaya başlayacak artık. “Ne pahasına olursa olsun büyüme” anlayışının aslında toplumsal çürümeye, insanın heba edilmesine sürüklediğini görecek. Kitlelerin, bu anlayışın taşıyıcısı AKP’ye ve benzeri bütün iktidarlara bakışı da değişecek. İnsanlar vurgun soygun kârlarından küçücük payların iane olarak önlerine atılmasıyla yetinmeyip haklarını alma mücadelesine girişecek.
Hemen bugün değil kuşkusuz, ama uzak olmayan bir gelecekte, mutlaka. Yeter ki şimdi, Soma ile yüzleşmemizi, hesaplaşmamızı, göğsümüzü dövüp ah vah etmek yerine yapıcı adımlara dönüştürebilelim. Toplumun en geniş kesimlerini kucaklayan ilkeli bir emek hareketinin, geçmişin hatalarından, verimsiz ezberlerden, kısır çekişmelerden arınmış kitlesel hak ve özgürlük mücadelesinin inşasına katkıda bulunalım.
Umudum, Soma’nın bizleri toplumca arındırıp vicdana davet etmesinde.