28 Şubat tartışmalarıyla ilk ve ortaöğretime getirilmeye çalışılan yeni düzen tartışmaları rastlantısal olarak mı yoksa bilerek...
28 Şubat tartışmalarıyla ilk ve ortaöğretime getirilmeye çalışılan yeni düzen tartışmaları rastlantısal olarak mı yoksa bilerek, hesaplanarak mı eş zamanlı başlatıldı, doğrusu merak ediyorum. Başbakan ve AKP kadrolarının, bir de televizyonlarda boy gösteren bir kısım prof., bölüm başkanı, hatta rektör ünvanlı iktidar yandaşlarının konuya yaklaşımları, 28 Şubat’ın on beşinci yıldönümünde, darbecilerin “1000 yıl sürecek” diyerek posta koydukları eğitim, toplum ve insan mühendisliği projesinin rövanşının alındığı izlenimi bırakıyor.
AKP kanadı, başbakanından bakanına, İmam Hatip Mezunları Derneği Başkanı’ndan rektörüne, getirilmeye çalışılan yeni düzenlemeyi tıpatıp aynı cümlelerle savunurken, yasa taslağını eleştirenlere de hep aynı soruyu yöneltiyorlar: “Ne yani; tek tip nesiller mi yetiştirmek istiyorsunuz?” Bu soruyla 4-4-4- formülünün eğitimi çeşitlendirdiğini, çocukları ve gençleri “yüz çiçek açsın” özgürlüğüne kavuşturacağını, tek tip kullar olmaktan kurtaracağını söylemeye çalışıyorlar. Çalışıyorlar diyorum, çünkü özellikle televizyon kanallarında boy gösteren 4-4-4 teorisyen veya savunucularının çok büyük çoğunluğu meramlarını pek anlatamıyorlar. Başbakanlarının laflarını tekrar etmeye çabalıyorlar ama onun belagatine sahip olmadıkları, savunmaya çalıştıkları görüşün doğruluğuna belki kendileri de pek inanmadıkları için yetersiz, zavallı, hatta cahilane sözlerden öteye geçemiyorlar.
Eğitim Planlaması Siyasetçilerin İşi Olamaz
Ülkemizde eğitimin en temel sorunlardan biri olduğunu kabul etmeyen yok. Devasa fırsat eşitsizliği bir yana, verilen eğitimin kalitesinin -düşük falan değil- yerlerde süründüğü tartışma götürmez biçimde, örnekleriyle ortada. Yerel ve uluslararası araştırmaların en cahil ve eğitimde geri ülkeler sıralamasında hep en önlerdeyiz. Yukarda sözünü ettiğim ulemanın “Bu kadar cehalet ancak tahsil ile mümkündür^dedirten hali; de’lerin da’ların ne zaman bitişik ne zaman ayrı yazılacağını bilen köşe yazarlarının bile nadirattan olduğu; ülkeler bazında, kişi başına kitap okuma endeksinin en alt sıralarında yer almamız, genel kültür eksikliğimiz, vb. herkesin malûmu. “Şubat ayı kaç yılda bir 29 çeker?” sorusuna çoğu genç yirmi iki kişiden sadece üçünün doğru cevap verebildiğini, onların da ikisi kadın üç yaşlı insan olduğunu televizyonda izlediğimde içim gerçekten burkulmuştu.
Bütün ideolojik önyargılardan, siyasal yatırım hesaplarından arınmış; ulusal, yerel, bölgesel ve uluslararası verilerden yararlanarak ortaya konacak ve de bütün kaynakların seferber edileceği bir eğitim düzenlemesine ihtiyacımız olduğu apaçık. Bu konudaki eksiklerimiz, yanlışlarımız, sorunlarımız o kadar büyük ve yaşamsal ki, siyasi yatırım hesaplarıyla yada ideolojik kavgalarla atılacak her yanlış adım bugünümüzü ve geleceğimizi, genç kuşakların kaderini, insanımızın gelişmesini belirleyecek, örseleyecek, karartacak. Zaten hiç iç açıcı, umut verici olmayan durum büsbütün kötüleşecek.
İktidarlar, partiler, siyasetler -ve de kimileri kabul etmek istemese de- devletler geçicidir. Omzu kalabalık yada sivil giyimli toplum mühendisi darbecilerin kurmaya çalıştıkları düzenler, kendi sandıkları gibi öyle 1000 yıl falan sürmez, günü gelir yıkılır. Öte yandan iktidarlar, partiler, siyasetler toplumu kendi ideolojik hatları ve tercihleri doğrultusunda biçimlendirmek isterler. Türkiye gibi toplumsal-ideolojik çelişkilerin derin ve çatışmalı olduğu yapılarda, siyasal ideolojik dayatmalar ve çatışmalar da keskin olur. 28 Şubat süreci ve şu günlerde tartışılan eğitime yeni düzen girişimleri bu çatışmanın su yüzüne yansımasıdır. Vahim olan şu ki, çatışma ve hesaplaşma, suça varan bir sorumsuzlukla Türkiye insanının geleceği üzerinden yürütülmektedir.
İşte tam da bu yüzden, bir eğitim reformu çerçevesinde eğitimin her kademede uzun vadeli olarak planlanması hükümetlerin ve siyasetçilerin değil bağımsız uzmanların işi olmalıdır. Ortaya konan modeller toplumun bütün kesimlerince tartışılmalı, fikir üretilmeli, eleştirilmelidir. İktidardaki ve muhalefetteki siyasi partiler doğal olarak bu tartışmanın ve model üretiminin parçalarıdır ama sahipleri ve buyurganları değil. Yani eğitim, sivil veya asker muktedirlere, şu veya bu ideolojik hattın takipçisi siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi ve hayati bir iştir.
Benim İdeolojim Seninkini Döver
28 Şubat; asker-sivil bürokrat seçkinlerin Cumhuriyet’in palazlandırdığı büyük sermaye ve onun medyası desteğinde gerçekleştirmeye çalıştıkları siyasi-ideolojik bir darbeydi. Laik Kemalist ideolojinin restorasyonu girişimiydi. Bu nedenle de ideolojik propaganda (psikolojik harekât) ve eğitim alanı darbeci- vesayetçi güçlerin ana hedefleri oldu. 28 Şubat zihniyetini güçlendirip yaşatacak nesiller yaratılmak isteniyordu. Zorunlu eğitimin, emir demiri keser misali alelacele sekiz yıla çıkarılmasının başlıca, hatta tek nedeni İmam Hatip okullarının önünü kesmek; bir yandan iktidara uzanacak kadar güç kazanan Müslüman kesimleri iktidardan silah tehdidiyle uzaklaştırırken öte yandan resmi ideolojiye bağlı tek tip insanlardan oluşan Kemalist nesiller yetiştirmekti. 28 Şubat’a kadarki bütün darbeler siyaset ağırlıklıyken post-modern darbe ideolojik ağırlıklıydı diyebiliriz.
Herkesin bildiğini birbirimizden saklamaya, karnımızdan konuşmaya gerek yok: 28 Şubat’ın on beşinci yılında tıpkı 28 Şubatçıların yaptığı gibi alelacele ve son derece hazırlıksız şekilde gündeme getirilen 4-4-4 eğitim düzenlemesi de ideolojik karşı darbeden ibarettir. Ana amacı; dinî eğitimin resmi yaşını çocukluğun ilk yıllarına (son değişikliklerle dokuz yaşına kadar) indirebilmek, ilk dört yıldan sonra İmam Hatiplere geçişi sağlayabilmektir. Gerisi gerçekten teferruattır, teferruat olduğu da komisyondaki yasanın maddelerinin savrukluğundan, her an nabza göre değiştirilmesinden, konunun uzmanlarının ve sivil toplumun itirazlarının şu veya bu şekilde bastırılmaya çalışılmasından, yasayı papağan misali savunanların en güçlü argümanlarının “tek tip insan” yetiştirilmesinden ibaret olmasından da anlaşılmaktadır. 28 Şubatçılar laik-Kemalist-ulusalcı nesiller yetiştirmek istiyorlardı, AKP iktidarı da Başbakan’ın bir süre önce açıkladığı ve kavgasını verdiği biçimde dindar-muhafazakâr nesiller yetiştirmek istiyor. Tabii ki konunun siyasal yatırım, psikolojik tatmin, intikam duygusu gibi yanları da var ama bunlar ikincil.
İster dinî ister uhrevî olsun, ideoloji ideolojidir. Her ideolojik güç (Komünizm dahil) iktidarını teminat altına alabilmek için kendi insanını, kendi nesillerini yaratmak ister. Bunun başlıca aracı da eğitimdir.
İster Kemalist, ister dindar, ister komünist, vb. olsun ideolojik eğitim kendi ideolojik modelinde tek tip insan yetiştirmeyi amaçlar. “Şöyle veya böyle nesiller yetiştirmek”ten söz ediliyorsa tek tip insan modeli gündemde demektir. Kuşkusuz bu nesil yetiştirme işi her zaman başarılı olmaz, fire verir. Kimileri ayrıksı kalır, muhalif olur, baş kaldırır. Rejim bunlarla mücadele eder ve başkaldıranı ezmeye çalışır. Yine de tek tipleştirme sanıldığı kadar başarılı olmaz. Örneğin AKP kadrolarının, Fethullah Hareketi mensuplarının Kemalist rejimin bağrından çıktıkları unutulmasın.
Tek tipleştirme konusunda bütün ideolojiler arasında en yamanı, en tavizsiz olanı dinî ideoloji ve dinî eğitimdir. Çünkü burada söz konusu olan insanın inanç dünyasıdır ki; dinî inanç sorgulamayı, eleştirmeyi, kendini tartışmayı reddeder. Aşılması, başkaldırılması, özgürleşilmesi, farklılaşılması en güç olan budur.
Kısaca, yapılmaya çalışılan eğitim düzenlemesine karşı çıkanları “Tek tip insan yetiştirmek mi istiyorsunuz?” diye susturmaya çalışanlar, aslında “Artık biz kendi tek tip insanımızı yetiştireceğiz” demektedirler. Amaçlanan budur ama, bu işin öyle kolay başarılamadığını eğitim ve nesil mühendisliğine soyunan yeni muktedirler de göreceklerdir. Başaracakları tek şey şu berbat eğitim sistemimizi biraz daha içinden çıkılmaz hale sokmak olacaktır.
Eğitim; bütün siyasetler ve ideolojik dayatmalar dışında özgür, sorgulayıcı, eleştirici, ezberciliğe papağanlığa prim tanımayan, otoriteye baş eğmeyen, herkesin hakkını kendi hakkı gibi koruyan, barışçı ve yaratıcı bireyler yetiştirmeyi hedeflerse “tek tipleştirme” ortadan kalkar. Özgür ve sorgulayıcı birey tek tipleşmeye karşı çıkacak, sürünün koyunu olmayı reddedecektir. İktidarlar bundan hiç hazzetmezler.
Çeşitlilik içinde üretici-yaratıcı birey insana ulaşabilmek öyle 4-4 veya 5-9 veya 10-20 formülleriyle ve Kemalist ideolojik dayatmanın yerine dinî-muhafazakâr dayatmayı geçirerek değil bütünsel bir zihniyet değişikliği ile mümkündür. Yoksa, milyarlarca liralık yatırımla öğrencilere dağıtılması planlanan tabletler, akıllı tahtalar, vb. yandaş sermayeye avanta kazançlar sağlamaktan öteye geçmez. Mesele tablette değil o tabletin içeriğindedir. Atatürk’ün gençliğe hitabesini de yükleyebilirsiniz tabletin hafızasına, Kur’andan ayet de, Komünist Manifesto da. Hepsini birden ve daha başkalarını da yükleyip özgürce tartışılmasını sağlayabiliyor musunuz? Çocukların, gençlerin kafalarındaki bütün tabuları yıkmaya; ne Müslüman ne Kemalist, ne olacağını kendisi seçebilecek özgür insanlar yetiştirmeye cesaretiniz var mı? Varsa, işte o zaman eğitim reformunu tartışmaya başlayalım.