AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın kimi zaman protokol-edep-adap, kimi zaman hukuk-yasa, kimi zaman aklıselim sınırlarını zorlayan sözlerine öylesine alıştık ki en vahim söylemlerini umuru âdiye’den saymaya, ya da duymazlıktan gelmeye başladık.
Mesela, en basiti: Sokakta çocuklarla kavga ederken değil, kahvede pişpirik oynarken de değil, Saray’daki 15 Temmuz şehitlerini anma programında, öfkesini tepkisini “ulan terbiyesizler” diye kükreyerek dile getirebiliyor. Sıradan biri olsa mesele yok, ama o sadece parti başkanı da değil: Cumhurbaşkanı. İnsan irkiliyor, inciniyor, ülkesi adına utanıyor.
Köylüsü şehirlisi, zengini fakiri, kendini bilen bütün aileler çocuklarına kaba konuşmamayı, ulan dememeyi, küfretmemeyi öğretirler. Sayın Erdoğan’ın muhterem bir Anadolu kadını olan validesi de -adım gibi biliyorum- defalarca söylemiş, hatta belki küçük Tayyip’in ağzına biber bile sürmüştür kötü laflar ettiğinde. Biber mi yeterince acı değildi yoksa oğulun naturası biberden de acı mıydı bilemem ama rahmetli validesinin ruhunun rencide olduğundan eminim.
Diyelim ki “ulan terbiyesiz” haklı bir öfkeden doğan, ağızdan kaçmış bir sözdü. Peki… Her kim için söylenmiş olursa olsun “kafalarını koparacağız” tehdidine ne demeli! Sokaktaki adam söyler böyle bir şey. Şöyle bir bakar, “Boşver hemşerim, kimsenin kafasını koparma, insanlar tavuk değildir, suçu varsa cezasını mahkemeler verir” der geçersiniz. Ama bu sözü bir cumhurbaşkanı, hem de her sözü bazılarınca hikmet ve emir sayılan bir tek adam söylüyorsa, bağımsız yargıdan, hukuktan, hele de vicdandan, sulh sükûndan bahsetmenin abes kaçacağı bir korku ülkesinde yaşıyorsunuz demektir.
Cumhurbaşkanının böyle konuşabildiği bir yerde, reiscikler de çıkar, “Yakaladıklarımızın hepsini ağaçlara, bayraklara astıktan sonra o cezaevlerine de gireceğiz (Berberoğlu’nun da tutuklu bulunduğu Maltepe Cezaevi). Onları cezaevlerinde asacağız”, deme cüretini kendisinde bulur. İmam yellenirse cemaatin ne yapacağı herkesin malumu…
Hadi bunu da takmayalım kafaya; bu zatın üslubu böyle, aynı kumaştan küçük reiscikler de bu üsluba özeniyor, kendi düzeylerine çektikleri zavallı insancıklar da “Allah-u ekber” nidalarıyla onları cesaretlendiriyor, deyip geçelim (tabii ki geçmeyelim!) Ama yeterince irdelenmeyen, en azından ne kastettiği sorulmayan öyle vahim bir sözü var ki Sayın Erdoğan’ın işte orada duralım. 80 milyon yurttaşın bu ülkedeki yerini, geleceğini, kaderini belirleyen bir söz bu. AKP çevrelerinde bile huzursuzluk yaratan, “şimdi bu sözü nasıl tevil edeceğiz” telaşına düşüren: “250 kahramanı toprağa verdik, karşılığında 50 milyonluk Türkiye’nin istikbalini kurtardık” sözleri…
İnsan önce dil sürçmesi diye düşünüyor. Bizzat Sayın Erdoğan’dan düzeltme bekliyor. Ses yok, demek ki dil sürçmesi değil. Peki bir temenni mi, yoksa niyet mi? Kuşkuya, ardından kaygıya düşüyoruz. Hesabı kavrayamamamız da cabası: Erdoğan’a evet diyenlerle hayır diyenler, desek, o zaman 40 milyondan söz etmesi gerekirdi. Çocukları ayrı tutuyor desek, bu da uymuyor.
Demek ki Erdoğan 30 milyon yurttaşı gözden çıkarmış, nüfustan bile saymıyor. 30 milyon “öteki”nin kaderi ne olacak peki? Hitler Almanyası’nın gaz odalarında mı imha edilecekler, yoksa Sibirya’da sabun mu yapılacaklar? Vatandaşlıktan mı çıkarılacaklar, ülke dışına mı sürülecekler? Nüfusumuz 80 milyondan 50 milyona nasıl düşürülecek? Ya da ne zaman düşürüldü? Ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü çoktan elden gitti de haberimiz mi yok!
Böyle bir “dil sürçmesi” sizin benim başımıza gelse yekten bölücülük yapmış sayılır, sübliminal bölücülükten çoktan içeri tıkılırdık. Dilim sürçtü, diye ne kadar feryad etsek, işe yaramazdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün ihlali ağır hatta en ağır suçlardan biri olmaktan çıkarıldı mı yoksa? Milleti 50-30 diye bölmek bölücülük sayılmıyor mu artık? Bir cumhurbaşkanı, partili de olsa, yurttaşlarından bir bölümünü nasıl yok sayar!
Ben bir yurttaş olarak Cumhurbaşkanı’nın bizzat kendisinin, (hadi onun karakteri özeleştiriye, yanlışını açıkça düzeltmeye müsait değildir, diyelim) hiç değilse Cumhurbaşkanlığı sözcüsünün, “50 milyonluk Türkiye” sözüne açıklık getirmesini, 80 milyondan özür dilemesini bekliyorum. Mal bulmuş Mağribî gibi, bir dil sürçmesini fırsat bilip de olayı kaşımıyorum. Böyle ucuz arkadan dolanma yöntemlerinden hiç hazzetmem. Ama AKP’den yapılan, kendi içlerindeki namuslu, vicdanlı, sağduyulu insanları susturmaya yönelik iki satırlık, göstermelik açıklama ile de yetinemem.
Milleti bölmek, ayırmak kimsenin hakkı değildir ve kim olursa olsun herkes için suçtur. Bir cumhurbaşkanının “onlar”, “bunlar” diye konuşması bile siyasî etik açısından kabul edilemezken 30 milyonu yok saymasına göz yumulamaz. Bunca AKP’liden, AKP Meclis grubundan ses çıkmaması doğal karşılayalım hadi, ama ana muhalefetin bu konuda gereken tepkiyi vermemesini, birkaç itirazla, dokundurmayla geçiştirmesini de yadırgıyorum. Adalet için yüzlerce kilometreyi yürüme azmini, direncini gösterenlerin gözden çıkarılmış 30 milyonun hesabını aynı azim ve cesaretle sormaları gerekmez mi?
Bu satırları, geç de olsa Cumhurbaşkanlığı’ndan bölücü değil birleştirici bir açıklama, bir düzeltme gelmesi beklentisiyle yazıyorum. Bizler ülkemizi, Cumhurbaşkanı da dahil, 80 milyonun yurdu olarak biliyoruz. Yanlışsa düzeltin lütfen.