Marksist literatürde 'tarihte bireyin rolü' konusu önemli bir yer tutar. İlk akla gelen ad Plehanov olmakla birlikte Lenin ve Troçki dahil, Marksizmin kuramcıları ve uygulamacıları konuya değinmişlerdir. Marksistler genel olarak tarihte bireyin rolünü reddetmezler ama mutlaklaştırmazlar da. Güçlü, etkili liderlerin, toplumların ve olayların yönünü orta ve uzun vadede tek başlarına değiştiremeyecekleri, ancak bazı sonuçları değiştirebilecekleri, bazı engeller koyabilecekleri, ya da aksine şu veya bu yöndeki gidişatı hızlandırabilecekleri kabul edilir.
İdealist tarih anlayışına göre ise, tarihi yapan kişilerdir. Dünya tarihi büyük kişilerin, kurtarıcıların tarihidir. Şef/lider/önder kültü (tapıncı) biatçı idealist görüşlerden kaynaklanır. Ulu önderler, ebedî şefler, führer’ler bu bakışı kitlelerin nezdinde güçlendirirken giderek kendileri de güçlerine mutlaklık atfeder, tarih yapıcı liderler olduklarına inanırlar. Eleştirilemezler, değiştirilemezler, sorgulanamazlar. Kendileri böyle düşünmese bile çevreleri ve peşlerine taktıkları kitleler, bazen kendilerine rağmen onları bu konuma getirir.
Tarihin akışını etkileyen güçlü liderlere binlerce örnek verilebilir. Sağ veya sol, faşist veya komünist, dini veya uhrevi liderlik fark etmez. Mesela Hitler konuya açıklık getirmekte en iyi figürlerden biri olarak anılmaya değer. Emperyalist paylaşım savaşı olan II. Dünya Savaşı, dönemin koşullarında şu veya bu şekilde çıkacaktı, ancak Hitler’in kişilik özellikleri, megalomanisi, saplantıları, korkuları ve tutkuları olmasaydı savaş milyonlarca Yahudinin, komünistin, muhalifin, tüm 'ötekiler'in konsantrasyon kamplarındaki fırınlarda yakılmalarına, kurşunlanmalarına, her cepheden en az 20 milyon insanın ölümüne, vb. yol açmayacaktı. Lenin 53 yaşında ölüp Sovyetler Birliği Stalin’in demir pençelerine teslim olmasaydı, komünist toplumu çöküşe götüren büyük hatalardan bir bölümüne düşülmeyecekti. Türk ulus devletinin kuruluşuna Mustafa Kemal’in radikal devrimciliği değil de başka bir liderin ılımlı gelenekçi evrimciliği damgasını vursaydı, sonraki gelişmeler farklı bir mecradan akabilirdi.
Olumluluk olumsuzluk değerlendirmesi dışından baktığımızda, tarihin, belli bir zamanda belli nedenlerin (çelişkilerin, güç dengelerinin, altyapı özelliklerinin) bir araya gelmesiyle bir yöne doğru evrildiğini, toplumsal dinamiklerin sonucunda liderlik konumuna gelen kişilerin tarihin akışını şu veya bu şekilde etkilediklerini görürüz. Bu etki on yıllar, yüz yıllar sonra değerlendirildiğinde liderin/bireyin topluma yararı veya zararı daha açık şekilde ortaya çıkar.
Bir köşe yazısı için eksikli, hatta yersiz sayılabilecek böyle bir girişe Sayın Tayyip Erdoğan’ın son kararlarını, çılgın projelerini ve 'isteseniz de istemeseniz de yapılacak' tavrını anlamaya çalışırken ihtiyaç duydum. Çünkü bir şeye, bir karara karşı çıkarken o kararı, o görüşü savunanı incelememiz, anlamamız gerektiğini düşünürüm. Yanlış bulduğumuz görüşle, tutumla, uygulamayla nasıl mücadele edebileceğimizi ancak o zaman doğru saptayabiliriz.
Erdoğan, kendine benzer liderlerle benzer karakter özellikleri taşıyor. Yukarda verdiğim örnekler nedeniyle yanlış anlaşılmasın; bir Hitler, bir Lenin, bir Mustafa Kemal’le tabii ki eş tutulamaz, o çapta ve onlar gibi tarihsel-evrensel önemde değil. Ama şimdilik ülkemize hükmediyor, ve biz onun olumlu ya da olumsuz kişilik özelliklerinden etkileniyoruz, kararlarının mağduru, kurbanı oluyoruz.
Erdoğan’ın bariz özellikleri: kendine duyduğu sonsuz özgüven ve büyüklük inancı. Psikoloji bilimindeki adı, megalomani (megalo= büyük, mani= saplantı). O, büyük olana tutkun ve büyüklük peşinde. Bir başka özelliği, hırsla körüklenen megalo hayallere tutkuyla sarılması ve o hayalleri ne pahasına olursa olsun gerçekleştirmek için her şeyi göze alması. Kendi büyüklüğüne olan güveni; tartışmaya, kendi fikirlerini, kendi doğrularını tartışmaya açmaya el vermiyor. İçinden geldiği ve kişiliğini biçimlendirmiş olan inanç sistemi bu özelliklerini perçinliyor. O, milletin babası olduğu kadar ilahi varlığın da devletteki tezahürü. Bu hususu, kendisine yakın olan ve fetvalarından yararlandığı İlahiyatçı Prof. Hayrettin Karaman liderin İslamiyetteki yerini irdelediği yazılarında birçok defa belirtmişti. Son olarak da askeri danışmanı SADAT kurucusu ve başkanı Tanrıverdi, bu hususu 'mehdi'liğe gönderme yaparak dile getirdi. (SADAT paramiliter askeri güç ve paralı asker temini şirketi).
Bu temel karakter özelliklerine, kendisinin de bilinç altında hissettiği estetik, kültürel, felsefi konulardaki eksikliği, empati (duygudaşlık) yoksunluğunu, iktidardan düşme korkusunu, ülkenin kaderini ve tarihini değiştirecek ikinci bir Fatih, ikinci bir Mustafa Kemal olma vizyonunu ekleyin, tahlil etmeye çalıştığımız karakter ortaya çıkıyor.
Erdoğan’ı güncel iki konu üzerinden okumaya çalışalım. Öncelikle Kanal İstanbul inadını ele alalım. Bu projenin hiçbir açıdan iler tutar, savunulabilir ve de cesaret edilebilir bir yanı yok. Bölgeye, çevreye, İstanbul’a, Türkiye’ye büyük ve geri dönülmez zararlar vereceğini görmemek, anlamamak mümkün değil. Felaket olabilecek bütün sakıncalarına rağmen Kanal İstanbul diretmesini Erdoğan iktidarının krizdeki ekonomiyi inşaat ve rantla kalkındırma çabası olarak okumak, doğru ama eksik. Tayyip Bey kararlarını öncelikle kendi megalo hedefleri üzerine kuruyor. Fatih Sultan Mehmet gemilerini karadan yürütmüştü, o kendi adını taşıyacak kanaldan geçirecek.
Suriye ya da Libya seferleri ve iktidarda kaldıkça başka benzer seferler beka ile ve millî menfaatlerle açıklansa da liderin hayalinde Osmanlı toprakları ve bu topraklar üzerinde nüfuz sahibi olmak var. Günümüz dünyasında bu megalo hayallerin geçerliliği ve sürdürülebilirliği yok, yarın ne olacağı, kof fetih hayalleri peşinde ülkemizin neler yitireceği de ayrı bir konu.
Tarihte bireyin rolü demiştik. Dünyanın ve tarihin şu kaotik geçiş döneminde kişilerin rolü büyük önem taşıyor. Yukarda çizmeye çalıştığım portreye benzer liderlerin hataları önlenemediği, dur denilemediği takdirde ülkenin bireye kurban edilmesi tehlikesi büyüyor.
Eninde sonunda tarihin gidişatı kendi mecrasını bulacak, yolunu açacak da olsa megalomanik hayallerle, dayatmalarla gerçekleştirilmeye çalışılacak uygulamalar sadece o bireyi götürmekle kalmıyor, çevresini, yandaşlarını, toplumu da birlikte sürüklüyor.
Bugün Türkiye’de böyle bir dönemeçteyiz. Çıkar bağları ve ortak beka endişesiyle reisleri etrafında sımsıkı kenetlenmiş, sağduyuları dumura uğramış olan kesimlere muhalefet kadar hatta daha büyük sorumluluk düşüyor. Lidere bağlılıkla ülkeye, halka bağlılık arasında seçim yapmaları, tehlikeyi fark ederek uyarı görevini önce ve acilen üstlenmeleri gerekiyor.
Bu görev öncelikle AKP’lilere düşer, bu yazının amacı da asıl AKP’lilere seslenmek. Onlar liderlerini muhalefetten daha etkili şekilde uyarabilirler. Bu ayı zamanda lideri kendi kendisinden korumak anlamı da taşıyacaktır.