Ukrayna savaşı bir kez daha gözümüze soktu; dünya doğusuyla batısıyla, Avrupa’sı Asya’sıyla, muktediriyle sıradan insanlarıyla vicdanını, ahlâkını, değerlerini yitirmiş durumda; insanlık cinnet geçiriyor. “Öldürmeyeceksin” diye başlayan on emir, “öldüreceksin”, “yalan söyleyeceksin”, “komşunun malına göz dikeceksin, ırzına, namusuna tasallut edeceksin”e dönüştü. İnsanlığın binlerce yıl boyunca derleyip büyüttüğü, uymaya, yaygınlaştırmaya, korumaya çalıştığı değerler çöküyor. Gelişmiş insanı tanımlayan, daha iyi bir dünya hayaline temel olan bu değerler insanların dünyasına hiçbir zaman tam oturmamıştı ama hiç bu kadar açıkça, bu kadar utanmazca, pervasızca çiğnenmemişti.
Dünyanın yeni bir paylaşım savaşının eşiğinde - belki de içinde - olduğu, “eski” ölürken “yeni”nin henüz doğmadığı günümüzde yaşanan değer bunalımı ve vicdan yitimi ülkemize misliyle yansıyor. Tepeden topuğa toplumun tümü, devletin ve siyasetin bütün kurumları, iktidarın tüm unsurları, salgın bir hastalık gibi yayılan çürüme ve değer yitiminin pençesinde debeleniyor. Aynı vicdan ve değer erozyonu dalga dalga toplumun tümünü etkiliyor. İnsanlarımız suçu günahı mubah görüyor, birbirini, özellikle kadınları öldürüyor; çocuklara taciz tecavüz, hayvanlara vahşice eziyet sıradanlaşıyor, farklı olana nefret sınır tanımıyor; güçlünün zulmü hak, güçsüzün hak talebi suç sayılıyor. Yalan; siyasetin dili, muktedirin silahı olurken gerçek cezalandırılıyor.
Bütün dünya krizde: doğru. Ama Tayyip Bey’in ekonomiden, enflasyondan falan söz ederkenki “Herkesin durumu bizden kötü, biz çok iyiyiz” teranesini (Sahi Sayın Erdoğan, size mi yalan söylüyorlar siz mi bizi uyutuyorsunuz?) tersine çevirerek söylersek, “Vicdan ve değer krizi konusunda ne yazık ki dünyaya taş çıkartacak durumdayız." ve bu durum insanımızı zehirlerken toplumsal ahlâkla birlikte iktidar da siyaset de hukuk da çöküyor.
Ya korkudan ya da çıkar ilişkileri yüzünden tek adam rejiminin hukuksuzluğuna, etik zaaflarına, talanın yalanın tavan yapmasına, insanlık suçlarına itiraz etmeyen, göz yuman, suskun kalan iktidar mensuplarının tümü vicdan kararması ve değer yitiminden eşit sorumlular. Bu sorumluluğu kitlelere sürekli yalan söyleyerek gizlemeye çalışıyorlar.
Bunca büyük hukuk skandalı arasında küçük bir olay gibi görülebilir, ancak Kaşıkçı Cinayeti dosyasının kapatılıp Suudî Arabistan’a teslimi bu iktidarın vesikalık fotoğrafıdır. Ülkenizde işlenmiş vahşi bir cinayeti yargılamaktan vazgeçiyor, davayı katillerine teslim ediyorsunuz. Neden? Hangi bedel karşılığında? Bu ülkede artık her şey satılık; sadece taşımız, toprağımız, ormanımız, doğamız değil; din, iman, ahlak ve hukuk da.
Hukuk bir kez iktidar, çıkar, para karşılığında satılığa çıktı mı, artık zâlimin zulüm aracı olur, nitekim olmuştur.
Din îman, iktidarların, otokratların ve onların beslediği çıkar gruplarının elinde araca dönüştü mü inanç olmaktan çıkar, her türlü kötülüğün anası haline gelir; nitekim gelmiştir.
Vicdanlar karardı mı, toplumlara kin ve nefret hâkim olur, insanlar kötücülleşir, zalimleşir, vahşileşir ve toplum çözülür; nitekim ülkemiz bu sürece girmiştir.
82 yıllık ömrümde, hadi diyelim yirmili yaşlarımdan bu yana, gözümüzün içine baka baka bu kadar pervasızca yalan söylendiğine şahit olmamıştım. Her konuda, ama son dönemlerde özellikle ekonomi konusunda bir yalan ve kandırmaca sağanağıyla karşı karşıyayız. Hayat pahallılığından söz etmek neredeyse suç sayılırken halkı kandırmak mubah görülüyor, hatta bir çeşit siyasî üslup sayılıyor. Amaaa…yıllık enflasyon yüzde 100’ü aşmışken, enflasyon sepetindeki metaların ağırlıklarıyla oynayarak ya da benzer yöntemlerle yüzde 50 civarında göstermek; enflasyon artışında dünyada ilk üçte yer alırken “Biz çok iyiyiz, bütün ülkelerde insanlar yokluktan, pahalılıktan kırılıyor” türünden açıklamalar yapmak, pahalılıkla ilgili haberlere örtük sansür uygulamak, yazmaya konuşmaya cesaret edenlere ceza yağdırmak halkın çarşıdan pazardan eli boş karnı aç dönmesini engellemiyor. Hayatın gerçekleri yalanları yerle bir ediyor.
Yarın seçim sandıkları kurulduğunda seçmen enflasyon rakamlarına, resmî yalanlara değil yaşadığı hayat pahalılığına ve satın alma gücündeki muazzam kayba bakacak. Yine de bu iktidara oy verenler çıkacak tabii; açlıktan yoksulluktan memnun oldukları için değil, içinde debelendiğimiz krize sebep olanları tam teşhis edemediklerinden ve daha beteri gelir korkusundan. Ve bir de muhalefetin güven yaratamayan ağır aksak halinden.
Muhalefet deyince Macaristan seçimlerine ve Cumhur’cuların Orban kazandı diye zil takıp oynamasına değinmeden geçmek mümkün değil. Bunun altılı muhalefet kanadında moral bozukluğu yarattığı da bir gerçek. Erdoğan bu karamsarlığı derinleştirmek ve seçmene “Gördünüz mü işte, bu iş altı partinin birleşmesiyle falan olmuyor” mesajını vermek için elinden geleni, ağzından çıkanı esirgemiyor,
Ne var ki Macaristan’la Türkiye’nin liderlerinden başka tek benzer yanları yok. Evet; Edoğan’la Orban karbon kağıdıyla çoğaltılmış gibi birbirlerine benziyorlar. Tavırları, konuşmaları, sözleri, üslupları, çıkardıkları yasalar, uyguladıkları baskılar, propaganda yöntemleri, pervasız çıkışları, dinî cemaatlere dayanmaları, şoven milliyetçiliği körüklemeleri…
Öteden beri şaşmışımdır bu benzerliye. Aynı kaynaklardan mı akıl ve taktik alıyorlar, yoksa ruh ikizi diye bir şey gerçekten var mı?
Her neyse… Söylemek istediğim: telaşa ve kötümserliğe mahal olmadığı. Macaristan’ın ne tarihinin, ne halkının, ne sorunlarının, hele de ekonomisinin bize benzer bir yanı yok. Orban iktidarında Macaristan’da Türkiye’de bugün yaşanan ekonomik kriz yaşanmadı, halk açlık sınırında yoksullukla boğuşmuyor. Kürt meselesi gibi bir meseleleri yok (bizde iktidar kadar muhalefetin de Aşil topuğu ve büyük zaafı), vb. vb…
Aslında, Macaristan seçimlerinde 6 partili bloğun yenilgisi Türkiye’deki muhalefete nelerin yapılmaması, nelerin yanlış olduğu konusunda iyi bir ders ve deneyim sağladı. Bu dersin en önemli başlıklarını ben şöyle özetliyorum: Kendi aranızda gerçek bir birlik ve dayanışma olduğu konusunda kitlelere güven vereceksiniz (bunun için kendinizi ve seçmeninizi değiştirmeyi de gündeminize alacaksınız). Sadece tek adamı devirmekle sınırlı negatif muhalefet yerine ülkeyi düze çıkarmak, en azından normalleştirmek için nasıl bir ortak program uygulayacağınızı vakit geçirmeden açıklayacaksınız. Ortak adayınızı her türlü parti ve ideoloji hesaplarını aşarak belirleyip etrafında sıkı sıkıya kenetlendiğinizi göstereceksiniz…
Bu başarılabilirse umutlarımızla birlikte ülkemizi de çökmekten kurtarabiliriz. Vicdana, ahlâka, evrensel insanlık değerlerine dönebilir, yeniden iyileşebilir, ayağa kalkabiliriz.
Yoksa gitti gider…