Geçen yüz yıldaki Soğuk Savaş koşullarında kısmen yaşanan barış ve işbirliği dönemi Amerika’nın nüfuzunu dünyaya kabul ettirmesiyle mümkün olmuştu. XXI. yüzyıla girildiğinde göze çarpan en önemli değişiklik Amerika’nın yumuşak gücünü geniş ölçüde kaybetmesi oldu. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısı, NATO’nun güçlenmesine ve aynı zamanda ABD’nin yeniden Batı dünyasının güvenliğini, demokrasi ve temel değerlerini savunmasına fırsat yarattı. Rusya’nın büyük hatası Amerika’nın dünyadaki demokrasilere tekrar liderlik yapmasının yolunu açması oldu.
Ukrayna savaşı, Fransız siyasi çevreleri gözünden, Avrupa’nın ABD tahakkümüne daha fazla girmesinin yolunu açan bir dinamik olarak algılanıyor. Avrupa, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısını her ne kadar kıtanın demokratik değerlerine, bağımsızlığına temel bir saldırı olarak görse de Ukrayna savaşının uzun vadeli stratejik sonuçlarından kaygılı. Avrupa artık savaş nedeniyle şimdi Rusya’dan ucuz enerji alamıyor. ABD doğalgazına bağımlılığı artıyor. Ama aynı zamanda ABD - Çin gerginliği sebebiyle Amerika’nın baskısıyla karşılaşmakta. Çin’e ihracatı eskisi kadar rahat gerçekleşemiyor. Çok önemli bir ihracat pazarını kaybediyor. Avrupa’nın bu sebeple ABD’ye bir nevi bağımlı hale gelmesi ve daha da geleceği düşüncesi muhakkak ki Fransız siyasetçilerini huzursuz etmekte. Stratejik otonomiyi önemseyen Avrupalıların, ve bilhassa yine Fransızların, bu nedenle Ukrayna savaşının çok uzamasını istemediklerini, hatta Ukrayna’nın Kırım’ı da içerecek taleplerde ısrar etmesinden rahatsız hatta olduklarını düşünmek yanlış olmaz. ABD ile Batı Avrupa arasındaki bu stratejik bakış farklılığı, barış ihtimali ufukta göründüğü anda, çok daha net ortaya çıkabilir.
Rusya’nın Ukrayna’ya ani saldırısıyla patlayan bu savaş, sırf bölgesel bir çatışma olmanın çok ötesinde küresel bir nitelik kazanıyor. Ukrayna savaşı uluslararası ilişkilerde şimdiden büyük dinamikleri harekete geçirdi. Bu dinamiklerden biri de Karadeniz’in, bizi de çok yakından ilgilendiren stratejik öneminin artması. Ukrayna savaşı Avrupa’nın enerji tedarikinde Rusya’ya bağımlılığının azaltılması kadar küresel gıda tedariki sorununu da yakından ilgilendiriyor. Bugün Ukrayna buğdayının en büyük iki alıcısını Mısır ve Endonezya oluşturmakta. Pasifik bölgesinin güvenliğini önemseyen Amerika ve Avrupa’nın Atlantik güvenliğini temin etmeye çalışırken bu çabaları aynı zamanda Asya’nın güvenliğine de katkı oluşturuyor. Bu durum Avrupa/Atlantik coğrafyasıyla Hint- Pasifik sahasının güvenliği karşılıklı olarak bağımlı kılmakta. Karadeniz’de seyri-sefer serbestisi garanti edilemediği takdirde Güney Doğu Asya’ya tahıl ve gübre nakliyatı mümkün olmayabilir. Bu bağımlılık Karadeniz’in ve dolayısıyla Boğazlar ve Montrö Antlaşması'nın stratejik önemini gözler önüne bir kez daha sermekte. Bu itibarla Karadeniz Batı İttifakında, 2023 ve ilerisinde, kaçınılmaz olarak öncelik taşıyacak. Türk diplomasisinin bu kozun bilincinde politikalar izleyeceği şüphe edilemez.
Kuşkusuz Ukrayna savaşının tetiklediği zemin kayması ilk başta savaşın birincil aktörleri Rusya ve Ukrayna’da kendini gösteriyor. Saldırının başladığı 20 Şubat’tan bu yana geçen bir yıl zarfında Rusya askeri bakımdan büyük bir imaj kaybına uğrarken, Ukrayna, Rusya karşısında gösterdiği beklenmedik direnç sayesinde önemli bir diplomatik nüfuza kavuştu.
Baltıklar ve bir kısım eski Varşova Paktı ülkeleri, Batı İttifakı üyelerinin Ukrayna’ya, bu ülkenin kendi topraklarından Rus işgalini söküp atacak, ağır hücum silahları dahil, silah ve mühimmat desteğinde daha kararlı davranmasını istiyor. Bu desteğin savaşı tırmandıracağı ve Rusya’yı taktik nükleer silah kullanmaya iteceği yolunda Kremlinin tehditkar ifadeleri Batı İttifakını tedirgin ediyorsa da hükümetlerin Ukrayna’ya yardım kararlarında frenleyici etkiyi beklendiği ölçülerde tetiklemiyor. Geldiğimiz aşamada NATO’nun, Türkiye dahil, Amerika ve Avrupalı üyelerinin hemen tamamı Ukrayna’ya ayrı ayrı savunma amaçlı silah ve mühimmat yardımı gerçekleştirmekte.
Ukrayna savaşı, Devletler Hukukuna göre bir NATO - Rusya savaşı değil. Esasen Rusya da bu saldırıyı uzun süre “Özel Harekat” olarak tanımladı. Bu arada savaşın uzaması halinde Kremlin’in, ülkenin iç istikrar ve güvenliğinin korunması hedefine daha fazla öncelik vereceği muhakkaktır.
Ukrayna’nın yoğun diplomasisi ve Cumhurbaşkanı Zelenski’nin çabaları bu ülkeye ağır silah ve mühimmat taleplerinin karşılanması kararını Batı ittifakına aldırmasını sağladı. Zelensky şimdi II. Dünya Savaşı'nda Churchill’in devlet adamlığı ile karşılaştırılmakta. Her ne kadar bu silahların miktarı Ukrayna’nın beklentisinin altında kalıyor ve teslimi ve eğitimleri için belli bir zamanı gerektiriyorsa da, bu karar NATO dayanışmasına ve öteki ülkelerin yardımlarına da kapı açıyor. Rusya’nın yeni bir büyük saldırı için hazırlıklara başladığı sırada gerçekleşen bu kapsamlı askeri yardım kararı Ukrayna’ya önemli bir statü ve moral destek bahşetti.
Savaşın sonucu hakkında elle tutulur bir görüş belirtmek için zaman henüz çok erken olmakla beraber Ukrayna’nın bu savaşta bir yenilgiyi kolay kabul etmeyeceği anlaşılıyor. Ayrıca bu kadar mal ve can kaybından sonra şimdi Batı ittifakından ilave ciddi yardımları alma arifesindeki Ukrayna’nın Kırım ve Donbas dahil, işgal altındaki tüm topraklarını geri almadan savaştan vaz geçmeyeceği ciddi bir olasılık gibi düşünülebilir. Savaşın uzaması ihtimali güçlü. Bu meyanda şimdi bir kez daha Rus işgali yaşayan Kırım Türklerinin mukadderatı da ulusumuzu hiç şüphesiz yakından ilgilendiren bir konu.
Savaşı kimin kazanacağı şimdiden belli değil. Rusya’nın askeri ve demografik üstünlüğü önemli avantaj. Tabii tarih bize savaşların sonuçlarının sürprizlerle dolu olduğunu yüz yıllardır sık sık gösterdi. Ancak bu savaşın, Batı'nın yoğun desteğini arkasında olan bir Ukrayna’nın galibiyeti ile sonuçlanması halinde Rusya’nın itibar kaybı nispeten daha az olabilir. Böyle bir sonuç Putin’e, kabahati Batı’ya yüklemek fırsatını verecek.
Ukrayna savaşı yukarıda değindiğimiz gibi, sırf Avrupa’yı değil, Güney Doğu Asya’yı, Çin’i, Hindistan’ı ve Orta Doğu’yu kapsayan geniş coğrafyalardaki küresel stratejik güç dağılımında kaymalar meydana getirmekte. Bu yazımızın sınırları şüphesiz Ukrayna-Rusya savaşının bu çapta geniş sahalarda yarattığı değişiklikleri kapsayamayacak. Ancak şurası muhakkak ki XXI. yüzyılda bu dengelerin evrileceği yönleri sadece jeo-stratejik gelişmeler belirlemeyecek. İkinci yüzyılda yeni bir dünya düzeni kurulacaksa bu düzenin parametrelerini aynı zamanda buralardaki aktörlerin benimseyeceği siyasi rejimleri ve yönetim tarzları da tayin edecek.
Bugün Batı ittifakını oluşturan ülkelerin çoğunluğunda geçerli düşünce, küresel istikrarı sağlamanın sorumluluğunun her şeyin üzerinde olduğu şeklinde. Yani demokrasiyle yönetilmeyen devletler de, eğer güçlü askeri, siyasi ve profesyonel yeteneklere sahipler ve bu yetenekleri etkinlikle kullanabiliyorlarsa, demokratik olmamaları nedeniyle küresel işbirliğinden dışlanmaları kimseye yarar sağlamaz.
Böylece Batı siyasi çevrelerinde şimdi, “Demokrasisiz yönetişim stratejik olarak iyi yönetimden mahrum bir demokrasiye nazaran daha güvenilir”.. şeklinde bir düşünce yaygın.(*)
Bu düşüncenin ABD ve AB’de, toplumlar düzeyinde ne kadar güçlü taraftar bulduğu tarafımızca tam bilinmiyor. Ama bu tarz yaklaşımlar Amerika ve Avrupa yönetim çevrelerinde gerçekten kök salmaktaysa, Washington’un XXI. yüzyılda yumuşak gücünü neden kaybetmiş olduğu yolunda bir fikir veriyor.
Kanımızca aslında bir nevi “beceriklilik” özendiren bu düşünce yanlış ve yanıltıcı.
Yanlış; çünkü demokrasiyi oluşturan temel özgürlükler tüm insanların sonradan edindikleri vasıflar değil, doğuştan sahip oldukları haklar.
Yanıltıcı; çünkü bu düşünceler sorunları temelden çözmez, fakat erteler.
Eğer Amerika ve AB, XXI. yüzyılın yeni düzenini bu mantra temelinde kurmay kalkışacaksa başarısızlığın da reçetesini yazmış olacaktır.
Ülkemiz savaşın başından beri Ukrayna’ya, kendi üretimi olan İHA’lar ve SİHA’ların teslimatı dahil, belli bir silah yardımı yapıyor. Ayrıca Montrö’yü hakkıyla uygulaması sayesinde Rusya ile temas kanallarını açık tutuyor. Tarafları barış masasında bir araya getirmeye çalışıyor. Ülkemizin bu tutumu şimdiye kadar hem savaşan taraflar, hem de yakın ve uzak coğrafyalarda yer alan üçüncü ülkelerce izleniyor.
Dış politikamızın temel ilkesi, Türkiye’nin kimsenin bir karış toprağında gözü olmadığı ve kimsenin de bizim bir karış toprağımız üzerinde gözü olmasına izin vermeyeceğimiz şeklinde özetlenebilir. Türkiye bu ilkeyi her fırsatta tekrarlamalıdır.
Türkiye’nin dünyadaki nüfuz ve saygınlığının nasıl artacağı konusuna gelince bu saygınlık laiklik, adalet, kadın erkek eşitliği, çoğulcu demokrasi, işsizlik ve gelir adaletsizliğinin azaltılması ifade özgürlüğü gibi evrensel değerlere kendi ülkemizdeki talebi yükseltmek ve bu değerleri gerçek hayatımızda geçerli kılmakla güçlenecektir. Bu değerlere hiç şüphesiz dijital devrim, hassas teknolojiler, çevre ve eğitim ve bilim bilinci de eklenmelidir. Eğer bu değerleri paylaşan uluslararası aktörlerin işbirliği ve partnerliğiyle kendileriyle dayanışmamızı sağlayacak bir diplomasi izlersek saygınlığımıza süreklilik de bahşederiz.
(*) “Good Governance without democracy is safer strategically than is democracy without good governance”
Özdem Sanberk kimdir?Özdem Sanberk, 1938 yılında Ankara’da doğdu. 1958 yılında Galatasaray Lisesi’ni, 1962 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Dışişleri Bakanlığı’na 1963 yılında giren Sanberk, Madrid, Amman, Bonn, Paris ve Brüksel’de büyükelçiliklerinde çalıştı; OECD ve UNESCO Daimi Temsilciliklerinde çeşitli derecelerde görevde bulundu. Dışişleri’nde ekonomi dairesinde çalıştığı sırada tanıştığı Başbakanlık Müsteşarı Turgut Özal’ın Başbakan olmasından sonra, 1985–1987 yıllarında dış politika danışmanlığını yürüttü. Sanberk, 1987’den sonra bakanlığın merkez ve dış teşkilatlarında Avrupa Topluluğu nezdinde T.C. Daimi Temsilciliği ve Büyükelçiliği (1987-1991), Dışişleri Müsteşarlığı (1991-1995) ve T.C. Londra Büyükelçiliği (1995-2000) gibi görevler yürüttü. Özdem Sanberk emeklilik yıllarında, Türkiye ve yurt dışındaki düşünce kuruluşlarında düşünsel etkinliklere, ulusal ve uluslararası konferans ve seminerlere yönetici ve konuşmacı olarak katılım sağlamaya devam etmektedir. Sanberk ayrıca dış politika alanında yazılı, sözlü ve görsel yayın yapan ulusal ve yabancı basın organlarında konuşmalar ve yayınlar yapmaktadır. Haziran 2021'den itibaren T24'te, ağırlıklı olarak dış politika ve dünyadaki gelişmeler üzerine yazıları yayımlanıyor. |