Covid-19 toplumun tıp bilgisini geliştirmesine katkısını sürdürüyor. Türkiye'nin insanları, özellikle de erkekleri, politika ve futbol söz konusu olduğunda hemen bir uzman oluverirler. Buna şimdi de yaşadığımız salgın eklendi. Aşılar ve virüs konusunda herkesin söyleyeceği bir şeyler var sanki.
Ancak akıl karıştıran durumlar da yok değil. Bazılarımız hasta olmadan virüsü başkalarına bulaştırabiliyoruz. Eğitim düzeyi tartışmalı olan toplum kesimine bunu anlatmak biraz zor olduğundan da salgını durdurmakta zorlanıyoruz. Buna taşıyıcılık deniliyor. Hatta aşılar için tartışılan noktalardan birisi de aşının kişiyi hastalıktan koruyabileceği ama o kişinin taşıyıcı olarak bulaştırmaya devam edebileceği ihtimali. Henüz bunun cevabını bilmiyoruz.
Taşıyıcılık genetik anlamda da olabilir ki örneği çoktur. Bir kan hastalığı olan hemofili taşıyan anneler kendileri hasta olmadan erkek çocuklarına hastalığı geçirebilirler, kız çocuklar ise taşıyıcı olurlar. Buna tarihteki en çarpıcı örnek 1837-1901 yılları arasında tahtta bulunan İngiltere kraliçesi Victoria'dır. Kendisi de hemofili taşıyıcısı olan Victoria taşıyıcı olan kızları ve kız torunlarını Avrupa'nın diğer kraliyet ailelerine vererek hastalığın oralarda da ortaya çıkmasına neden olmuştur. Hatta Rusya'da Romanov hanedanının çökmesine ve 1917 devrimine de katkısının bulunduğu öne sürülmektedir.
Ayrıca bulaşıcı hastalık etkeni taşıyıcılar da olur ki en çok bilinen ve karşılaşılan hepatit-B virüsü taşıyıcılarıdır.
Şimdi hep beraber tıp dağarcığımıza taşıyıcılık kavramını yerleştirmeye çalışıyoruz. Taşıyıcı denilince Tifolu Mary'den söz etmeden geçmek olmaz.
Tifo, yüksek ateş, karın ağrısı, ishal, yorgunluk, kas ağrısı, cilt döküntüleri gibi bulgularla seyreden bir hastalık ve günümüzde antibiyotiklerle başarılı bir şekilde tedavi edilebilmekte. Ancak tifo sağlıklı su ve kanalizasyon olanaklarından yoksun bölgelerde halen görülmekte ve ölümcül olabilmektedir.
Mary Mallon İrlanda'dan ABD'ye göç etmiş bir kadındır ve ilk sağlıklı tifo mikrobu konakçısı olarak bilinmektedir. Mary New York'ta zengin evlerinde aşçı olarak çalışmaya başlamış ve çalıştığı bilinen sekiz evde tifo vakaları görülmüş ve ölümler olmuş.
Son çalıştığı evdeki durum George Alber Soper'in dikkatini çekmiş. Soper kayıtlarda New York belediyesi için çalışan ordu kökenli bir doktor, hijyen mühendisi (sanitation engineer) olarak geçiyor. Soper, yazdığı bir makalede Mary ile ilk kez 1907'de karşılaştığını belirtiyor (1). Soper bir banker olan General William Henry Warren'ın evinde hastalık çıkması üzerine dikkatini eve son gelmiş olan aşçıya çevirir ve daha önce çalıştığı yerleri araştırınca da neredeyse her çalıştığı evde aynı sorunun yaşanmış olduğunu farkeder. Bunun üzerine Mary ile konuşan Soper idrar, dışkı ve kan örneği vermesini ister. Yazdığı makalede bu istek üzerine Mary'nin kendisinin üzerine elindeki çatalla saldırdığını belirtiyor.
20 Mart 1907'de Mary'nin evi polis tarafından basılır ama kaçan şüpheli ancak üç saat sonra yakalanarak karantinaya alınır. Burada alınan neredeyse tüm dışkı örneklerinde tifonun etkeni olan Salmonella saptanır. Üç yıla yakın karantinada kalan Mary bir daha aşçılık yapmaması ve üç ayda bir kontrola gelmesi kararı ile bırakılır.
Karantina döneminde vücudundan tifo mikrobu temizlenemez ve, mikrobun safra kesesinde yerleştiğine inanıldığından, safra kesesinin alınması teklif edilir ama bu istek de reddedilir.
Serbest bırakılan Mary ortalıktan kaybolur ve değişik isimlerle otel, lokanta gibi yerlerde aşçılık yapmaya devam eder. Beş yıl böyle geçtikten sonra çıkardığı bir başka tifo salgını sonrası tekrar yakalanır ve 23 yıl karantinada kalacağı hastaneye geri döner. 1932'de felç geçiren Mary 1938'de ölür.
1906 yılında NewYork'ta 3 bin 467 tifo vakası ve buna bağlı 639 ölüm bildirilmiş. Elbette gerçek sayının bundan daha fazla olması kaçınılmaz. Bunların hepsinden Mary sorumlu tutuluyor. Bu ilginç öykü 1993 yılında bir sinema filminin de konusu olmuş.
Mary'nin uzun yıllar karantinada tutulması etik tartışmalara da yol açmış ancak medyanın baskısı ile yaşamını karantinada tamamlamış.
Yaşadığımız salgında ise semptomu olmayanlara test yapılmadığından taşıyıcıları bulup toplumdan izole edemiyoruz. Oysa ki yayılmanın ağırlıklı olarak bu kişilere bağlı olduğu da ortada. Test çoğunlukla hastalık belirtisi gösterenler ve bu kişilerin etrafındakilere yapılıyor. Test sayısının artması taşıyıcıların bulunmasını kolaylaştıracaktır. En azından tüm iş kollarında aktif olarak çalışanlara uygulanan testler yaygınlaştırılmalı.
Aşı olmak zorunlu değil. Peki örnek vermek istemeyenlerden zorla örnek alınabilinir mi? Türkiye'de bunu tartışmak gereksiz: Örnek vermeyenleri terörist ilan ederiz olur biter. İzolasyona direnenleri de "terör örgütü üyesi olmamakla birlikte terör örgütü propagandası" yapmakla suçlarız, sorun hallolur.
Özdemir Aktan, Tarsus Amerikan Koleji'ndeki orta öğreniminin ardından Hacettepe Tıp Fakültesi'nde eğitim gördü. Genel cerrahi uzmanlık eğitimini de Hacettepe Tıp Fakültesi'nde tamamlayan Aktan, 1988 yılında Marmara Üniversitesi'nde Genel Cerrahi Doçenti oldu. Aynı üniversitede 1993 yılında profesör olan Aktan, 2006-2010 yılları arasında İstanbul Tabip Odası Başkanlığı görevini üstlendi. 2010-2012 yıllarında TTB 2. Başkanı olan Aktan, 2012-2014 yıllarında TTB Merkez Konseyi Başkanlığı görevini sürdürdü.
Aktan, Barış İçin Akademisyenler'in "Bu suça ortak olmayacağız" bildirisini imzaladığı için 686 sayılı KHK ile Marmara Üniversitesi'nden ihraç edildi. Evli ve 2 çocuğu vardır.