Gençlik yıllarında erkekleri en çok tedirgin eden iki şey hep dikkatimi çekmiştir: Bunlardan biri boyun yeterince uzun olmaması, diğeri ise saçların dökülmesi. Cinsellik konusuna hiç girmeyelim çünkü orası çok daha dipsiz bir kuyu.
Erkek tipi saç dökülmesi (buna "androjenik alopesi" deniliyor), yetmiş yaşına gelmiş erkeklerin yüzde 80'inde görülüyor. İleri yaşlarda dert edilmiyor ama gençlerde ciddi psikolojik sorunlar ortaya çıkarabiliyor. Saç dökülmesinde en çok incelenen suçlu testosteron hormonu olmuş. Genetik araştırmalar çok sayıda ama net bir sonuç yok. Hücrelerin androjene duyarlılığını sağlayan reseptörler kelleşen saçlı deride yüksek sayıda bulunmuş. Bu gözle bakarsak saç dökülmesinin erkeklik hormonu fazlalığına bağlı olduğu düşünülüp teselli bulunabilir.
Durum böyle olunca da saçların dökülmesinin önlenmesi ve dökülen saçların tekrar çıkartılması ortaya ciddi bir pazar çıkarıyor. Şampuanlar, kremler, haplar, yağlar gırla gidiyor. Aktarlara giderseniz her biri ayrı bir bitkisel formülle soruna kesin çare bulacağını belirtecektir.
Geçen yıl Türk araştırıcıların kurmuş olduğu ABD yerleşimli bir şirketin yöneticileri memleketleri Türkiye'ye gelerek müjdeyi verdiler: Buldukları ilaç dökülen saçların kısa sürede yerine gelmesini sağlamaktaydı. Hem de kendi orijinal renginde. ABD'de sürdürülen çalışmaların sonuna yaklaşıldı dendi ama daha sonra bir haber çıkmadı. Halbuki gerçekleşse ne iyi olur. Araştırıcılar zengin olur, dünyada kel insan kalmaz. Hayali bile güzel.
Yıllar önce Scientific American dergisinin editörü John Rennie bilim dünyasından haber yapan gazetecilere yeni sonuçlanan çalışmaları duyurmadan önce en az altı ay beklemelerini önermişti. Zira birçok örnekte her buluşun pek de önemli olmadığı, hatta tamamen uydurma olduğu bile ortaya çıkmıştı. Türkiye'de de, dünyada da sansasyonel haber peşinden koşan gazeteciler bu kadar duyarlı düşünmüyorlar. Benzer durumları şu yaşadığımız dönemdeki Covid-19 pandemisi çalışmalarında da görmedik mi?
Günümüzde saç pazarının aslan payını saç ekimciler almış durumda. İstanbul'da sokakta, alışveriş merkezlerinde, havaalanlarında etrafınıza baktığınızda saç ekimi yapılmış yerli veya yabancı insanlar görmemek neredeyse imkansız.
Sağlık turizmi açısından bakıldığında saç ekiminin popülerliği göze çarpıyor. 2019 yılında Türkiye'ye 500 bin kişinin bu amaçla geldiği tahmin ediliyor. Tahmin ediliyor çünkü 2 bin 500 civarında olduğu tahmin edilen saç ekim merkezlerinin yüzde 90'ı ruhsatsız ve gerçek sayı belli değil. Benim şahsi gözlemlerime göre de pandemi saç ekimcileri durdurmak bir yana yavaşlatmamış bile.
Saç ekme fikri çok eskilere dayanıyor ama ilk gerçekleştiren 1952 yılında ABD'de dermatolog Dr. Norman Orentreich olmuş. İlk uygulamalarda saçlı bölgeden onlarca saç kökü içeren deri parçacıkları alınarak kelleşen bölgelere yamanmış. Ancak bu teknikle yapılan saç naklinde arada çıplak alanlar kaldığından ortaya doğal olmayan bir görüntü çıkmış ve bu uygulama uzun ömürlü olamamış.
1990'lı yıllara gelindiğinde ise Dr. Bobby Limmer bugün kullanılan tekniğin öncülüğünü yapmış. Genelde bu uygulama 1-4 kıl kökü içeren saç foliküllerinin istenilen yerlere ekilmesi şeklinde oluyor.
İlk dönemlerde kafanın saçlı arka bölgesinden bir deri çıkarılıp buradaki saç kökleri ayıklanarak ekim yapılıyor ve deri alınan bölge dikiliyordu. Şimdi ise saç kökleri elle veya bir aletle teker teker toplanıp ekiliyor. Herhangi bir dikiş kullanılmıyor.
Sonrasında saçlar uzayana kadar bazı kısıtlamalar var ama gülü seven dikenine katlanır. Diğer kozmetik cerrahiler sonrasında hastaların çektiklerine kıyaslandığında buradaki sıkıntı önemsiz kalır.
Alışkın bir göz saç ekimi yapılmış birisini hemen fark eder. Hiçbir ekim tamamen doğal olamıyor. Aynı şey burun ameliyatı geçiren kişi için de geçerlidir. Bu tür girişimleri doğala en yakın şekilde yapanlar usta kabul ediliyorlar.
Sonuç ne olursa olsun insanlar aynada kendilerine baktıklarında görüntüden hoşnut olmak istiyorlar. İnsan şık giyindiğinde bile kendini daha iyi hissetmiyor mu? Bu işi hem hekim hem de hasta olarak abartanlar da var elbette.
Saç ekimi ve kozmetik cerrahiye talep her geçen gün artıyor. Bu işi yapanlar da hem ülkeye para kazandırıyoruz, hem de insanları mutlu ediyoruz diyerek kendilerine pay çıkartıyorlar. Savaş zamanlarında kozmetik materyallerin kullanımı hep artmış. İnsanlar morallerini bu yolla iyi tutmaya çabalamışlar. Yaşadığımız pandeminin artan kozmetik cerrahi sayısına katkısının var olup olmadığı ileriki yıllarda anlaşılabilecek.