Yedinci Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim’in ölümü 1520 yılında Batı’ya düzenlediği bir sefer sırasında sırtında çıkan bir çıbana, şirpençeye (kelime anlamı: aslan pençesi) bağlanır. Yaygın hikâyeye göre padişah sırtında ağrı hissetmesi üzerine yakınında bulunan dostu Hasan Can’dan bakmasını ister. Elini sultanın sırtına sokan yaver orada bir şişlik hissettiğini söyler.
Padişahın sıkmasını emretmesine rağmen şişliğin henüz olgunlaşmadığını, öncelikle hekime haber verilmesini ve merhem ile tedavi edilmesinin uygun olacağını belirten Hasan Can emre uymaz. Hatta söylentiye göre sultan “Sen bizi çelebi mi bilirsin ki bir çıban için hekime müracaat edelim?” demiş. Daha sonra da hamamda bir tellağa çıbanı sıktırmış.
Hikâyenin bu kısmının doğru olduğuna inanıyorum zira aynı alışkanlıklar halen devam ediyor. Sağlıklarını hekimlere değil de tellaktan hallice insanlara emanet eden bir toplumda yaşamaya devam ediyoruz.
Ağrısı artan ve ateşlenen sultan buna rağmen atına binip ordusunun önünde sefere çıkmış. Durum daha da kötüleşince Hasan Can veziri çağırtmış ve padişahın tek oğlu Süleyman’ın tahta çıkarılmak üzere İstanbul’a gelmesini emretmişler.
Hikâyeye göre Sultan Selim, hekim Ahi Çelebi’ye sormuş:
- Bre Ahi! Nedir bu illet, doğru söyle, zinhar saklama!”
- Devasızdır hünkarım, adına şir-pençe derler.
Bu devasız hastalık şirpençe nedir acaba sorusunun cevabı çok da net değil. Şirpençe Osmanlıca-Türkçe sözlükte “Antraks, deri ve deri altının nekrozlaşan yangısı” olarak geçiyor. Antraksı şarbon olarak biliyoruz. Genelde bir hayvan hastalığı olarak bilinmesine karşın insanlara da doğrudan hayvanlarla temas ile veya hayvan ürünlerinden geçebiliyor.
Şirpençenin karşılığı karbonkül olarak da geçiyor ki bu da stafilokok isimli mikroorganizmaların ciltte yaptığı farklı bir enfeksiyon.
Sultanın ölüm nedeni bazen de “şark çıbanı” olarak belirtiliyor. Şark çıbanı ise günümüzde daha çok leishmaniasis (kala azar) olarak anılıyor. İnsanlara tatarcık sinekleri ile taşınıyor. Kala azar da genelde tüm vücudu etkileyen bulgular verse de deri bulguları ön planda olabiliyor. Bu hastalık Türkiye’de pek görülmezken Suriyeli göçmenlerle birlikte sıklaşmaya başladı.
Hem şarbon hem de kala azar öncelikle iç organları tutarak başlama eğiliminde. Ayrıca ölümle sonuçlananlarda da iç organ hasarı şart. Sultan Selim’in hastalık seyri ise ortaklaşan hikayede buna pek uymuyor. Eğer veriler doğruysa padişahda önce bir deri lezyonu çıkıyor ve o dönemde hastalık belirtileri yok. İlk bulgudan sonra tellak tarafından sıkıldıktan kaç gün sonra kötüleştiği de belli değil. Bilinmeyen bir süre sonra da atına binip sefere çıkacak gücü de kendinde bulmuş.
Kayıtlarda 2 Ağustos’ta çıbanı ile birlikte sefere çıkan padişahın 23 Eylül’de öldüğü belirtiliyor.
Sultan’ın sorunu iltihaplanmış basit bir yağ kisti olabilir mi? Bu nedenle ölüm pek rastlanılan bir durum değil ama aynı durum sadece deriyi tutan şarbon ve kala azar için de gerekli. Her durumda olması gereken bağışıklık sisteminin çökmüş olması.
Kayıtlar yeterli olmadığından Sultan Selim’in şeker hastalığı veya benzer bir kronik hastalığının olup olmadığını da bilmiyoruz ama hastalığın seyrine bakınca olmalı duygusu ağır basıyor. Hekim Ahi Çelebi’nin koyduğu tanıyı sorgulamadan kabul edelim mi? Her hekim yanılabilir.
Yazıyı buraya kadar okumayı başaranlar beş yüz yıl önce ölmüş padişahın ölüm nedeni herkes tarafından şirpençe olarak kabul edilmişken sen ne diye karıştırıyorsun diyebilir. Haklı da olurlar. Merak işte.
A. Özdemir Aktan kimdir? A. Özdemir Aktan, Ankara’da doğdu. İlkokulu Rize’de bitirdikten sonra ortaokulu Talas Amerikan Kolejinde, liseyi ise Tarsus Amerikan Kolejinde bitirdi. 1971 yılında girdiği Hacettepe Tıp Fakültesini 1977 yılında bitirdi ve aynı yıl Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi asistanı oldu. !982 yılında genel cerrahi uzmanı olduktan sonra askerlik ve zorunlu hizmet sonrası 1986 yılında Gazi Üniversitesinde yardımcı doçent olarak akademik kariyerine başladı. 1988’de Marmara Üniversitesine geçtikten sonra aynı yıl doçent ve 1994 yılında da profesör oldu. Marmara Üniversitesinde 27 yıl görev yaptıktan sonra 2015 yılında KHK ile üniversiteden uzaklaştırıldı. İstanbul Tabip Odasında değişik görevlerden sonra 2006-2010 yılları arasında İTO başkanı, 2010-2012 yılları arasında TTB Merkez Konseyi ikinci başkanlığı ve 2012-2104 yıllarında ise TTB Merkez Konseyi başkanlığı yaptı. İTO anılarını "Savaş Köprüleri Vurur" ve TTB anılarını "Hekimler Suç İşliyor" isimli kitaplarda yayımladı. Halen hekimlik mesleğine ve TTB aktivistliğine devam ediyor. Evli ve iki çocuk babası. |