Maraş merkezli deprem tüm Türkiye'yi derinden sarstı. Bu acı, hele de içinde yaşayanlar için, yıllar boyu kaybolmayacak. Bu acıyı hafifletmeye çalışanlar arasında ise ön sırada, her zaman olduğu gibi, hekimler olacak. Her daldaki hekime görev düşüyor elbette ama erken dönemde cerrahların işi daha çok. Bu görevi yerine getirirken mutlak gereksinimlerin başında da kan geliyor. Gelin hayat kurtarıcı kan naklinin tarihine bir göz atalım.
1628 yılında İngiliz William Harvey kan dolaşımını tarifleyene kadar insanlara kan verilmesi gündeme gelememiş. Kandan elbette hekimlerin haberi vardı ama çoğunlukla hastalıkların tedavisinde kirli kanı dışarı akıtmak şeklinde yararlanılıyordu.
Kayıtlara geçen ilk başarılı kan nakli 1665 yılında başka bir İngiliz, Richard Lower tarafından gerçekleştirilmiş. Lower bir köpekten diğerine kan nakli yaparak köpeği canlı tutmayı başarmış.
Bundan iki yıl sonra da kuzulardan insana kan nakli gerçekleştirilmiş. Ancak, kısa bir süre sonra hayvandan insana yapılacak kan nakli oluşan olumsuz reaksiyonlardan dolayı yasaklanmış. Dışarıdan bakınca tüm canlıların kanı benzer görünüyor ama belli ki bilim insanları türler arasındaki genetik farklılığın bilincine, sadece gözlemle, erkenden varmışlar.
İnsandan insana yapılan başarılı kan nakli ise 1818 yılında İngiltere'de James Blundell tarafından gerçekleştirilmiş. Blundell doğum sonrası şiddetli kanaması olan anneye, babadan enjektör ile aldığı kanı vermiş ve anneyi yaşatmış. 1825-1830 yılları arasında yaptığı on nakilden beşinde başarı sağlamış. Elbette ki "başarı"dan ne anlaşıldığı tartışılabilir.
Gerekli olup olmadığından tutun da verilen kanın yeterli olup olmadığı da tartışılabilir. Ancak Bludell verilen bazı kanlarda ciddi sorunlar olduğunu gördüğünde şaşırmış ve çaresiz kalmış olmalı. İnsandan alınmış olsa bile her kanın aynı olmadığı gerçeği ancak 1900 yılında, Avusturyalı hekim Karl Landsteiner'in kan gruplarını bulması sonucu anlaşıldı. Landsteiner bu buluşu ile 1930 Nobel Tıp Ödülü'nü aldı.
Kan verilirken sorunlar çıkmaya başlayınca araştırmacılar neler yapmamış ki? En çok denenenlerden biri de süt olmuş. İnek, keçi sütü yanında insan sütü de kullanılmış. Enfeksiyonların bilinmediği bu dönemde oluşabilecek sorunlar saymakla bitmez. O dönemde bu tedaviler zaten ölecek gözü ile bakılan hastalarda uygulandığından olumsuz sonuçlar, muhtemelen, ciddi bir sorun yaratmamıştır.
Günümüzde de kullanılan serumların kan yerine kullanılması için 19. yüzyıl sonlarının gelmesi gerekmiş. Günümüzde 0 grubu kanın tüm bireylere verilebileceğini, AB grubunda olanların ise her gruptan kan alabileceğini biliyoruz.
Çözülmesi gereken sorunlardan biri de kanın nasıl uzun süre saklanabileceği olmuş. Öyle ya, acil durumlarda verici hemen nereden bulunacak? Uzun uzadıya bunun nasıl başarıldığına girmeyeceğim ama artık günümüzde kan uygun koşullarda bir aydan uzun sürelerde saklanabiliyor.
Kan bankası fikri 1930'lu yıllarda ortaya çıkmış ama esas gelişimi İkinci Dünya Savaşı ile olmuş. Amerikan Kızıl Haçı o dönemde 13 milyon ünite kan toplayıp savaş alanına göndermiş.
Bunca uzun zaman ve emek isteyen kan nakli konusunda değişmeyen bir şey var, o da kanın yerini tutacak bir maddenin, henüz, olmadığı. Kan bankaları gönüllü vericiler ile hastaların kan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyorlar. Yaşadığımız bu zor günlerde kan bağışı da diğer yardımlar gibi, hatta daha da, değerli. Yalnız şunu da unutmayalım ki kan en fazla 42 gün saklanabiliyor ve bu ara kullanılmayan kanlar imha ediliyor. Özetle uzun süreli kan depolamak mümkün değil ve bu nedenle de kan bağışının alışkanlık haline gelmesi ve düzenli olarak devam etmesi gerekiyor.
Sağlıklı olup 18-60 yaş aralığındaki 50 kilo üstü herkes kan verebiliyor. Kan vermeden önce de gönüllülerin 42 sorudan oluşan bir formu doldurmaları isteniyor. Evet/hayır şeklinde yanıtlanacak bu uzun anket formunda üç soru özellikle ilgimi çekti:
Bilgilendirme formunda şöyle bir uyarı da var: Kondom (prezervatif, kılıf) kullanarak ya da kullanmadan ve bir defalığına bile olsa oral veya anal yolla erkek erkeğe cinsel ilişkide bulunmuşsanız kan vermekten vazgeçin.
Halkımızın bu kadar uzun bir formu okuyup değerlendirecek sabrının olmadığından eminim. Bu sorulara evet dendiğinde verici olunamıyor mu? Her neyse siz buna takılmayın şu ara depremzedelerin kan ihtiyacı çok fazla.
A. Özdemir Aktan kimdir? A. Özdemir Aktan, Ankara’da doğdu. İlkokulu Rize’de bitirdikten sonra ortaokulu Talas Amerikan Kolejinde, liseyi ise Tarsus Amerikan Kolejinde bitirdi. 1971 yılında girdiği Hacettepe Tıp Fakültesini 1977 yılında bitirdi ve aynı yıl Hacettepe Tıp Fakültesi Genel Cerrahi asistanı oldu. !982 yılında genel cerrahi uzmanı olduktan sonra askerlik ve zorunlu hizmet sonrası 1986 yılında Gazi Üniversitesinde yardımcı doçent olarak akademik kariyerine başladı. 1988’de Marmara Üniversitesine geçtikten sonra aynı yıl doçent ve 1994 yılında da profesör oldu. Marmara Üniversitesinde 27 yıl görev yaptıktan sonra 2015 yılında KHK ile üniversiteden uzaklaştırıldı. İstanbul Tabip Odasında değişik görevlerden sonra 2006-2010 yılları arasında İTO başkanı, 2010-2012 yılları arasında TTB Merkez Konseyi ikinci başkanlığı ve 2012-2104 yıllarında ise TTB Merkez Konseyi başkanlığı yaptı. İTO anılarını "Savaş Köprüleri Vurur" ve TTB anılarını "Hekimler Suç İşliyor" isimli kitaplarda yayımladı. Halen hekimlik mesleğine ve TTB aktivistliğine devam ediyor. Evli ve iki çocuk babası. |