Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı bir KHK ile 2011 yılında kapatılmıştı. Koronavirüs salgınından sonra tekrar gündeme gelen merkez, medyada sıkça yer almaya başladı.
Benim "hıfzıssıhha" ile ilk tanışmam çocukluk yıllarımda oldu. Ankara'da yaşadığımız dönemde, tüm çocukların sokakta oyun oynadığı çağlarda, mahallemizin kedisi olarak kabul edilen kedi birden yok oldu. Mahallemizin telaşlı anneleri, nedendir bilinmez, bu kedinin kuduz olup bir kenarda ölmüş olduğuna inandılar. İşte bu varsayım üzerine mahallenin tüm çocukları toplanarak gittik ve kuduz aşılarımızı olduk. Otobüse atlar, Sıhhiye'ye gider, Hıfzıssıhha Merkezi'nde sıraya dizilir, ayakta göbeğimizi açar ve iğnenin göbeğimize batmasını beklerdik.
Söylemesi bile zor "hıfzıssıhha" kelimesi sağlıklı yaşamak için alınması gereken önlemlerin tümü, sağlığı koruma anlamına geliyor. Özetle, aşı da dahil, koruyucu sağlık hizmetlerinin tümünü içeriyor. Şimdi yok edilmiş bir kurum olan Hıfzıssıhha'nın kuruluş fikri uzun zaman öncesine dayanıyor.
19. yüzyılın başlarında batının yıllar önce salgınlarda kullandığı karantina ve izolasyon gibi koruma tedbirlerine pek aldırmayan Osmanlı İmparatorluğu, mikroskop ve bakterilerin keşfi sonrasında hastalıkların mikroplarla taşındığı fikrine, geç de olsa, ikna olmuş oldu.
İstanbul'da 1893 yılında büyük bir kolera salgınının çıkması üzerine, Osmanlı hükümeti salgının kontrol altına alınması için Paris'teki Pasteur Enstitüsü'nden yardım ister. Pasteur Enstitüsü bu talep üzerine bakteriyolog Andre Chantemesse'i İstanbul'a gönderir. İstanbul'da bir süre incelemelerde bulunan Chantemesse hükümete bir bakteriyoloji laboratuvarı kurulmasını tavsiye ederek Paris'e döner.
Görevlendirilen Fransız bakteriyolog Dr. Maurice Nicolle'ün öncülüğünde 1894'te Nişantaşı'nda kurulan Bakteriyolojihane-i Osmani, ülkemiz tarihindeki ilk modern bilimsel araştırma kurumu olur. Veteriner bakteriyolog Mustafa Adil Bey'in de bu kurumda Nicolle ile birlikte önemli bilimsel araştırmalar yapmış olduğu kayıtlarda yer almış. Bu ikili sığır vebası ve difteri serumu oluşturmada önemli başarılar elde etmiş ve bunları da Avrupa'daki tıp dergilerinde yayımlamışlar. Mustafa Adil Bey daha sonra 1902'de kurumun müdürü olmuş.
Ancak o dönemde esas ses getiren Andre Chantemesse'nin İstanbul'a gelişi olmuş. Zira Chantamesse tüberküloz basilini bulan Robert Koch ve kuduz aşısını bulan Pasteur ile birlikte çalışan ve tifo hastalığı üzerinde önemli çalışmalar yapmış olan ünlü bir araştırmacı. O kadar ki, Şair Eşref tarafından hicivlerinde kullanılan bir kişilik olmuş.
Hastalıklar şüphelendi celb edildi Şantimes Şehremini (belediye başkanı) var iken mikrop aramak pek abesÇünkü mikroptan beter hazineyi etti kafesHurdebine (mikroskop) hiç lüzum yok var iken böyle teresİllet-i ma'hudeye çare bulmak mültemesMikrobu Rıdvan olunca ne eder Şantimes
Adı geçen Rıdvan, dönemin belediye başkanı Rıdvan İsmail Paşa. Paşa 16 yıl bu görevi yapmış ve 1906'da bir suikast sonucu öldürülmüş. Belli ki Şair Eşref kendisinden pek hoşlanmıyor.
Başta sözünü ettiğimiz merkez, "Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi", dönemin Sağlık Bakanı Dr. Refik Saydam tarafından TBMM'ye verilen bir kanun teklifi ile 17 Mayıs 1928 günü kurulmuş. Sağlık Bakanlığı'na bağlı olarak kurulan merkezin adı 1942 yılında "Refik Saydam Merkez Hıfzıssıhha Müessesesi" olarak değişmiş, 1983 yılında ise Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi Başkanlığı adını almış. En sonunda başkanlık, 2011 yılında Türkiye Halk Sağlığı Kurumu'na devredilmiş.
Bu merkezin toplum sağlığı alanında yaptıkları saymakla bitmez. Bugünlerde konumuz aşı olduğundan merkezin aşı konusunda yaptıklarına bakınca göz kamaştırıcı olduğunu görürüz. 1940'lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, verem, kolera, boğmaca, tetanos, kuduz aşıları başarılı bir şekilde ve hatta yurt dışına gönderilebilecek kalite ve sayıda üretilebilmiş. 1968'de kurulan serum çiftliğinde ise tetanos, gazlı gangren, difteri, kuduz, şarbon ve akrep serumları da üretilmiş. Ülkede hastalıkların yok olması ile 1971'de tifüs, 1980'de çiçek aşısı üretimi sonlanmış.
1996'da difteri, boğmaca, tetanos karma aşısı ve kuduz aşısı üretimi durmuş. En son olarak da 1997'de verem (BCG) aşısının üretiminin kesilmesi ile aşı üretimi tamamen durmuş. Artık aşılar da, birçok temel ihtiyaç maddesi gibi, yurt dışından satın alınarak temin ediliyor.
Refik Saydam Hıfzıssıhha Merkezi'nin kapatılmasının sorumluluğunu, görüldüğü gibi, sadece mevcut hükümete yüklemek doğru değil. Her şeyimizle dışa bağımlı olmamızı arzu edenler ve onlara destek verenler aşı konusunu bugüne taşımış oldu.
Yaşadığımız pandemi süreci kendi kendine yetebilmenin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi. Hep bir yandan batı ülkelerindeki yüzyıllık eğitim ve araştırma kurumlarına imrenirken öte yandan elimizdekileri yok etmekle meşgul olmuşuz. Güncel modern donanımlarla "hıfzıssıhha" tekrar kurulsa, en zor zamanlarda 16 yıl Sağlık Bakanlığı yapmış olan Dr. Refik Saydam'a saygımızı bir kez daha göstersek kötü mü olur?