Haberlerde zaman zaman basit bir cerrahi müdahale yapılmış olan hastanın kaybedildiği konu edilir. Hemen tıbbi bir hata aranır. Çoğu kez de haberde "yürüyerek girdiği hastaneden ölüsü çıktı" gibi başlıklar olur.
Kabul etmek gerekir ki basit sayılacak fıtık ameliyatından sonra hastanın kaybedilmesi kolay anlaşılır bir şey değil ama ender de olsa rastlanılır bir durum. Bu nedenle de her cerrahi işlemin riskli olduğunu, çok küçük olsa da ölüm riskinin olduğunu hastalara anlatmak gerek. Hekimlerin hayatında yüzde 0 ve yüzde 100 yok.
Yapılan cerrahi işlemin kendisine direkt olarak bağlı olmasa da ameliyatlar sonrası ortalığı karıştıran gelişmelerden birisi pıhtı atmasıdır. "Pıhtı niye olur da atar, atarsa neler olur?" soruları hastalar tarafından korkularak sorulan soruların başında gelir.
Pıhtı atması olasılığı kalp ritim bozukluğu veya kalp kapağı hastalığı olanlarda çok daha yüksekken, bu sorunların olmadığı kişilerde de, her yaşta, olabilir. Pıhtı bu kişilerde bacak damarlarında gelişir. Bacaklarda gördüğümüz damarlar yüzeysel toplar damarlardır. Sorun ise dışarıdan göremediğimiz derin sistemde olur.
Niye olur sorusunun yanıtını yaklaşık 150 yıl önce Rudolf Ludwig Carl Virchow vermiş. Bugün de Virchow Triadı olarak bilinen üç faktör suçlanıyor: Venöz sistemde kanın göllenmesi, damar iç yapısında bozulma ve kanın daha çok pıhtılaşma özelliği kazanması.
Virchow (1821-1902) hekim, antropolog, patolog, tarihçi, biyolog, yazar, editör ve politikacı olarak tanımlanıyor. Çok etkileyici değil mi? Virchow tıp dünyasında patolojinin babası olarak tanınır.
Ameliyatlardan sonra yatağa bağımlılık ve diğer faktörler damarlarda pıhtı oluşumunu arttırıyor ve pıhtı kan dolaşımında dolaşmaya başladığında en çok da akciğerlere giderek sorun yaratıyor. Basit nefes darlığından ölüme kadar giden bir tablo hekimi ve hastayı rahatsız edebiliyor.
Engellenmesi için en önemli adımların başında hastaların bir an önce yataktan kalkıp hareket etmesi geliyor. Kırk, elli yıl öncesinde ameliyatlardan sonra "Aman hareket etmesin" denilerek hasta yatakta tutulurdu. Şimdi ise ameliyat günü olabilecek en erken saatte hastalar ayağa kaldırılıyor. Bu bazen hastalar için ağrılı olabiliyor ama ne yapalım?
Hastalara varis çorabı giydirilmesi, ameliyat öncesi kan sulandırıcı iğne yapılması da önlemler arasında. Kan sulandırıcı iğne aslında iki ucu keskin bir bıçak: pıhtı oluşumunu engelliyor ama beraberinde kanamaya eğilimi de arttırıyor. Ameliyatlar sırasında cerrahın hiç istemediği bir durum ortaya çıkabiliyor.
Bu pıhtılaşma sorunu Covid-19 ile gündemimize daha anlamlı bir şekilde oturdu, zira enfekte olanlarda pıhtı atmasına bağlı ölümlerin fazlalığı görüldü. Tedavide kan sulandırıcıların kullanımı bir zorunluluk haline geldi. Pandeminin ilk dönemlerinde göze çarpan bir diğer nokta da Covid-19 enfeksiyonu var olduğunda ameliyat edilenlerde cerrahi sonrası problemlerin ve ölüm oranlarının yüksek olmasıydı.
Aşının bu alanda da yararı gösterildi. Aşısız olup da Covid-19 geçirenlerde toplar damarlarda pıhtı oluşması riskinin, aşılı olup da hastalığı geçirenlere göre 200 kez fazla olduğu ortaya çıktı.
Cerrahi girişimlerden önce test yapılması bu nedenle de önemli oldu. Hem hastayı olası risklerden koruyor, hem de başta sağlık personeli olmak üzere çevresine hastalığı yayma riskini ortadan kaldırıyordu. Bu uygulama Türkiye'de ve dünyada kalktı ama "Pandemi sona erdi mi?" sorusu henüz net bir yanıt bulamadı.
Henüz yanıtı bulunamayan bir diğer soru da Covid-19 geçirenlerde uzun dönemde kalıcı bir sorun olup olmadığı. Covid-19 geçirenlerde cerrahi girişimlerin ne kadar zaman sonra emniyetli bir şekilde yapılabileceği de halen tartışılıyor.