Türkiye'de resmi olarak açıklanan hiçbir rakam ve istatistiğe artık kimse inanmıyor. Son olarak da Sağlık Bakanlığı'nın Covid-19 testi pozitif çıkan kişileri hasta saymayarak gerçekleri sakladığı ortaya çıktı. Sağlık Bakanımız "hasta" başka şey, testi pozitif çıkan "vaka" ayrı şey diyerek pek de inandırıcı olmayan yeni bir kavram geliştirerek durumu savuşturmaya çalıştı. Bu durum bazı çağrışımlar yapıyor.
1999'da ABD Başkanı Bill Clinton ve stajyer Monica Lewinsky'nin ilişkisi tüm dünyanın gündemindeydi. Başkan "Benim bu kadınla seks ilişkim olmadı" demişti. Oysa stajyerin giysisinde başkanın spermi bulunmuştu. Amerikan toplumunda başkanın evlilik dışı ilişkisi çok yadırganmıyor, bunun aile içi bir sorun olduğu fikri ağır basıyordu ama yalan söylemesi affedilemezdi. Başkan acaba yalan mı söylüyordu? Bu durumda oral seksin seks olup olmadığı tartışılmaya başlandı.
1999'da JAMA'da (Journal of American Medical Association), Amerika Birleşik Devletleri'nde üniversite öğrencileri üzerinde yapılan bir ankette, oral seksin cinsel ilişki (sexual intercourse) olarak algılanmadığına dair bir kamuoyu yoklaması yayımlandı.1 Çalışma hakem değerlendirmelerinden geçmiş ve dergide yayımlanması uygun görülmüştü. Buraya kadar bir sorun olmamakla birlikte yazının erken basılması sorun oldu. O dönemde JAMA'ya kabul edilen makalelerin basılması iki yılı bulmakta iken derginin editörü George Lundberg yazıyı öne çekerek tam da yargılama aşamasında basılmasını sağlamıştı. Bu elbette Clinton için önemli bir destekti.
Lundberg JAMA editörü olmasına rağmen Clinton'ın (yani Demokratların) sağlık reformu girişimlerini destekliyor, zaman zaman Tabipler Birliği yönetimi ile ters düşüyordu. Amerikan Tabipler Birliği AMA (American Medical Association) bu olay sonrasında Lundberg'in işine son vererek yeni bir editör atadı. Daha konservatif ve çoğunlukta olan Cumhuriyetçi hekimler ise bu olay sonrasında dergiyi ve editörünü hiç affetmedi.
Yargılama sonunda oral seksin cinsel ilişki sayılmayacağı, bu nedenle de başkanın yalan söylememiş olduğu sonucuna varılarak dava sonuçlandı ve Clinton aklandı. Seks başka, oral seks ise bambaşkaydı yani. Başkanın eşi Hillary Clinton ve kızları ile arasındaki durum ise aile içinde kaldı.
ABD Başkanı bu şekilde aklandıktan sonra sağlık bakanımızın her pozitif vaka hasta değildir görüşünün kabul görmesi için de bir engel yok. Ne de olsa önemli olan insan sağlığı değil, ulusal çıkarlar.
Clinton olayı bilimsel dergileri de tartışmaya açmış oldu. "Saygın bilimsel dergilerde yayınlanan her araştırma makalesi güvenilir midir?" sorusu daha çok sorulur oldu. Bu saygın dergiler arasında başlarda gelen New England Journal of Medicine'ın eski editörü Marcia Angell tıp literatürünün sorunları ile ciddi biçimde uğraşan editörlerin başında gelmektedir. Marcia Angell 2005 yılında, ilaçların etkinliğini ve yan etkilerini değerlendiren klinik araştırmalar hakkındaki gözlemlerini "Çok çeşitli numaralarla sonuçlar çarpıtılmaktadır ve bu sürekli yapılmaktadır. Toplum sağlığı ile ilgili kolektif bilimsel bilginin bir kısmı, yöntemi ile oynanmış ya da verileri taraflı olarak yorumlanmış çalışmalardan oluşmaktadır" diye anlatıyordu.2
2013 yılında Lancet dergisinde Türkiye'deki sağlık sisteminin ne kadar mükemmel olduğunu anlatan 34 sayfalık bir makale yayımlandı. Yazarlar arasında dönemin sağlık bakanı Recep Akdağ da vardı. Lancet'te bu uzunlukta bir makale görülmemişti. Derginin editörü Richard Horton daha sonra Türkiye'ye gelerek sağlık bakanımıza bir de ödül verdi.3
Dergilerdeki başlıca sorun ilaç ve biyomedikal ürün firmalarıyla olan reklam ilişkileridir. Bu yolla birçok dergi ilaç firmaları tarafından desteklenmektedir. Bu nedenle ilaç firmalarınca desteklenen çalışmaların dergilerde basılmasında kolaylıklar sağlandığı da tüm hekimler tarafından kabul edilmektedir.
Araştırmalarla ilgili önemli bir sorun da artık neredeyse tüm çalışmaların, özellikle ilaç çalışmalarının, endüstri sponsorluğunda yapılması zorunluluğudur. Klinik çalışmaların endüstri sponsorluğunda yapılması aslında yeni bir durum değil: 1980'lerden önce de endüstri, akademik kurumlara finansal destek vererek araştırmalara sponsor oluyordu. Ancak, o dönemdeki araştırmacılar çalışmayı tasarlar, verileri derler ve analiz eder, makaleleri yazar, sonuçların nerede ve nasıl bildirileceğine karar verirdi. Genel olarak da ne araştırmacıların ne de akademik kurumların sponsor firmalarla finansal bir ilişkisi olurdu. Ancak son yıllarda sponsor firmalar ürünle ilgili çalışmaların her aşamasına dahil oluyorlar. Günümüzde klinik çalışmaları -genellikle- endüstri tarafından tasarlanmakta, analizleri gerçekleştirilmekte, makaleleri yazılmakta ve de sonuçların nerede, nasıl ve ne şekilde yayımlanacağına karar verilmektedir. Araştırmacıların veri oluşturma sürecinde yer almakla birlikte toplu sonuçlardan haberdar olmadığı, makale yazımında da yer almadığı görülüyor.
Durum böyle olunca çıkan her koronavirüs ve aşısı yazılarına da eleştirel bir gözle bakmak gerekiyor. Belli bir ücret karşılığı makale basan yüzlerce dergi olduğu da göz önüne alınınca durum daha da karışıyor. Eleştirel bir gözle bakabilmek maalesef toplumumuzun pek başarabildiği bir durum değil. Her şeyi olduğu gibi kabul etmek kolayımıza geliyor.
Ancak, dergilerin bu durumu sağlık bakanımıza avantaj sağlayabilir: Tıp literatürüne "vaka ayrı şey, hasta ayrı şey" kavramını yerleştirecek bir makale tıp bilimine hizmet sayılır.