Google haberlerinde Emir Kusturica adını taradığında, dün akşama kadar 1161 haber başlığı geliyordu...
Google haberlerinde Emir Kusturica adını taradığında, dün akşama kadar 1161 haber başlığı geliyordu. Kusturica’nın incittiği insanlar, jüri üyeliğinden çekilmesi, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın “abartılı bir çeviri var” açıklamaları, Kusturica’nınTemmuz ayında Bursa’daki film festivaline katılması ama o zaman protesto edilmemesi… Kusturica’nın açıklamaları, yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun açıklamaları, köşe yazarlarının yorumları. AKP ile CHP çatışması… Ardından Kusturica’nın web sitesindeki bakanı düşman ilan ettiğine dair basın açıklaması. Günay’ın “özür bekliyorum açıklamaları”yla bitti. Bitti mi? Hayır. Siyaset kaygan bir zemin. Herkes için. Televizyonda tartışma programlarını izleyen bir vatandaş için de, örgüt içinde yer mücadelesi veren siyasetçi için de, olayları bir bakış açısıyla sunmaya çalışan gazeteciler için de. Emir Kusturica için de. Her gün yeni bir güreş alanının üretildiği ve her sıkletten adamın dövüşmeye çalıştığı bir mecra işte. Siyasetin teorisinden değil pratiğinden söz ediyorum. Bir sanatçı için ise siyaset daha zorlu bir zemin. Üstelik bir iç savaş yürür giderken tarafını göstermişse. Elbette bu olayın farklı boyutları var. Antalya’da AKP’nin kaybı ile CHP’nin belediye başkanlığını kazanması olayın bir boyutu. Temmuz ayında Kusturica’nın Bursa İpek Yolu Film Festivali’ne müzisyen kimliğiyle katılması, tepki gelmemesi; ardından ise Altın Portakal'da gelen tepkiler. Belediye başkanlıklarında somutlaşan siyasi ve ticari düşmanlığın medyaya dökülüşü olarakta sayılabilir. Olayın önemli bir boyutunu ise yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun haklı bir şekilde dile getirdiği “insani” boyut oluşturuyor. Sanırım bu iki boyutu birbirinden ayırarak olaya yaklaşmak gerekiyor. Kusturica “iyi yönetmen ama kötü bir insan" mı? Kaplanoğlu, ikisinin birbirinden ayrılamayacağını söylüyor. Spinoza, fikirlerin başımıza gelen şeyler olduğunu söyler. Her duygulanış bir fikre sahip olmayı varsaymaktadır. Bir fikrin temeline “insanın” mı yoksa “etnik kimliğin” mi konulduğu; kardeşin kardeşi öldürdüğü bir savaşta en temel ayrımı oluştur. Atina’daki Kurşun 2008 yılında, Yunanistan’da, hükümet karşıtı protestolarda, 15 yaşındaki genci vuran polis müebbet hapse mahkûm edildi. Türkiye’de ise Baran Tursun’un polis kurşunuyla öldürülmesinin üzerinden birkaç yıl daha geçti… İstiklal’in arka sokakları, Festus Okey yazan stencilerle dolu. Festus Okey, Nijeryalı bir göçmendi. “Okey, 20 Ağustos 2007’de Beyoğlu’nda uyuşturucu kuşkusuyla gözaltına alınarak, Beyoğlu Karakolu’na götürüldü. Kendisini sorgulayan polis Cengiz Yıldız’ın silahından çıkan kurşunla öldü. Polis cinayetten sonra, kameralar bozuk olduğu için ellerinde Okey’in vurulma anına dair kaydın bulunmadığını açıkladı. Cinayetin nasıl işlediğinin en önemli kanıtı olan Okey’in kanlı gömleğinin kaybolduğu ortaya çıktı. Oysaki gömlek, hastaneye götürülürken Festus Okey’in üzerindeydi ama polise teslim edilen eşyalar arasında yoktu.” (Kaynak:
http://www.the.org.tr/2010/04/02/festus-okey-gercekten-festus-okey-mi/) Her bir olayın birbirinden farklı nedenleri olabilir. Ama sonucun aynı olması biraz düşündürücü değil mi?
Bu hafta sözün başladığı yerler: ABD Başkanı Barrack Obama’ya tanıtım amaçlı kitap atılması. Yeni kitabı çıkacak yazarlar için etkili bir tanıtım mecrası olabilir. Roman Kahramanları dergisi. Ekim-Aralık sayısında Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Mümtaz karakteri ile Virginia Woolf’un Clarissa Dalloway karakterleri için okunmaya değer.