Elizabeth ve Mr. Darcy anın mutluluğu içinde yürüyorlardı: “Elizabeth gözlerine bakmaya cesaret edebilseydi, yürekten hissedilen sevinç ifadesinin yüzüne nasıl yayıldığını ve ona ne kadar yakıştığını görebilirdi; ama, bakamadıysa da, dinleyebildi, ve Darcy onun için ne kadar önemli olduğunu kanıtlarken sevgisini her an daha değerli kılan duygulardan söz etti… Yürümeye devam ettiler, hangi yöne gittiklerini bilmeden. Düşünülecek, hissedilecek, söylenecek o kadar çok şey vardı ki başka hiçbir şeye dikkat etmediler.” (Jane Austen, Gurur ve Önyargı, s.401) Aşkın o esrik halini taşıyan sevgililer belki de sadece tarihi romanlarda kaldı. Bu yıl BKM verilerine göre, 14 Şubat 2011 günü saniyede 57 kredi kartı işlemi yapıldı. Gün boyunca 4.975.708 kredi kartı işlem adedi rakama vurunca 713 milyon liralık bir harcamaya neden oldu. E-ticaret sitelerinde 7 Şubat 2011 tarihinde yapılan harcama ise 16.646.900 lira olarak belirlendi. Aynı haberde şu satırlar da yer aldı: “Sevgi sözcükleri iletmek için kullanılan iletişim araçları sayesinde ise telekomünikasyon harcamaları arttı.” Rakamsal anlatımı ise 53.771.000 lira. Yılbaşından az biraz sonra alışveriş merkezlerine gidenler, dükkânları gezenler, çiçekçilere girenler hep benzer mesajlarla karşılaştı. Bunlardan birkaç örnek: “Büyük aşklar için küçük ev aletleri”, “Anlat aşkını” (bir pırlanta firması)… Aşk ihmale gelse de, kapitalizm ihmale gelmez. Hal böyle olunca, tüketim endüstrisi “piyasayı canlı tutacak” türlü yollara düşer. Çünkü “kapitalizmin yüzü büyümeye dönüktür.” (Harvey, Postmodernliğin Durumu, s. 199) Hal böyleyken her çift “aşkı bulmanın ve korumanın yollarını” aramalıdır. Eğer o yolları kendi bilinciyle bulamazsa, bir yüzük, bir çiçek, bir bilgisayar, bir fotoğraf makinesiyle türlü ürünler ışıltılı renklerle bezeli biçimde satışa açıktır. Her yüzüğün, her çiçeğin, her bilgisayarın ya da her fotoğraf makinesinin gösterdiği bir anlam dünyası vardır; ve o dünya sevgiliye ödenen “ufacık” bir bedeldir. Anlam dünyaları 1980 kuşağı sadece Türkiye’de değil tüm dünyada depolitize olan bir kitleyi de yarattı. 1970’lerin silahlı çatışmalarının yarattığı korku ortamı bir başka kültürü daha biçimlendirdi. 1980’lerde ülkemize yadigârları “anarşi korkusu” ve “tüketim arzusu” oldu. Neoliberal bir sisteme doğru evrildik ama her eklemlenme gibi bu da kör topal bir hal aldı. Elimizde kalan ise artan tüketimin yarattığı yaşam tarzları ve anlam dünyalarıydı. Üretimde fordizmden esnek üretim sürecine geçiş, yeni bir yaşam tarzının kodlarını da oluşturuyordu. Eski çürüyordu ve yeni bir dünya yeniden kuruluyordu. Öyleyse bir insanın 24 saatini ne kaplamalıydı? Harvey, Landes’in şu sözlerini alıntılıyordu “Postmodernliğin Durumu”nda “Zamanın ölçülmesi, yeni bir yaratıcılığın işareti olduğu kadar bilginin servet ve iktidar için kullanımında yeni bir aracı ve katalizördü.” (s. 255). Paranın akışının değişimi, zaman ve mekânın maddi pratiklerinin değişimi, toplumsal oyunun kurallarını yeniden tanımlıyordu. Zaman ve mekân bireyi de sıkıştırmaya başlar: “reklam ve medya imajları kültürel pratiklerde çok daha bütünleştirici bir rol oynamaya başlamışlar ve kapitalizmin büyüme dinamiklerinden çok daha önemli bir yer üstlenmişlerdir. Üstelik reklamcılık sadece basit anlamda bilgi verme ya da promosyon aracı etrafında biçimlenmemekte, artan ölçüde, satılacak ürünle ilgisi olan ya da olmayan imajlar aracılığıyla arzuların ve zevklerin manipüle edilmesine yönelmektedir.” (s. 321). İmajlar benzeşme duygusunu yaratır; ilk imajdan alınan kopya mükemmele yakın olmalıdır. Kültürel kitle, aktarıcılardır; “yüksek öğretimde, yayıncılıkta, dergilerde, yayın kuruluşlarında, tiyatroda, müzelerde çalışan, ciddi kültürel ürünlerin geniş kamuya ulaşma sürecini işleyen ve etkileyen insanlardır. Bu grup kendi başına kültür için piyasa oluşturacak, kitap, baskı ve ciddi müzik ürünlerini satın alacak kadar geniştir.” (Harvey, s. 324). Kültürel bir kitleden bu imajlar aktarılır. Örnek bir çift aşklarını hangi şarkılarla üzerlerinde hangi marka kıyafetle olduklarını anlatırlar mesela. Türkiye’de bu anlam dünyalarının kurulmasının ayak sesleri, en azından bir yirmi yıl önceye dayanıyor. 1991 yılında Ertuğrul Özkök ne diyordu bakalım (özellikle basının İkitelli’ye taşınıp medyalaşmasının ardından) “Ve bu teknolojiyi kullanan yeni insanlar…Genç, hırslı, değiştirmek tutkusuyla ateşlenmiş, kafaları dijital mantığa ayarlanmış yeni insanlar. Hiçbir şeyin aynı kalmayacağına inanmış, inanmak için neredeyse ant içmiş yeni bir kuşak.”(Ertuğrul Özkök, “Artık Babıali’nden taşınıyoruz”, Hürriyet 15 Aralık 1991). Ve ardından Zafer Mutlu’nun söz ettiği“yükselen değerler”: “Evet, yetinmemek, ne mutlu ki Türk toplumunun yükselen değerlerinden en önemlisi haline geldi.” Sevgililer Günü Aziz Valentin, sevgilileri evlendirdiği için öldürülen bir rahip. Öldürüldüğü gün ise 14 Şubat. Bize böyle diyor kırmızı kalpli minik şirin Cubit’lere bezeli hikâyeler. Okları küçük melekler atıyor, işin geri kalanını Valentin’e bırakıyor. “Nasıl bütüncül toplum insanların acısını ortadan kaldırmayıp, aksine onu planına dâhil ediyorsa” der Adorno “kitle kültürü de trajik olanı benzer biçimde kullanır.” Elizabeth ve Mr. Darcy, bir alışveriş merkezinde renklerin ve ışıkların içinde yürümeye devam etti. “Elizabeth dükkana bakmaya cesaret edebilseydi, yürekten hissedilen sevinç ifadesinin yüzüne nasıl yayıldığını ve ona ne kadar yakıştığını görebilirdi; ama, indirimlere bakarken onu da dinlemiyordu zaten. Darcy onun için (o bilgisayarın) ne kadar önemli olduğunu kanıtlarken (işlemci) sevgisini her an daha değerli kılan duygulardan söz etti… Yürümeye devam ettiler, biri diğerinin hangi dükkana gitmek istediğini bilmeyerek. Düşünülecek, hissedilecek, söylenecek hiçbir şey kalmamıştı ve sadece alışverişe odaklandılar.” Nasılsa bir sonraki sevgililer gününde “Sevgilinizin gönlünü alacak hediyeler burada” ve “Sevgilinizi sevindirirken puan biriktirsek…Aman ha, aşk ihmale gelmez.” sloganlarıyla aşklarını yeniden hatırlarlardı. “Aşk” ise bu sistemin kodlarına göre korunması gereken bir mabet. Aşk, mahremiyetin göbeğinde ve insanın hayatını anlamlandırması noktasında vazgeçilemeyecek bir içsel fetih alanı olarak kalmaya da devam edecek. AKP’nin hem Mevlid kandil hem de sevgililer gününe denk gelen “Mübarek Sevgililer Günü”nde kalp şeklinde kandil simiti dağıtması sanırım bambaşka bir yazının konusu. Kaynakça: Theodor W. Adorno, “Kültür Endüstrisi - Kültür Yönetimi”, İletişim 2009. David Harvey, “Postmodernliğin Durumu”, Metis 2003. Rıfat Bali, “Tarzı Hayattan Life Style’a”, İletişim 2002. Jane Austen, “Gurur ve Önyargı”, İş Bankası Kültür Yayınları / Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi Haberler: Sevgili için 'saniyede 57 işlem' rekoru’ haberi için tıklayınız... ‘AKP'den kandil ve sevgililer günü hediyesi’ haberi için tıklayınız...