Covid-19'un Türkiye'de görülmesiyle birlikte kapanan sanat kurumları Ağustos ayı itibariyle açılmaya başladı. Her yıl Eylül civarı başlayan yeni sezon heyecanı -bu yıl fazlasıyla tedirginliği de yanında barındırarak- daha erken geldi İstanbul'a. Bu yazıda da, yeni açılan sergilerin, benim için en heyecan verici olanlarından birinden bahsedeceğim. Pera Müzesi'nin yeni sergisi Minyatür 2.0: Güncel Sanatta Minyatür, Azra Tüzünoğlu ve Gülce Özkara'nın küratörlüğünde 11 Ağustos 2020'de açıldı. Hazırlık dönemi oldukça uzun bir süreye yayılan ve şu an İstanbul'da gerçekleşen pek çok sergi gibi aslında daha erken bir takvim için planlanan bu serginin nihayet sanat izleyicisiyle buluşuyor olması, benim gibi bir süredir sergiden haberdar olup da sabırsızlıkla bekleyenler için bir hayli güzel.
Geçtiğimiz hafta ziyaret ettiğim Minyatür 2.0, Mart'tan bu yana gördüğüm ilk sergi oldu aynı zamanda. Üniversiteye başladığım yıldan bu yana, bir sanat kurumuna girmeden geçirdiğim en uzun süre sanırım… Yıllardır farklı sergi ve etkinlikler için defalarca adımladığım Pera Müzesi'nin galerilerini bu kez maskeyle, diğer ziyaretçilerle fiziksel mesafe gözetmeye çalışarak gezmek biraz yabancılaştırıcı olsa da, altı ay sonra yeniden sanatı müzede deneyimlemenin getirdiği duygusallık ve mutluluk tabii ki daha ağır bastı.
Minyatür 2.0: Güncel Sanatta Minyatür, adından da anlaşılacağı üzere, minyatür pratiğini odağına alarak bu kadim geleneğin güncel sanattaki yansımalarının izini sürüyor. Tabii ki minyatür, ister istemez farklı coğrafyaları ve farklı kültürleri de beraberinde getiriyor. Nitekim küratörler Azra Tüzünoğlu ve Gülce Özkara da Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Suudi Arabistan, Azerbaycan gibi coğrafyalara uzanan bir seçki gerçekleştirmiş. Pera Müzesi'nin iki katına yayılan Minyatür 2.0, Hamra Abbas, Rashad Alakbarov, Halil Altındere, Dana Awartani, Fereydoun Ave, CANAN, Noor Ali Chagani, Cansu Çakar, Hayv Kahraman, Imran Qureshi, Nilima Sheikh, Shahpour Pouyan, Shahzia Sikander ve Saira Wasim'in kırktan fazla yapıtını mekanın tüm avantajlarını kullanarak bir arada sunuyor. Tüzünoğlu ve Özkara, sergiye dair amaçlarını küratör metninde şöyle belirtmişler:
"Bir sanat yapma biçimi, bir dünyaya bakış yöntemi olarak minyatüre belli bir mesafeden bakmak, şimdiki zaman, geçmiş ve geleceği birlikte hayal etmek, serginin temel prensiplerindendir. Tekrarlara ve tekrarlar içindeki farklara odaklanan bir anlayışla, minyatürü tarihsel, sosyal, ekonomik ve estetik bir araç, sadece geçmişi değil, geleceği de taşıyan bir form olarak düşünmek şüphesiz özgürleştirici bir edimdir. Minyatür 2.0: Güncel Sanatta Minyatür sergisi, minyatürden yola çıkan eserleri yan yana getirir, minyatüre farklı yaklaşımları ve ortaklaştıkları prensipleri açığa çıkarmayı hedefler. Hem minyatürün kendine ait yasalarını hem de günümüz koşullarını takip eder. Sanatçılar, minyatürü yalnızca tarihsel bir nesne olmaktan çıkarır, eşsiz bir sanat formu olarak ele alır; teorik potansiyelini vurgular. (...) Minyatür 2.0: Güncel Sanatta Minyatür'ün amacı, minyatürü yalnızca tarihsel bir nesne olarak görmekten çıkarmak, eşsiz bir sanat formu olarak ele almak ve teorik potansiyelini vurgulamaktır. Minyatürü çıkış noktasına yerleştiren güncel sanat eserlerinde bu vurgu hissedilir. Sergide yer alan sanatçıların ortak noktası dünyaya minyatür aracılığıyla bakmalarıdır. Geleneğin kalıntıları içerisinden soru sorma alışkanlığı onları birleştirir."
Bulunduğumuz coğrafyanın son derece aşina olduğu minyatür geleneği, kitap bezemesinden tarihsel olayların belgelenmesine, estetik ve ontolojik bir arayıştan romantik tasvirlere ve hatta gündelik hayatın sıradan görsel kodlarına uzanan bir değerler skalasına sahip olmuş. Matbaanın yaygınlaşması ve perspektifin çoktan yerleşmiş olduğu Batı resim sanatının etki alanını genişletmesiyle birlikte de uzunca bir süre nostaljik bir pratik olarak -deyim yerindeyse- atıl kalmış. Minyatürü Batı resminden ayıran temel estetik öğelerden biri, perspektifin yokluğuyken; Osmanlı minyatüründe, Levni'ye dek nakkaşların imza kullanmaması da (kimi zaman, eselerine nakkaşların isimlerinin sonradan, tasnif eden kişilerce eklendiğini biliyoruz) bizi bugün adının bilinmesi, görünmesi amacını taşıyan "yaratıcı sanatçı" ve salt bir hikayeyi görselleştirerek aktarmayı hedefleyen, kendini anonimleştiren "aktarıcı sanatçı" kavramları üzerine de düşünmeye sevk ediyor. Minyatürün bugün bize açtığı düşünsel kapılar tabii ki salt bunlarla sınırlı değil...
Minyatür 2.0: Güncel Sanatta Minyatür için Halil Altındere ilk kez minyatür alanında çalışmış. 2020 tarihli işi Kanuni Sultan Süleyman'ın Cuma Namazı'na Gidişi'nde 16. yüzyılda Zacharias Wehme tarafından çizilen panoramayı referans alıp, klasik minyatür üslubu ile günümüz figürlerini birleştirerek bir güncel murakka yaratmış. Altındere'nin murakkasında protestocular, Segway'li polisler, toplumsal olaylara müdahale araçları, vezirler ve kapıkulu askerleriyle betimlenmiş. Sanatçının, 2016 tarihli sergisi Space Refugee'den bu yana aralıklarla kullandığı bir tema olan "uzay"a yeniden uğradığı Tesla to the Moon ise, 16. yüzyılda Tophane sırtlarındaki Osmanlı Rasathanesi'nden, dönemin bilim insanlarının 21. yüzyıla bir bakışı. 2018'de üretilen Sultanın Drone'lu Cülus Töreni adlı eserindeyse saray ressamı Kapıdağlı Konstantin'in 1789 yılında yaptığı tabloya atıfta bulunuyor. Bu zamanlararasılık, Altındere'nin sergide yer alan tüm işlerinde mevcut. Padişah ve beraberindekiler, çağdaş figürlerle, Tophane'deki bilim insanları Ay'a çıkan Tesla'yla, drone'lar atlarla zamanlar ve katmanlar arası bir bölgede buluşmuş. Dolayısıyla Altındere'nin sergideki minyatür çalışmaları, bugün yaşadığımız Neo-Osmanlı Türkiyesindeki yüksek çözünürlüklü hayatlarımızın bir tür fotoğraf negatifi olarak da okunabilir.
Yolları minyatürün önemli merkezlerinden biri olan ve güncel sanatta yeniden yorumlanmasına olanak yaratan Pakistan'daki Lahor Sanat Okulu'ndan geçmiş olan Shahzia Sikander, Imran Qureshi ve Hamra Abbas'ın sergideki mevcudiyeti, Lahor geleneğinin bugünün sanatında, farklı yorumlar ve medyumlarla harmanlanarak varabileceği noktaları görmek açısından bir hayli önemli.
Cansu Çakar'ın Rahime, Tak Tak Tak Gırç Gırç Gırç Tak Tak Gırç Gırç ve Bin Mürekkep başlıklı fiktif haritaları, sergide minyatür üslubunun en yoğun hissedildiği işlerden. Nitekim sanatçı, klasik minyatür eğitimi almış. Çakar, kağıt üzerine guaj, suluboya, mürekkep ve altınla oluşturduğu işlerinde detayları, renkleri ve hikayeleriyle bir görsel evreni büyük başarıyla oluşturmuş. Pratiğinin henüz başında olmasına rağmen görüldüğü anda tanınan bir üslup, altında imza olmasa da sanatçısı tahmin edilen işler üretmek ciddi bir mesele. Cansu Çakar'ın şu günlerde devam etmekte olan 11. Berlin Bienali'nde de, SAHA desteğiyle yer aldığını ekleyeyim.
Fereydoun Ave'nin Muhammad Qasim Musavvir'in 17. yüzyılda yaptığı, Louvre Müzesi koleksiyonunda bulunan Shah Abbas I and his Page isimli minyatürden ilhamla oluşturduğu serisi Shah Abbas and His Page Boy (Şah Abbas ve İçoğlanı), Şah'ın özel yaşamına bir bakış. Bu bakışta kullandığı malzemeyse geleneksel İran çadırlarında, sert kışlardan korunmak için serilen lahaf, yani yorgan. Bu geleneksel malzemenin koruma anlamı kadar örtme, saklama ve gizli tutma anlamları da düşünüldüğünde Ave'nin Qasim Musavvir'in minyatürüne getirdiği yorum daha aşikar oluyor. Ave'nin yorganlarını tabii İran'ın siyasal iklimini ve bu iklimin bireyler üzerindeki etkisinden de ayrı okumamak gerekiyor.
Azra Tüzünoğlu ve Gülce Özkara’nın başarılı kürasyonu sayesinde; bir minyatürden referansla üretilmiş video çalışmasından, geleneksel minyatür tekniğiyle resmedilmiş işlere dek uzanan bir medyum çeşitliliğine tanık oluyoruz. Bununla birlikte, Imran Qureshi’nin mekana özel ürettiği yerleştirmesinin canlılığı, CANAN’ın 1977 ve 2010 1 Mayıs’larını betimlediği diptik minyatürlerinin belgeleyici yaklaşımı, Saira Wasim’in Silent Plea’sının (Sessiz Talep) politik ve eleştirel tavrı, Nilima Sheikh’in çift taraflı parşömeni Construction Site’ının (İnşaat Alanı) düalitesi, hep beraber, minyatürün -kimi bakışlara göre var olan- ataletinin tozlarını üfleyerek günümüz sanatında, nostaljik ve oryantalist tuzaklara hiç düşmeden nasıl kendiliğinden ve dinamik bir şekilde var olabildiğini gösteriyor.
Minyatür 2.0 sergisinde, minyatürün klasik tanımından uzaklaşmış, küratörlerin tabiriyle “minyatürden yola çıkan” eserlerin yer aldığı hatırlatmasıyla birlikte, minyatürün estetik prensiplerine uygun işlerin de sergide yer almasından ve zaten pratiğin asırlara dayanan tarihinin ister istemez beraberinde getirdiği düşüncelerden de hareketle şunu söylemek mümkün: Malum, minyatürü resimden ayıran başlıca özelliklerden biri, perspektif gözetilmemesidir. Figürler havada asılı durur. Minyatür 2.0 da, tüm dinamizmiyle izleyicisine günümüzün siyasal ve sosyokültürel gerçekliklerinin, hikayelerinin, umutlarının ve saçmalıklarının var olmayan metinlerini resmediyor ve pratiğin biçemsel özellikleri gereği, bize bugünkü yaşamlarımızda içinde kaybolduğumuz devasa boşluğu ve havada asılı kalmanın dayanılmaz hafifliğini gösteriyor sanki. Adeta dünyanın yerçekiminden azade, belki de uzay boşluğunda mıhlanmış gibi.