İnsan, doğduğu yeri unuttuğu zaman ölmüştür. Bartın’ı, Amasra’yı, İnkumu’nu unuttuğum tek bir dakikam geçmedi. Bizim oralarda doğan insanların pek ortası yoktur. Uçları severiz biz… Öyle milli takım maçlarında anlatılan duygusal olaylardan bahsetmiyorum. Aniden duygusallaşıp, aniden duygusuzlaşan insanlar değiliz biz. Dengesiz değilizdir yani…
Mayısta şampiyon takım belli olur ve Amasra sahilinde şampiyon takımın bayrağı çekilir. Ne demek bu?
Samimiyet.
Bizim oraların insanı bir şeye bağlı olduğunda bırakmaz, tutunur. Peşinden koşar, psikopat değildir, kararlıdır. Sevdalıdır. Takımını, sevdalısını, ailesini, arkadaşını, mahallesini, sahilini, dolmuşunu, dolmuş şoförünü, bakkalını…
Unutmaz bizim oraların insanı… Yokluğu varlığını, varlığın değerini bilir.
Tıpkı Barış Akarsu gibi…
Türkiye onu tanıdığında, lise yıllarımın başındaydım. Öldüğünde ise sonuna yaklaşmıştım. Topu topu kaç sene eder ki? Saymak istemiyorum. Aklıma tek bir an geliyor. Cumartesi günü… Annem ve babam evde yoklar. Kardeşim de annemledir herhalde. Bartın’dayım, yazlığa gitmek için gün sayıyorum. Televizyonu açtım, Kanal D açık. Magazin programlarından biri var. Alt yazı yazıyor, son dakika diyor utanmadan flaş diyor, şok diyor.
Ben öyle 17 yaşında bir ergen olarak mal mal bakıyorum. “Barış Akarsu, Bodrum’da kaza geçirdi” diyor. Adını hatırlamadığım Allah’ın belası bir kavşakta. Kavşağın ismi umurumda değil. Dakikalar, saatler geçiyor. Bizim topraklarda herkesin dilinde tek cümle, aklında tek noktalama işareti var.
“Barış, iyileşecek mi?”
Neyse, biliyorsunuz işte.
Geçen günlerde onedio.com’da Barış Akarsu ile ilgili bir yazıya denk geldim. Barış’ın karakterini anlatan bir yazı…
Siyasetin kirliliğine bulaşmış bu ülkede güzel şeylerin olduğuna tekrar tekrar inandıran bir yazı…
Benim de birkaç tane gördüğüm ânı vardır, Barış Akarsu’nun…
Anlatmak niyetinde değilim. Barış Akarsu, insanları mutlu etmek için yaşadı. Öyle şimdiki popüler isimler gibi zengin olmak peşinde değildi.
***
Amasra’nın mendireğinde Karadeniz’e bakarak mideyi dinlendirmek kadar güzel şey az bulunur. Bakacak’tan Amasra’yı izlemek, Direkli’de Karadeniz’i öpmek…
Şimdi yattığı yerden bu zenginliklerin her birini yaşıyor Barış…
Dedim ya, Barış çok zengindir…
Beşiktaş da onun büyük zenginliğiydi. Kalbi gibi tertemiz sevdasıydı. Tam olarak Amasra insanıydı Barış, mutluluğu en çok hak edenlerdir Amasralılar…
Barış Akarsu için Beşiktaş’ın futbolunu hep önemsedim. Güzel oynasın dedim. Temiz oynasın. Centilmen olsun. Şikeye, paraya, kirli güce, saraya bulaşsın istemedim. Barış istemezdi çünkü…
Beşiktaşlı da istemez zaten…
Kim ister ki…
***
Dedim ya, Amasra’da sahilde şampiyon takımın bayrağı çekilir. O sahili, izleyen Barış, 2016 yazında Beşiktaş bayrağı görmeye hak ediyor. İnönü’den kombinesi alan, maçları kaçırmadan ve sevdasını sanatına da işleyen insana bu hediye az bile…
Nasıl ki Kazım Koyuncu’yu Trabzonspor’un aldığı her galibiyet sevindiriyorsa, mağlubiyet de “eyvallah” dedirtiyorsa; Barış Akarsu için de aynısı geçerlidir.
Lise yıllarında Amasralı bir kıza körkütük aşıktım. Bitti, bitmeli dedim. Lise hayatım boyunca hep oldu. “Yetti bu sefer, bu iş bitiyor. Aşk dediğin tuzak canımı yakıyor” dedim. Günde kaç bin kere Yaz Demedim’i dinledim bilmiyorum.
Hayatımın en güzel yıllarıydı. Ben Barış’a borcumu ödeyemem.
Yapabileceğim tek şey, onu unutmayan insanları gördükçe, Beşiktaş’ın güzel futbolunu gördükçe Barış’ın mutlu olduğunu hissetmek oldu.
Toparlayamıyorum, dağıldım.
Üzerinden 7 yılı aşkın zaman geçti.
4 Temmuz 2007.
Biz hala Barış’ı özlüyoruz.
Beşiktaş hala Barış’ı sevindirmeye devam ediyor.
Sen güzel oyna Beşiktaş, sen Barış’ı sevindirmeye devam et.
Yakın zamanda denk geldiğim, birçoğunuzun da okuduğunu tahmin ettiğim hikayeyi, yazının devamına koyuyorum.
Yusuf Sami Atılgan ve onun biricik oğlu Barış’a selam olsun.
İnsanları mutlu etmek için yaşamaya devam edelim.
“Üniversiteyi yeni kazanmıştım. Babamın pek durumu yoktu, ben de biraz para biriktirmek için yazın Bodrum’ a gittim. Bir arkadaşım bir mekanda çalışıyordu, ben de orada işe başladım. Onu ilk kez orada gördüm. Sahneye çıkıyordu, daha yeni yeni tanınıyordu ama..
Sabah oldu, sahnesi bitti, yanımıza geldi; Dostum gel otur gel dedi. Ben utana sıkıla abi iş var dedim. Ya gel sen, sonra yaparız beraber dedi. Oturdum kimsin bakalım sen, adın ne ? dedi.. Yusuf dedim. Ekmek kuyunun dibindedir Yusuf dedi. Gülümsedim Okuyorum abi, para lazım dedim.. Aferin dedi İyi geceler bile demeden gitti.. Sonra hemen hiç selam bile vermeden 2 ay geçti… Ben babamı kaybettim abi orada çalışırken. Memlekete gittim. Mersin’e. Baktım kalabalıkta biri var, siyah deri mont, gözlüklü. Yaklaştı yanıma, olur Yusuf olur.. Hayat bu, kuyudan çıkmaya gayret et sen hep dedi.. Gitti.. Kardeşime bir zarf bırakmış, içinde biraz para ve bir mektup var, bir de banka hesap cüzdanı.. Bütün eğitim masrafların bana ait, kimseye söz etmek yok. Etmedim abi, kimseye bir şey demedim… O günden sonra abim, babam, her şeyim oldu o benim.. Evlendim, oğlum var bir tane, adı Barış.”