Güneş ışığının önemini bize sayısız işi ile hatırlatan önemli bir isim var: Olaffur Eliasson. İzlandalı-Danimarkalı Eliasson’un son şovu, Londra’da Tate Modern’de geçtiğimiz hafta açıldı. “In Real Life” ( gerçek hayatta) ismini taşıyan bu sergi şimdiden, insanların duyularına hitabeden bir şölen olarak tanımlanıyor. Eliasson, daha önce de Tate'e yapay dev bir güneş yerleştirmişti. The Weather Project ismini taşıyan bu yerleştime, müzenin tarihinde en çok ilgi gören iş olmuş, sergi boyunca buradan hava durumu yapan spikerler, altında güneşlenen aileler ile eşsiz bir deneyim yaşanmıştı.Olafur Eliasson, The Weather Project, 2003
Bu kez açılan, 1000 metrekarelik bir alana yayılan ve sanatçının ilk işlerini de kapsayan biçimde 40’tan fazla eserinin sergilendiği bu ortam, izleyiciye sadece ışığın önemini değil, Eliasson’un iklim krizi başta olmak üzere bu dünyada sürdürdüğümüz yaşama karşı eserleri ile nasıl tavır aldığını da sunuyor.1991’den bu yana gerçekleştirdiği ve sayıları 200’ü bulan bu mekansal enstalasyonlar için, kendi görüşü şöyle: “ Bunlar dünyayı dekore etmekle değil; sorumluluk almakla ilgili”Olafur Eliasson, Fotoğraf: Frank Augsten AP PhotoÇağımızın bu en üretken figürlerinden biri, işlerinde güneş ışığını, mum ışığını, yapay ışığı kullanıyor. Bu ışık hüzmelerini büküyor, süzüyor veya çeşitli yüzeylerden yansıtıyor.Işık ile sağlanan tüm algılarımızı değiştiren; kimi zaman da şu anda Tate Modern’in 45 metre uzunluğundaki sis tüneli gibi yok edebilen ortamlara izleyiciyi davet ediyor.Sis tüneline giren insanlar bir anda görme duyularını tamamen kaybediyorlar ama yine de pek azı durmayı tercih ediyor; genel eğilim dümdüz bir çizgide ilerlemek yönünde olmuş açılıştan bu yana.Çünkü sanatçının deyimi ile, ışığı kaybettiğimizde hemen diğer duyularımız harekete geçiyor; etrafımızdaki yoğun sis bulutunu tenimizde hissediyor, uzak veya yakın biçimde duyduğumuz seslere kulak kesiliyoruz.
Olafur Eliasson, Tate Modern, 2019 Fotoğraf: The Financial Times
Buradaki çarpıcı diğer bir iş, “How do we live together” (Birlikte nasıl yaşıyoruz?). 2019 tarihli bu iş, ilginç bir biçimde 2020 yılında Venedik’te 17.’si gerçekleştirilecek olan Mimarlık Bienali’nin küratörü Hashim Sarkis’in yine geçen hafta açıkladığı bienal teması ile aynı iismi taşıyor: “How will we live together?” (Birlikte nasıl yaşayacağız?). Eliasson’un yaklaşık 60 metrekarelik müze odasına yerleştirdiği açılı yekpare ayna ve bu aynayı kesen dev çelik çember yarattığı yansıma ile, görme ve görmeye dayalı algı duyusunu yerle bir ediyor. Aynada görülen kişinin kendi sureti olduğuna göre, insan kendisine nasıl tahammül edebiliyor mu demek istiyor sanatçı? Ne de olsa, insanlar doğayı yok eden, doğal kaynaklara zarar veren, doğa ile uyumlu yaşayamayan varlıklar!
Olafur Eliasson, How do we live together? 2019 Fotoğraf: www.olafureilasson.netEliasson bunu insanlığın yüzüne tokat gibi vuran başka bir işi ile geçtiğimiz yıl Aralık ayında büyük ses getirmişti: Sanatçı, Ice Watch ismini verdiği bu yerleştirmesinde Grönland’in Nuun bölgesinden getirttiği 24 parçalık dev buzulu Tate‘in önünde nehir boyunca uzanan ve yaya trafiği ile Londra’nın en yoğun olan bölgesine, Bankside’a yerleştirmiş ve insanların güzünün önünde bu buzları erimeye bırakmıştı. 6 tonluk bu buzul kütleleri oracıkta her gün erirken, kutuplarda ise her bir saniye içerisinde benzer boyuttaki 10.000 kütlenin erimekte olduğunu göstermek için hem doğru zamanlama, hem de doğru bir işti bu.
Olafur Eliasson, Ice Watch, 2018
Sadece böyle sanatsal işler de değil Eliasson’un üretimleri. Örneğin 2012 yılında Frederik Ottesen ile işbirliğinde geliştirdiği Little Sun (Küçük güneş) isimli boyuna asılan küçük aparat, elektrik imkanı olmayan bölgelere, güneş enerjisi ile çalışan bir ışık kaynağı sunuyor ve böyleve güneş enerjisini ulaşılabilir kılıyor.Başta Etiyopya için başlayan bu proje günümüze kadar 2.5 milyon insanın yaşamlarına dokunan global bir ürün haline geldi.
Online olarak da pek çok yerden satın alınabilen bu tasarımın farklı türleri var. Asıl önemli olan, beraberinde gerçekleştirilen sosyal projeler ve eğitim ile, ürünün web sitesi üzerinden sağlanan toplumsal bilinç. Little Sun ile başlayan bu yolculuk, güneş enerjisini insanların günlük yaşamında daha çok yaygınlaştırmak isteyen IKEA’nın da ilgisini çekti ve sanatçı ile bir işbirliğine girdiğini bir kaç hafta önce duyurdu.Kısa bir zaman içinde Olaffur Eliasson imzalı bu ürünler IKEA mağazalarında satışta olacak.
Mekanda yapay ışığın tasarımı
Işığın tasarımında diğer bir boyut, mekanlardaki yapay ışığın tasarımı. Ateşin keşfinden ampülün icadına kadar yapay ışık, insanlığın tarihini yazan en önemli buluşlardan biri.İlgili teknolojilerin gelişimi durulmuyor; durulmaz da. İnsanlık aydınlandıkça gelişti. Mekanlarını ve kentlerini aydınlatmak için balina yağlarından ve petrolden yararlandı. Elektiriğin icadından sonra elektrik üretmek için yine kömür, petrol, doğal gaz ve nihayetinde nükleer enerji gibi kaynaklara başvurdu. Tümünün farklı zararları yüzünden belki bugün güneş enerjisini dönüştürmek ve kullanmak bunca önemli, zira elektriğin insanın hayatında olmaması krizlerin en büyüğü olur. Bilim insanları ve tasarımcılar elektrik ve aydınlatma için okyanus derinliklerindeki canlılardan dahi öğrenmeye, yeni ürünler geliştirmeye çalışıyor.
Mekandaki yapay ışığın teknolojisi bugün ve yakın gelecekte LED ( Light Emitting Diode ) lambalar üzerinden ilerliyor. LED teknolojisi geçmiş alışkanlıklarımıza göre pek çok fayda sunan, tasarım alışkanlıklarını da değiştiren özelliklere sahip. Bu özelliklerden biri, LED ışığın renk yelpazesinin beyaz ışık tonlarında bile değiştirilebilir olması. Özellikle yoğun çalışma saatlerinin geçirildiği ofis tasarımlarını yakından ilgilendiriyor bu özellik. İnsanların günde en az sekiz saatini geçirdiği bu ortamlardaki ışık kalitesi, bugüne kadarki alışılageldik uygilamalarda sağlığı tehdit eden bir unsur olarak ortaya çıktı.
İnsan bedeninin güne, yani güneşe uyumlu bir biyoritmi var. Uyumamızı, uyanmamızı, gün içerisindeki enerji seviyelerimizi ve ruhsal durumumuzu, yani duygularımızı belirleyen tüm hormonlar, müthiş bir senkronizasyonla güneş ışığına, özetle doğal ışık ritmine endeksli. Sabahları mavi tonlardaki ışık hüzmeleri bizi dinamikleştiren,enerji veren bir güce sahipken, gün batımına doğru gittikçe sararan ve kızaran ışık renkleri ise bizi uykuya hazırlamak üzere salgılanan melatonin seviyelerini harekete geçiren bir alarm saati gibi. İşte bu nedenle, özellikle ofislerde insanın doğal ışığa en yakın yapay aydınlatma koşullarında olması önemli bir faktör.
Lutfen hemen mekanlarınızdaki ve yaşam döngünüzdeki ışık kalitesini, ışık renklerini bir durup düşünün ve eğer bunlar bahsettiğim ve biz tasarımcıların sirkadyen ritm olarak adlandırdığı bu ritme uyumsuz ise, hemen değişim yoluna gidin! Akşam saatlerinizi aşırı parlak mavi-beyaz ışık altında geçirmek sizde uyku sorunları yaratacak, daha yorgun olacaksınız. Tüm günü benzer bir ışık kalitesinde geçirirseniz sürekli gergin hale geleceksiniz; ofislerinizde, okullarınızda yetersiz ışık ile çalışıyorsanız aynı bir yağmurlu günde olduğu gibi depresif duygular içine girecek, yeterli verimi gösteremeyeceksiniz. Bunların hepsi bedeninizde ışık ile koordinasyonda çalışan hormonlarınızla ilgili.
İnsan bedeninin ışığa bağlı sirkadyen ritmi
2017’de tıp ve psikoloji çalışmalarına dair Nobel ödülü, ışığın insanın sirkadyen ritmi üzerindeki etkisini araştıran çalışmaları ile Micheal Rosbash ve Jeffrey C. Hall’e verildi. Bu konunun önemi böylece daha da yaygınlaşır oldu.
Artık, işleri mekanlardaki doğru aydınlatmayı tasarlamak olan insanlar var: aydınlatma tasarımcıları. Bir bina için mimara, mekansal düzenlemeler için iç mimara ve eşyalar için ürün tasarımcılarına nasıl ihtiyacımız var ise, mekandaki aydınlatmanın kaliteli tasarımı için de aydınlatma tasarımcılarına ihtiyacımız var. Pekçok dev şirket bu tasarımcıların kullanımı için teknolojileri her geçen gün gelişen aydınlatma ürünleri tasarlayıp üretiyor. Gün ışığını taklit eder biçimde, saatlik bir döngü halinde gerçekleştirilen aydınlatma sistemleri, insan sağlığının ve konforunun öncelikli olduğu çağımızda yeni eğilim ve bu eğilime bioadaptive aydınlatma deniyor. Yenilikleri takip edip, işin uzmanları ile birlikte aydınlatmaya önem vermek, uzun vadede hem sağlığımızı hem de yaşam kalitemizi etkileyecek bir konu.
Kentlerin ışıkla sınavı
Kuşkusuz kentlerimizi aydınlatmasaydık, ulaşımdan günlük alışkanlıklarımıza yaşantımız çok farklı olurdu. Işık ile birlikte, gün içinde geçirdiğimiz aktif saatleri uzattık, daha çalışkan olduk, hatta eskiden gün ışığından faydalandığımız tarımsal ihtiyaçlarımızı bile, artık yapay ışık altında, sürekli bir döngü sayesinde daha çok ve daha hızlı sağlar olduk.Geceleri sokağa çıkabilme lüksümüzü ve bu lüksün getirdiği pek çok gelişimi de ışığa borçluyuz.
Ne varki söz konusu kentlerin aydınlatması olduğunda insan şu soruyu sormadan edemiyor: Bunca aydınlığın karanlık bir yanı da yok mu?
Işık kirliliği
Kentsel bölgelerde aydınlatmanın gittikçe artan bir oranda kullanılması bir yandan dünyanın da sonunu getiren çevresel sorunlara yol açıyor. Aynı hava kirliliği gibi bugün ışık kirliliği kavramı da oldukça geçerli. Bu alanda çalışan, kent yönetimlerine danışmanlıklar sağlayarak bu kirlliği azaltmayı hedefleyen pek çok sivil toplum kuruluşu var. Aydınlatma üreticileri de gerçekleştirdikleri tasarımlar ile doğaya daha saygılı ürünler sunmak konusunda geçmişe göre daha bilinçli. Kent aydınlatmalarının LED’e ilk döndüğü yıllarda bu ışığın parlaklığı ve şiddeti yayaların, sürücülerin ve başta kuşlar ve böcekler gibi gece yaşam süren canlıların sağlıklarını tehdit eder nitelikteydi. Artık kent aydınlatmalarının ışık yoğunlukları ve renk aralıkları bu konuya daha duyarlı. Aynı zamanda güneş enerjisinden faydalanan tasarımlar da ortaya çıktı ve kullanımları gittikçe yaygınlaşıyor.
Öncü kuruluşların üzerinde yoğunlaştığı en önemli çalışmalar, özellikle yol aydınlatmalarında, sadece ihtiyaç olduğunda devreye giren sistemleri kurgulamak. Araçların geçişi ile devreye giren, ve diğer zamanlarda sönen sistemler, kentlerdeki yolların aydınlatmasında yeni nesil kullanımların başında gelecek.
Hollandalılar tarafından geliştirilen güneş enerjisiyle aydınlanan bisiklet yolu: SolaRoad
Mimari aydınlatma, yapının gece varlığını ortaya çıkarmak amacı ile bir gereksinim olsa da günümüzde pek çok kentte gerçekleştirilen uygulamalar insanlığın savurganlığını ve duyarsızlığını ortaya seriyor. Bunun için ışık kirlliğinin en yoğun olduğu kentlerden olan New York’a veya Şangay’a gitmemize de gerek yok, kendi yaşam alanlarımızı bu gözle değerlendirmemiz yeterli. Koskocaman bir bina cephesini hareketli bir reklam ekranına veya sadece fonksiyonel olması yeterli olacak bir köprü aydınlatmasını rengarenk bir karmaşaya çevirmeye neden gereksinim duyuyoruz? Bu konuyu sorgulayan pek çok aydınlatma tasarımcısı, kentsel tasarımcı ve mimar var, onlardan biri de mimar Nevzat Sayın. Sayın şöyle diyor: “ Gecenin gece olduğunu unutmadan, her şeyi gece kulübü kıvamına getirmeden, her yapıyı yada açık alanı amacını ve anlamını akılda tutarak, sürekli bir karnavalda kendimizden geçmediğimizi birbirimize hatırlatarak aydınlatma yapmak mümkün mü?”
Ankara’nın gece aydınlatmaları tasarım çevrelerinde büyük tepkilere sebep olmuştu
Kanımca bu konuda ne kadar konuşur, ne kadar yazarsak çevremizi o kadar bilinçlendirebilir ve bunu o kadar mümkün kılabiliriz. Bunun için biz tasarımcılara, mimarlara, aydınlatma tasarımcılarına ve elbette aydınlatma sektöründeki tüm paydaşlara çok iş düşüyor.Talebi dengelemek ve doğru yönlendirmek her zaman çok kolay olmasa da, hedeflenmesi gereken bir çaba olmalı.
Işığın kabuğunun tasarımı
Işığın kendisini tasarlamak başka; kabuğunu tasarlayıp onu bir ürün halinde sunmak başka. Bugün, örneğin sanat eserlerinin aydınlatmasında, kusursuzluğu hedefleyen tasarım labarotuvarları, NASA’nın kullandığı, içi özel bir sıvıyla doldurulmuş çok özel mercekler kullanarak, kaynaktan yayılan her bir ışık hüzmesini hiç bir yere dağılmadan doğrudan hedefe, yani sanat eserine yönlendiren ürünler ortaya çıkardılar.
Yine bir sanat eserini aydınlatırken yayılan ışığı, sadece o eserin geometrisine, konturlarına uygun bir biçimde çerçevelemek ve yönetmek de artık mümkün. Işığın farklı malzemelerle buluşması da yayılımını etkiliyor. Örneğin bir fiberoptik kablo ile ışık kaynağını kendinden çok farklı bir noktada, kendine has bir efektle konumlandırabiliyorsunuz. Ya da farklı bir malzeme ile, tek bir kaynaktan sağlanan ışığı geniş yüzeylere homojen bir biçimde yayabiliyorsunuz.
Bu tür çalışmaları doğrudan ışığın tasarımı olarak nitelendirmek gerekir. Diğer yandan ürün tasarımcıları aydınlatma alanında her yıl yüzlerce farklı tasarım ortaya çıkarıyor. Herhangibir ışık kaynağının etrafını çeşitli malzeme ve formlarla sarmalayan bu yaklaşım, estetik kaygılar güden bir kabuk tasarımı bana göre.Uniqka, Zero Lamp
Bu tasarımlardan biri, İstanbullu bir stüdyo olan Uniqka’ya ait. Uniqka, sadece deri üzerine tasarımlar gerçekleştiren genç bir tasarım stüdyosu. Kurucuları Kerem ve Merve Ariş, her tasarımı kendi elleri ile üretiyorlar. Bu çerçevede yaptıkları işe de, deri gibi geleneksel örneklerin çokça olduğu bir malzeme ile ortaya çıkardıkları çağdaş tasarım çizgisine de şahsi saygım büyük.
Uniqka, hem yerel hem de dünyadan farklı tasarımcıların çizgileri ile kendi koleksiyonunu oluşturuyor ve sayıları gittikçe artan diğer genç tasarımcılarımız gibi, kendilerini yurt dışındaki pazarlarda kabul ettirmek için büyük ve bireysel bir çaba sarfediyor. Bu çabaları artık sonuç vermeye başladı, geçtiğimiz haftadan güzel haber, Hollandalı tasarımcı Jacob de Baan imzası ile gerçekleştirdikleri aydınlatma tasarımları Zero Lamp’in dünyanın öncü ödüllerinden biri olan Dezeen Award’ın ön listesine adını yazdırması oldu. Sonucu ne olursa olsun bu, bana göre şimdiden bir başarı.Bu ödüle 87 ülkeden 4500 başvuru oldu ve sadece 267 ürün seçildi; Uniqka, aydınlatma alanında seçilen sadece 28 üründen biri ve tüm listede dünyaca ünlü, öncü pek çok ismin olduğunu belirtmeliyim. Bu başarı diğer yandan da, Türkiyeli küçük tasarım stüdyosunun ve tasarımcısının diğer ülkelerdekilerin aksine, devletten hiç bir destek görmeden, sadece kendi azmi, kalitesi ve değerleri ile sağladığı bireysel girişimin güzel bir sonucu.
Tasarımın, yaratıcılığın, düşünce üretiminin toplumların kültürel yaşamlarına ve ülkelerin ekonomik güçlerine sağladıkları katma değer büyük. Bu cümleyi kurmaktan bıkmayacağım. Umalım, sadece fiziki olarak değil; bu türden düşünceler bakımından da aydınlandığımız günler yakın olsun.
Meraklısı için: Dünyadaki ışık kirliliğini gösteren haritaya şuradan ulaşılabilir: