Minimalizm ile ilgili belgeselleri ilgiyle izlesem, yayınları dikkatlice okusam veya görsellere keyifle baksam da asla bir minimalist değilim ve olma yeteneğim de yok. Yaşamımı objeler arasında kaybolarak geçiregeldim. Büyük bir dijitalleşme çabasında olsam da asla vazgeçmeyeceğim ve raflara sığmayan dergilerim ve kitaplarım var; bir bakıma da mutluyum onlarla. Gittiğim yerlerden eşyalar edinip onlara anlam yüklemeyi severim. Artık fiziki bir nesne olmaktan kurtulur o zaman o formlar; sevilen bir koku, bir kahkaha, bir gece, bir sabah olur benim için; baktıkça hatırlarım ve severim de hatırlamayı, iyisiyle kötüsüyle. Ben bir "objinsanım"!
Bu halimle hep sırtımda koca bir de ev taşıyıp duruyorum. Evin temsiliyeti insandan insana farklılık gösterir. Bir kadının eve bakışı ile erkeğinki farklıdır yerine göre. Benim için ev fonksiyoneldir, geçici bir kabuk gibidir, içinde benimle birlikte yaşayan objelerimi sarıp sarmalayacak, bizi güvene alacak bir kabuk. Hani bir gün olur da etrafındaki objelere ihtiyacı kalmayan bir insan olursam, onlardan arınır da kendimi özgürleştirebilirsem bu tutsaklıktan, o zaman nasıl bir yerde yaşarım? Şimdi oturduğum büyüklükte bir apartman dairesine ihtiyacım olur mu? Olmaz!
Sokrates'e kulak vermemin zamanı geliyor yavaş yavaş belki de: "Göreceksin ki, mutluluğun sırrı daha fazlasını aramakta değil; daha az olandan keyif alma kapasiteni arttırmakta."
Dünyada gittikçe artan bir yaşam eğilimi var: Mikro yaşam!
Kimileri hala minimalizm dese de, bu tanım aynı yaşam biçimini temsil etmiyor. Minimalizm, hafızamıza tasarımda ve mimaride bir sadeleşme hareketi olarak tanımlandı. Özellikle mekan tasarımından ve mimariden fazlalıkların çıkarılması, daha az ile daha çok yaratabilmenin estetik çizgisi oldu bizler için. Minimalizmdeki sadelik ve yalınlık değil bu yeni eğilimdeki ana unsur; küçülmek, ama gerçekten küçülmek! Bu nedenle minik yaşam olarak tanımlayanlar da var bu eğilimi. 15-30 m2 arasında tasarlanan son derece fonksiyonel mekanlar, bu yeni yaşam tarzını oluşturuyor. Bu mekanlar yine sizin ruhunuzu yansıtabilir; minimalist bir yalınlık içinde olmak zorunda değiller.
Avrupa'dan Amerika'ya yayılan bu yaşam tarzının ilham kaynağı Japon'ların Jutaku'ları olabilir. Japonya başta olmak üzere, Hong Kong, Taiwan gibi Asya kentlerinde, merkezde yaşamak isteyen insan sayısı arttıkça, sınırlı olan toprak miktarı kişilere ait yaşam alanlarının gittikçe küçülmesine yol açtı. Gettolardaki oda – yaşamlar bir yana, her alanda olduğu gibi bu yaşam biçiminin de mimar ve tasarımcı eli dokunmuş olanı bir fenomen biçiminde ortalığı sardı. Genç mimarlardan tutun da Tado Ando, Kengo Kuma gibi deneyimli ve ünlü mimarlara kadar her mimarın imza attığı bir Jutaku'su olmuştur bugüne dek.
Bu tekil yapılar avangard bir çizgiye sahipler çoğunlukla. Geometrik formları, ilginç cepheleri ile birer minyatür yapı heykelleri olarak düşünün; ancak içinde de olabildiğince fonksiyonel bir yaşam sürdürülebilsin.
Japon kültüründe, 1926 yılına dek süren ve ülkenin tarihinde Toisho dönemi olarak bilinen liberalleşme eğilimi ile, bireyin geleneksel olan ve aile ile sıkı sıkıya bağlantılı yaşamdan çıkıp, kendi kültürel yaşamını kurmaya başladığı dönemden gelen bir yapı türü Jutaku, bu nedenle anlamı "sorumluluk almak" demek. Japonlar kültürel gelişimi her zaman kendi bireysel gelişimleri olarak yorumlayan, özgürleşmiş ve yeteneklerle donatılmış bir kişisel yaşamın toplumsal kültürü tanımlamasını ilke edinmiş eşsiz bir topluluk. Kendi ayaklarının üzerinde duran Japon kişisi, ilk iş olarak kendi başına yaşamını sürdürebileceği yeni bir ev sahibi olmaya başladı: Bunka Jutaku.
Kendi kültürel zenginliğini, başka bir deyişle iç dünyasını ve yeteneklerini icra edebileceği bu kibrit kutusu kadar evlerin duvarları hem küçüklüklerinden dolayı hem de gelenekselliğe karşı duran bir moderniteyi temsil duygusu ile her zaman beyaza boyalıydı. Bu evler ne kadar küçük olurlarsa olsunlar, bu küçüklüğü büyük göstermek için iç yüzeyleri kırmızıya boyalı geniş çatıları veya gölgelikleri vardı. Halk arasındaki anlamı "Kültürel konaklama" olarak yaygınlaşan bu "bunka Jutaku"lar zaman içinde Batılı tasarım unsurları zenginleşerek geliştiler ve kent yaşamında zenginleşen orta sınıfın yaşamını tanımlayan en önemli simge oldular. Bu simge yapı, modernliği ve demokratikleşmeyi, Japon kültüründeki eş değeri ile "yeni" ve Batılı olanı göstermek adına mimari öğelerle donatılan bir oyun alanından başka bir şey değil. Bu yapıların dış kabukları bunca ilgi çekiciyken, içerdeki mekan tasarımlarında ise oldukça sade, hoşgörülü ve fonksiyonel yaşam alanları sunuluyor. 2015 yılında Naomi Pollock tarafından hazırlanan ve Phadion tarafından basılan Jutaku isimli kitaptaki örnekler kuşkusuz, 20. yüzyılın başındakilerden çok farklı; daha ziyade bir mimari tasarım şöleni niteliğinde.
2017'de yayınlanan bir rapora göre dünyanın en pahalı konutları Hong Kong'da. Kent sakinleri bunu konut krizi olarak tanımlıyor. Tasarımcı ve mimarlar bu krizin üstesinden gelebilmek için ulaşılabilir yaşam alanları tasarımlarına oldukça ağırlık veriyorlar. Bu konseptlerden biri Cybertecture isimli bir tasarım stüdyosunu yöneten James Law'a ait O-Pod. Teknik olarak hazır beton tüpler içinde tasarlanan bu yaşam alanı 2,5 metre uzunluğunda ve net olarak 9,26 m2 de bir kişinin ihtiyacı olan tüm fonksiyonları karşılamak üzere kurgulanmış. 22 ton ağırlığındaki her bir birim üst üste istiflenerek bir komün yaratabiliyor.
Efsanevi Studio 54'ün kurucuların biri olan ve lüks konaklama alanındaki girişimleri ve otelleri ile ünlü olan Amerikalı Ian Schrager de geçtiğimiz yıl içerisinde dünyanın ilk butik oteli olan ve çok sevgili bir tasarım dehası olan Andree Putman ile tasarladıkları, New York Madison Avenue'da yer alan Morgans'ı kapattıklarını ve bu otelin yerinde yeni bir mikro yaşam merkezi geliştirmekte olduklarını açıkladı. Yıllar önce ilk kez butik otel kavramını dolaşıma sokan bu girişimcinin yatırımı ABD'de mikro yaşam eğilimini yaygınlaştıran gelişmelerin başında geliyor. Schager bu girişimini sanıyorum Manhattan adasının lüks ve büyük konutlarla birlikte gittikçe zenginler tarafından işgal edilen bir bölge olmasına bir tepki olarak gerçekleştirdi. Çünkü 2016 yılındaki bir demecinde bu durumun kentteki çeşitliliği tehlikeye attığından ve Manhattan'daki yaşamın adaletsizliğinden dem vurmuştu. Aynı konu New Yorklu mimar Steven Holl'un da değindiği bir konuydu. New York zenginleştikçe mimarisi de değişiyor; kamusal alanlar gittikçe azalıyor, tevazudan yoksunlaşan görgüsüz bir kent haline geliyordu.
Bana tanıdık geldi, size de geldi mi?
Arjantinli tasarım stüdyosu IR Arquitectura, mikro evler konusunda bana en ilginç gelen uygulamalardan birine imza atmış. 1950'lerde inşa edilmiş bir yapının atıl kalan ve kullanılmayan üçgen formlu cephesine bir yaşam alanı konduruvermiş. İç kısımda net 18 m2'lik bir yaşam alanı var ve buna ilave olarak da yarı geçirgen bir malzemeden dışarı doğru eğimli bir teras tasarlanmış. El Camarin bölgesinde de gittikçe yaygınlaşan bu mikro apartmanların arasında tasarım kalitesiyle aradan sıyrılan bu uygulamada akıllı raf sistemleri depolama işlevini görüyor; yatak odasının yerini koza gibi bir uyku köşesi alıyor.
Londra'da veya Sao Paulo'da da karşımıza çıkan bu en fazla 28-30 m2'leri bulan mikro apartman daireleri ve konteyner konutlar için tasarımcılar bir bulmaca çözer gibi davranıyorlar. İçinde yaşayanların konforunu üst düzeyde tutmak için inovatif ve yaratıcı çözümler, akıllı önermeler geliştirmek durumundalar. Yer kısıtı bu bağlamda mobilyalardan elektrikli eşyalara kadar farklı sektörlerdeki üreticilerin de ilgilendiği bir konu haline dönüşüyor.
Mobilya alanında katlanan ve birden fazla fonksiyona sahip tasarımlar önem kazanıyor. Duvardan veya basamak altından çekilerek ortaya çıkan yataklar ile oturma birimleri gerekiyor. Ya da uyku köşesini, tavana yakın bir yerde bir kutuya yerleştirmelisiniz. Aynı biçimde mutfak tezgahı, çalışma masası ve sehpa fonksiyonları birbirine birleşiyor. Tam teşekküllü mutfaklar iki kapak arkasına gizlenebiliyor.
Bundan 2 yıl önce lansmanı yapılan ve 2020 de piyasada olacağı belirtilen dünyanın en küçük bulaşık makinesi TETRA, gittikçe artan mikro yaşam alışkanlıkları için tasarlanmış bir makine. Geliştirdiği patentli teknoloji ile inovasyon ödüllerine layık görülen bu makine, aynı zamanda su tüketimini de ciddi miktarda azaltacak. Sadece az miktarda deterjan ve su ilave ederek çalıştırdığınız bu makine özel teknolojisi ile (Ormic Araay Technology) suyu ısıtıyor. Sadece bulaşık makinesi değil, bebek eşyaları için bir sterilizatör veya buharda pişirme makinesi olarak da kullanabiliyorsunuz üstelik. Bu tasarım aynı zamanda TIME dergisi tarafından geçtiğimiz yılın en inovatif ürünleri arasında gösterilmişti ve son olarak iklim değişimine çözüm üreten ürünler kategorisinde de ödül aldı. Şuradan vidosunu izleyebilirsiniz:
Mikro yaşam demek akıllı bir yaşam demek. Sadece yaşam mekanınızı donatan eşyalar veya mimari çözümleriniz değil; kendiniz de akıllı olmalısınız. Bu türden bir yaşam sürerken tüketim alışkanlıklarınız toplumdan farklı olmak zorunda. Tamir etmeyi, satın almamayı, her şeyden "az" kullanmayı bilmeniz gerekli. Bu nedenle sizi sürekli bu türden bir yaşam biçimine motive eden pek çok platform var. Birkaç yıl önce Netlifx'te izlediğim 'Minimalism' belgeselindeki katılımcılardan biri az eşyası olan bir ortamı temizlemek için de az zaman harcandığından veya az giysisi olan bir insanın sabahları işe giderken nasıl da hızlı hazırlanabildiğinden bahsediyordu. Yazımın başında belirttiğim ruh halimden dolayı ben de evimi temizlemek veya sabahları giyinmek için ne kadar çok vakit harcıyor olduğumu düşünmeden edememiştim. Ame dedim ya, halen bu konuda kendimi eğitebilmiş değilim. Bu platformları takip etmeye başladıktan sonra tüketim alışkanlıklarım ciddi bir biçimde değişti. Her satın alma kararım öncesinde kendime "Buna gerçekten ihtiyacım var mı?" diye sormaya başladım ve çoğunlukla bulduğum cevap aslında satın almayı düşündüğüm o objeden evimde zaten bir benzerinin veya çok yakının bulunduğu yönünde oldu. Almaktan vaz geçtim.
Bu platformlardan benim takip ettiğim iki tanesini sizinle paylaşmak isterim: TinySociety ve LifeEdited.
Yaşantımı mikro düzeye getirme konusunda düşünmeye başlamamdaki en önemli ilham kaynaklarımdan biri de şu anda yurt dışındaki eğitimini arkadaşları ile paylaştığı evinde tek bir odada sürdüren kızım Lal! Pek çok eşyasını giderken burada bıraktı ve aralarında kullanmayı çok sevdikleri de var. Bir annelik içgüdüsüyle her seferinde ona bu eşyalardan bazılarını göndermemi isteyip istemediğini soruyorum. O da bıkmadan her seferinde "Hayır, zaten burada bir tane var ve bir yenisine daha yerim de, ihtiyacım da yok" diyerek cevap veriyor!
Yeni nesilin içine doğduğu iklim krizi, kentsel popülasyon sorunları, ekonomik krizler ile ortak ve paylaşımcı yaşam değerleri onların gençlik yaşlarından itibaren bir tür mikro yaşam biçimi anlayışı benimsemelerine sebep oluyor.
Konfüçyüs'e göre hayat aslında çok basit; onu karmaşıklaştıran bizleriz. Plato'ya göre, insan kendi yaşam yolunu ararken, sıradan olanın mekaniğini yani göndelik yaşamını sadeleştirmeli. Seneca'ya göre asıl fakir olan çok az şeyi olan değil de; daha fazlası için can atan.
Mikro yaşam eğilimi benim için bir ütopya. Bu konuda şimdilik işe düşünce şeklimi değiştirmeye çalışarak başladım. Ama kim bilir belki Carl Jung ifadesi ile bu "sadeleşme sanatı"nda ustalaşır ve kendimi gelecekte bir 20 m2'ye sığdırabilirim. Başlamak yolun yarısı değil miydi! Siz bu satırları okurken ben evimde biriktirdiğim yüzlerce eşya arasından artık kullanmıyor olduklarımı ayırmayı planladım bile. Arkada U2 çalıyor ve Bono sesleniyor: "Squeezing complicated life into a simple headline / Karmaşık hayatımı basit bir başlığa sıkıştırıyorum!"