Türkiye'nin mesleki faaliyet alanı iyice daraltılan medyası, yeni bir vesayet düzeninin esiri mi? Son aylarda gittikçe daha sık ve güçlü bir sesle sorulan bu soru, cevabını artık buldu sayılır.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan medyanın 20 kadar 'özel seçilmiş' temsilcisiyle geçen Cumartesi günü Istanbul Beylerbeyi Sarayı'nda Sarı Köşk'te bir araya geldi. IŞİD'le mücadele ekseninde NATO Zirvesi ile ABD savunma ve dışişleri bakanlarının Türkiye ziyaretleri ardından gelen bu görüşme üç saat kadar sürdü. Hemen ardından bu kez Başbakan Ahmet Davutoğlu, yine 'özel seçilmiş' medya temsilcileriyle görüştü.
Demokratik ülkelerde bu tür görüşmeler genellikle kamuya açık bir dille duyurulur, kamuoyunu meşgul eden ve cevap bekleyen soruların sorulması, cevaplandırılması ve halkın bilgilendirilmesi amacını taşır.
Oysa, Türkiye'nin siyasi iktidarı ile medyası arasındaki ilişkilerde nasıl bir ters istikamete girilmiş olduğu, bu topllantıyla bir kez daha teyit edilmiş olmakta. Toplantı çıkışında, 'içerde ne konuşuldu?' sorusuna, meslek hanesinde 'gazeteci' yazan, üst düzey bir gazete yöneticisi ve köşe yazarı şu 'anlamlı' cevabı veriyordu:
'Toplantı basına kapalı bir toplantı olduğu için sayın Cumhurbaşkanının tam olarak neler söylediğini aktarmak durumunda değilim fakat günlük siyasi konuşmalarla ilgili yoğun bir mülakat şeklinde geçmediğini söyleyebilirim.'
'Basına kapalı bir toplantı'...
Kullanılan bu dil bize adına 'Yeni Türkiye' denilen düzende nasıl bir 'Yeni Medya Sınıfı' oluşturulmakta olduğunu yeterince teşhir ediyor. Bu medya kesiminin diline yansıyan yayıncılık anlayışı, en temel mesleki konulara duyarsızlığı, iktidarla kurduğu işlevsellik bağları artık yeterince biliniyor ve sürekli olarak kaygı üretiyor.
Benzer bir toplantı 30 Mart seçimlerinden bir hafta kadar sonra Adile Sultan Korusu'nda yapılmış, o toplantı ardından da medya temsilcileri soruları 'özel bir sohbetti diyelim' diye geçiştirmişti.
Erdoğan-Davutoğlu iktidarının bu toplantılarla yeni bir iktidar-medya ilişkisi içtihadı oluşturma niyetinde olduğu anlaşılıyor.
Toplantıya katılan ve meslek hanesinde 'gazeteci' yazılı olan bu topluluk mensuplarının, 'gazeteci kimdir ve halka karşı hangi anayasal sorumlulukları taşır?' sorusuyla nasıl bir ilişki içinde olduğunu, böyle bir soruyu kendilerine sorma zahmetine katlanıp katlanmadıklarını bir yana bırakalım.
Kendilerine yakıştırdıkları pozisyon, öteden beri medyanın yerini nasıl gördükleri artık belli.
Sorunun asıl önemli tarafı, iktidarın, daha net ifadeyle Erdoğan ve Davutoğlu'nun tercihleriyle ilgili.
Beylerbeyi toplantısına çağrılan medya kuruluşlarının listesi, 6 Nisan 2014'te Adile Sultan Korusu'na davet edilenlerden pek farklı değil.
Hürriyet'in haberine göre, son toplantıya katılan 'heyet'te şu kuruluşlar vardı: Turkuvaz Grubu (Sabah-ATV,AHaber, Daily Sabah), Kanal7, İhlas Yayın Grubu (Türkiye-TGRT), Star Medya (Kanal24, Star), Akşam Gazetesi, Yeni Akit, Yeni Şafak, Beyaz TV.
Davet edilenler listesi, 'edilmeyenler' hakkında yeterince fikir veriyor. Listeden dışlananlar sadece, son zamanlarda Erdoğan'ın şahsi husumetine hedef olmuş Zaman ve İpek medya gruplarıyla sınırlı değil; Hürriyet'ten başlayarak, Cumhuriyet ve Taraf gibi bağımsız gazeteleri de kapsayarak, yelpazede sol eğilimli pek çok gazeteye kadar uzanıyor.
Bundan böyle medyanın giderek zayıflayan ve zayıflatılan önemli bir kesiminin keskin bir tavırla dışlanacağını, daha da şiddetli bir dille kutuplaştırılacağını ve bağımsız haberciliğin finans ve bilgi kaynağı anlamında daha da zorlaşacağını öngörebiliriz.
Önce Adile Sultan ardından da Beylerbeyi toplantılarıyla beliren 'içtihat'ın Türkçesi şudur: Halkın geniş kesimlerinin büyük umutlarla iktidara getirdiği AKP, Erdoğan'ın önderliğinde hızla Ankara'nın geleneksel devletçi kodlarını benimsemiş, en temel hak olan haber alma hakkını, en öncelikli sorumluluk olan şeffaflık ve hesap veren yönetim anlayışını reddetme noktasına gelmiştir.
Askeri vesayet döneminde Ankara'da egemen olan anlayış 'özel seçme'ye dayalı, medyanın farklı kesimlerini dışlayıcı, sansürcü ve buyurgan bir akreditasyon sisteminin işletilmesini öngörüyordu. Erdoğan ve Davutoğlu bu sistemi şimdi resmen devralmış, aynı 'askeri' tavrı kendilerine gerçek gündeme dayalı sorular sormasından korktukları medyaya uygulamaya başlamıştır.
Bu tavrın demokrasiyle, demokratlıkla, özgürlükçü yönetim anlayışıyla, gazeteciliğin toplumsal rolüne saygıyla uzaktan yakından alakası yoktur.
Şunu da ekleyelim: NATO zirvesi esnasında basının karşısına çıkmayan tek NATO heyeti, Türkiye heyetiydi. Konu zirveyi izleyen uluslararası medyada eleştiri ve alaylara yol açmıştı. Takınılan Soğuk Savaş kalıntısı, 12 Eylül mirasçısı kapalılık tavrının 'Yeni Türkiye' ile ilgili yeterli fikri verdiği aşikardır.
Erdoğan ve Davutoğlu'nun, Kafkas ve Orta Asya cumhuriyetlerini hatırlatan 'iktidara eklemlenmiş organik, borazan medya' teşviki bir an önce vazgeçilmesi gereken bir zihniyettir. Bunda ısrar sadece toplumu daha çok bölmeye ve şüpheye sevketmekle kalmayacak, gazetecilik mesleğinin onuruna tarih boyunca sahip çıkmış cesur, onurlu habercileri ve editörleri bileyecektir.
Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'ün internet sitesinden alınmıştır